28 Şubat 2019 Perşembe

Asker Uğurlama


Bir vakitler şehrin batı mahallelerinde askerlik çağına gelen gençler için yılın belli dönemlerinde  asker uğurlama geleneği vardı. (Kendisi o bölgede yaşadığından şehrin diğer bölgeleri hakkında aktaracağı fazla hatıra yoktur.) Askerlik şubesince asker alımı işlemleri şehrin tarımla ilgili olduğu bilindiği için bağ bozumu zamanından sonraki dönem ya da önceki bahar zamanlarındaki celplerde  yapılırdı. Son yoklaması yapılan celp kağıdı çıkan gençler, askere alınmaya bir ay kadar  kala kendi aralarında organize olarak, işi bilenlerin yardımıyla   elde taşınabilecek boyutta bir bayrak ve sopası ayarlamaya çalışırlardı. Eğer uygun bir bayrak bulamazlarsa  muhtardan, karakoldan ya da okuldan bir büyük bayrak istenirdi. Okul müdürünün gönlü olursa büyük bayrakla beraber ucunda pirinçten ayyıldızlı alemi olan,  resmi geçitlerde ve törenlerde kullanılan bayrak direği de olabilirdi ki makbul olan buydu. 
Çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının hatıraları arasında yer alan bu asker uğurlama merasimleri; askerlik çağına gelmiş gençlerin bayraklarla ve davul zurna ile mahalledeki evleri kapı kapı dolaşıp mahalle halkına veda etmek helalleşmek için ziyaret etmeleri ve evdekilerin de onlara karınca kararınca hediyeler vererek onları onurlandırması şeklinde özetlenebilir.
Kapısı çalınan evde askere gidecek bir genç var ise, kapı önünde daha uzun süre durulur, davullar zurnalar daha koygun havalar çalar, gençler ile yakınları daha fazla oyunlar oynar ve o evin önünü sanki daha çok şenlendirirlerdi.  
Davulun gümbürdediği, zurnanın tiz ve yanık sesiyle camları titrettiği sırada, gençlerin toplandığı alanı gören pencereler hızla açılırken, perde gerisinden genç kızların gülüşmeleri duyulur ve -nedendir bilinmez- göz ucuyla pencereleri süzen bazı asker adayı gençlerin kıpırdadığı, duruşlarını düzelttiği, üstbaşlarını topladıkları, şöyle bir diklenerek  heybetlendikleri,  daha canlı oynayarak daha gür nara attıkları gözlenirdi. 
 Asker gönderecek ailenin hüznünü paylaşmak, azaltmak gayesiyle yapılan bu eylemler her ne kadar aileyi eğlendirir görünse de, evin içine arasıra girip çıkan bazı ihtiyarların silinmiş gözlerinde yaş pırıltıları dikkatli bakanlar tarafından fark edilirdi.  
 Askere gidecek o evin gencini de aralarına alan diğer gençler ve evden katılanlarla halay ve eğlence sürse de her yere sinmiş olan o hüzün  dağılmazdı. Davul zurna sesleri bir müddet daha sürer, sonra bir yandaki kapı çalınır, yine benzeri burukluklarla devam eder giderdi. 
 Bazen de nice bir zaman önce kurtuluş savaşında bir yakınını kaybetmiş nine, bükülmüş beli ve titreyen elleriyle kapıyı açtığında, davul sesini duyarak aceleyle gelen  yakın akrabaları evlatları torunları konu - komşuları çevresini sarardı. Asker alayında sesler kesilir, davullar zurnalar susar, saygılı bir sessizlik  ortalığa hakim olurdu. Gençlerden biri yeni hatırlamış gibi aniden ninenin elini öpünce, asker alayındaki gençler de ninenin elini öpme yarışına girerlerdi.
 O günlerde Kurtuluş savaşının acılarını yaşayanlar hala hayattaydı. Kimi düşmanla savaşmış, biraz genç olanlar da o acıları yaşayanların gözü yaşlı anılarıyla büyümüştü. İşte o zamanları hayal meyal hatırlayanlardan biri olan nine de titreyen elleriyle önüne doğru indirilen  bayrağı ya da eski adıyla sancağı öper, ardından yine titreyen elleriyle hediyelerini iğnelemeye tutturmaya uğraşsa da hemen başaramazdı. Bu sırada çocukları torunları bir telaşla yardım etmeye çalışırlarsa da mırıl mırıl söylenerek ve itekleyerek -karışmayın ben takacam diyerek terslerdi. Bayrağı nineye doğru eğen genç beklemekten yorulsa da sabırla beklerdi.  Nine hediyeyi bağlayıp, bayrak tutan  gencin de alnından öptükten sonra, "hayde  çalın bakalım, cenaze evi değil burası, daha ben ölmedim." der gibi bir el işaretiyle davulcuyu zurnacıyı ikaz ederdi. Önce tiz bir sesle zurna, ardından davulun gümbürtüsü ile normale dönerlerdi.
 Her hane kendi gücü nisbetinde hediyesini asardı. Bu hediyeler genellikle bir çıkın, bir kese içinde olurdu, ancak isteyen havlu, kumaş ve pazen vesaire de bağlardı.  Bayrak, evden eve kapıdan kapıya haneden haneye dolaştıkça üzerindeki hediyeler de artardı.  Bu ağırlaşan bayrak ile  direğini beline takıp eliyle tutan irikıyım genç zamanla yorulurdu ve bayrağı yine güçlü kuvvetli diğer arkadaşlarına devrederdi. 
Yaklaşık bir hafta boyunca devam eden bu hararetli hareketli günlerde mahalledeki çocukların başka oyunları eylenceleri olmazdı. Küçük büyük işi olmayan mahalleli çocuklar asker davulunun arkasında dolaşır dururdu. Askere gideceklerin arasında abileri amcaları dayıları varsa daha da kıvançla dolaşırlardı arkalarından.  Bu eğlenceler bittikten sonra sokaktaki çocuk oyunları da  belli bir süre askercilik üzerine olurdu.
...
Kendi akranlarıyla beraber  asker davulu ile bayrak asıp kapıları dolaşacakları dönemde üniversitede  öğrenciydi. Bu nedenle toplanan hediyelerin akranlarınca nasıl paylaşıldığını, neyi nasıl uyguladıklarını bilemedi, önemsemedi de. (Sadece blog sayfasını bir gün birileri okur da merak ederlerse diye bilgilendirmek amacıyla açıklamak isterdi.) Öğrenciliği devam ederken ekonomik sıkıntılar maddi imkansızlıklar sebebiyle Türkiye Elektrik Kurumunda vardiyali olarak çalışmaya başladığından ailesini bile sık göremez olmuştu. Çocukluğunu ve gençliğini yaşadığı  şehir, eski geleneksel yapısını da gitgide kaybetmeye başlamış, sokak aralarına dikilen beşer katlı apartmanların arasında eski dostlar da yollarını bilemez, birbirini göremez, birbirinden haberdar olamaz hale gelmişti.
...
Gitgide herşeyin şartlara göre değiştiğini de fark etti. Artık davul zurnalarla bayraklarla hane hane dolaşanlar olmuyordu.  Askere gidecek gencin arkadaşlarının ve ailesinin bireysel törenlerle evlerde, otogarlarda toplanarak asker uğurlama törenleri düzenlemeye başladıklarını farketti. 

Yaklaşık on yıllık bir süreç daha geçtikten sonra, yaşadığı şehrin batısında bulunan (Şehir büyüyünce ortada kalsa da o kışla batı kışladır.) kışlanın önündeki asker teslimine gelen  önü kırmızı bayraklarla donatılan araçların yoğunluğu nedeniyle, kışlanın yanından geçen yolda trafik sıkışıklığı başlayınca, artık asker uğurlamanın asker teslim töreni ile birleştirilerek genişlediğini de anladı. 
Çünkü ulaşımın kolaylaşması ailelere, evlatlarını kışlanın kapısına kadar getirerek teslim edebilmesi imkanını vermişti. Ve askeri birliklerin de bu yeni uygulamaya  kendilerini adapte ederek, daha halkla ilişkili bir yaklaşım içinde aileleri teskin, teselli ve güven verecek düzen ve pozisyonlar almaya başladıklarını da farketti.
...

Yıllar bir çok şeyi değiştirse de, o, yine de şu gün dahi bir davul zurna sesi duysa eski günleri hatırlar. Asker davulu kapısının önünde çalar iken  hüznünü kimseye göstermemek için, evine  girip  gözyaşlarını  sildikten sonra çıkan  gözleri kızarmış, gözleri yaşlı ihtiyarları hatırlar ve gözleri dolar. 28.02.2019




26 Şubat 2019 Salı

Şemsiye

Bilgisayarda son cümlelerini de yazıp bitirdikten sonra poşetini alıp tam kapıdan çıkacakken yeni aldığı şemsiyesini hatırladı. Hemen dönüp koltuğunun altına sıkıştırdı. Bir elinde arkadaşlarınca  fiyatı uygun olduğu için  önerilen Bim'den aldığı iki paket kağıt peçete, diğer elinde şemsiye ile poşet olduğu halde işyerinden çıktı. Eşinden gelen mesajda yazılanları yani siparişleri düşündü. Yol üzerinde nerelere uğrayarak alabileceğini hesaplayarak kendince bir yol planı yaptı.Eski PTT'nin arkasında bulunan ekmekçiden yulaflı ekmek alarak yola devam etti. Eski Turizm Müdürlüğünün önünden Ulupark'a giden yolun sol yanında bulunan Migros'a uğradı. Pirinç ve meyva suyu alıp ödemesini yaptıktan sonra, kapının önünde eşyalarını poşetlerine yerleştirmek için durdu.
Uluparkta ağaçları, karşıya geçen  insanları hızla ilerleyen araçları izleyerek eve doğru adımlamaya devam etti.

Sonunda eve ulaştı. Günlük rutinlerini yerine getirdikten sonra uyku zamanında aniden aklına şemsiyeyi nereye koyduğu geldi.Eşine sordu. Eşi "dışarıda her zaman astığın yerdedir." dedi. Baktı yerinde yoktu. Kendi kendine hayıflandığı, korktuğu işlerden biri de şemsiyesini orada burada unutmaktı. Ona göre unutmak kişiye ihtiyarlığının iyice yaklaştığını haber veren alarm zilleriydi. Yatakta, eve gelirken uğradığı yerleri, yolları düşündü durdu uzun zaman. Migros çıkışında dışarıda  eşyalarını düzenlerken bırakmış olabileceğini tahmin etti. İşyerinde de unutmuş olabilirdi.
...
Gecenin bir vakti yine uyandı. Uykusu yine nereye kaçmışsa kaçmış onu yalnız bırakmıştı.. Şarjda duran telefonunu aldı. Twittere bakarken ilginç gelen bilgileri arkadaşlarına gönderdi. Ancak onların ne alemde olduğunu tahmin edemediğinden rahatsız olabilecekleri aklına gelmiyordu. Herkesi kendisi gibi uykusuz sanıyordu. (Ki bunu bir gün sonra twit attığı bir arkadaşından öğrenmiş, dersini çıkarmıştı.) ... Yeniden uzandı derken sabah oldu. Hazırlık yapıp sokağa çıktığında aklında Migros vardı. Acaba açılmışmıydı? Acaba şemsiye oradamıydı? Orada değilse neredeydi? Bulamaz ise şemsiyeye ödediği otuz lira havaya gidecekti. 
... 
Migros'a yaklaştığında mağazaya yük indiren kocaman bir kamyonun kasası görüşüne engel olduğundan mağazanın açık olup olmadığını anlayamadı. Hızla  ve merakla ilerleyerek kamyonu geçti. Bir görevli dışarıda kamyondan indirilen malların sayımını yapıyordu. Yaklaştı. -Dün buradan alışveriş yapmıştım. Şemsiyemi unuttuğumu sanıyorum. dedi. Görevli bir sorayım diyerek arkadaşına telefon  etti. Telefonla konuşa konuşa mağazaya girdi. Kasanın kenarlarını, köşeyi bucağı aramaya başladı.Sonunda elinde siyah bir şemsiye olduğu halde gülümseyerek, bu mu? dedi. Tebessüm ederek -evet o, içinde  ismim ve numaram yazacaktı dedi. Şemsiyesini açarak içindeki yazıyı gösterdi.
Görevliye teşekkür ederken her ikisi de hala^gülümsüyordu.
...
"Eh bugüne iyi başladık, böyle de gider inşallah" diyerek  İldeki en yetkili amirlerin görev yaptığı,  şehrin en eski, tarihi ve görkemli binasında bulunan görev yerine  doğru yürümeye  başladı.(27.02.2019)

(^) (Hala'nın tepesine küllahları nasıl konacağını hatırlayamadığından, babasının kızkardeşi anlamında olmayan "hala"dır buraya yazdığı- yanlış anlaşılmamaması için okuyanın engin bilgisine sunulur.) 

Denge

Öğleden sonra gelen bir telefon ile yine gerginleşmeye başlamıştı. Öğleden önde kendisince yaptığı hesaplamalara göre mali dengeleri sağlayacağına kanaat getirmişti. Mart ayında şöyle olacak Nisanda böyle yoluna girecek diyerek, zihninde uyumlu hale getirdiği hesap planlarını, aniden gelen o telefon bozmuştu işte. Tüm hesapları yeniden yapması gerekiyordu. 
Banka hesabının son iki aylık dökümünü çıkardı, gün gün alıp harcadıklarını yeniden kurşun kalemle işaretledi, kenarlarına açıklamalar yazdı, baktı baktı, baktı ve hesap çetelesini masanın altına itiverdi.
...
Artık gelişen olaylara (ihtiyaçlara) karşı gitgide duyarlılığını yitirmeye başladığını, bu oyundan bıktığını hissetti. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun aşamasına gelmişti artık. Salmalı mı akışına acaba diye düşündü. 
Ama belki de kendisini avutuyordu. Herkesin istekleri oluyor, üzülmesinler diye kimseye olumsuz cevap veremiyor, olmaz, yok,  diyemiyordu. Bu sebeple  bütçesi bir türlü dengeye gelemediğinden hep sıkılıyordu.
Yeri gelince kendisine yapılan -haklı da olsa-eleştirilere de üzülüyordu.Yakınlarının bile bazı konularda fikren uzak olması anlaşılamamak, ya da kendisini anlatamamak, savunamıyordu kendisini içinde gelen bir ses ona yalnız kaldığını söylüyordu.
...
Gençlerin hayalleri istekleri ile o istekleri karşılayabilecek kişisel imkanları uyuşmuyordu. Fakat gençlerin hayallerine de engel olmak istemiyordu. Eskilerin deyimiyle kısaca iki arada bir deredeydi.
Derin bir nefes çekti içine , "Ama her nefes bir umut taşır. Umutsuzlar soluk alabiliyorlarsa, her nefes bir umut taşır, oksijenle birlikte önce ciğerlere, sonra kana karışarak ihtiyaç duyulan her hücreye" fikri gelişti dimağında. Biraz daha canlandı.
...
Bilgisayarını kapamak için klavyeyi bırakacak, her zaman olduğu gibi, poşetini alacak, yüzünde uzaktan anlaşılamayan bir garip tebessümle, yalpalaya yalpalaya odadan çıkıp gidecekti. 26.02.2019

25 Şubat 2019 Pazartesi

Eski Meydan

Çalıştığı işyerinin kuzey tarafında büyük bir tören alanı vardır. Diğer adıyla Hükümet Meydanı . Bu meydanın  batısında modern bir öğrenci rezidansı bulunmaktadır.
Yunan işgali bitip de bozulan yunan askerleri kaçarken şehri ateşe vermişlerdi. O ateşten az hasarla kurtulan ve şimdi  1908 yılında ilk yapıldığındaki ihtişamıyla ayakta  kalan binada çalışıyordu..
Rezidansın bulunduğu bina daha önce işhanıydı. İşhanı yapılmadan  önce ise metruk ve yıkık bir enkaz yığını idi. Enkaz yığını ise yaklaşık 50 yıl önce  askeri kışla idi. Daha sonra satılmış ve satın alan mülk sahibi önce işhanı sonra rezidansa çevirmiş.
Meydanın alt kısmında eski nikah salonunun bulunduğu şimdi sergi salonu olarak kullanılan yerden itibaren eski saray  kalıntılarının var olduğu anlatılır. Hatta sergi salonunun önünde merdivenlerle inilen eski hamam olduğu söylenen tarihi bir kalıntı vardır. Belki de bu kalıntı askeri birliğin ya da sarayın parçasıydı. Daha da aşağıda yıkılan saray-ı amire yerine Fatih parkı yapılmıştır. Parkı geçince şu an itibariyle kullanılmayan Vali Konağı vardır.
Meydan ile ilgili eski fotoğraflara rastlamıştı. Kışladaki askerler meydanda içtima yaparken çekilen  bir fotoğraftı.
...
Düşündü; "O meydan şimdi ise daha değişik toplantılara ev sahipliği yapmaktadır. Resmi teşrifat ve törenlerin dışında, ramazan ayı gelince ramazan şenlikleri, siyasi gösterilerde de miting meydanı olarak  kullanılır. Askeri birlikler  son on yılda bu meydana çok fazla çıkmamıştır. Siyasiler daha çok çıkmışlardır. Akşam üzerleri meydanın doğu kısmındaki okuldan çıkan öğrenciler meydana koşarak çıkarlar kimi top oynar kimi tekerlekli arabalarla gezer dolaşır, yarışır. Yaz gelince açılan su fıskiyeleri altında ıslanmak da ayrı bir eğlencedir gençler için.

Bu su fıskiyeleri zemine gömülü olup akan suyun  yayılmaması için, fıskiyelerin etrafında yaklaşık beş metre yarıçapında bir daire biçiminde çevrelenmiş plastikten mazgalları olan su tahliye kanalları vardır. Kanallar belediye görevlilerince her hafta olmasa bile yaklaşık onbeş günde bir elden geçirilir. Çünkü şehrin en yetkili resmi dairesine gelen yüksek makam sahiplerinin modern araçları, park manevraları yaparken, bu üstünkörü imal edilmiş plastik mazgalları çatlatır yada kırarlar. Meydanın altına otopark inşa edilerek hizmete girdiği tarihten bu yana aynı sorun devam eder gider. Araçlar kırar, görevliler değiştirir. Çözüm yok. İş olsun. Ancak şöyle bir çözüm önerisinde  bulunabilinir. Kıran şoför kırdığını ödesin  (!) Gözü yollarda kulakları radyoda olan ve akşama kadar makam araçlarının etrafında pervane sevgili şoför kardeşlerimizin kırıp da ödememek için en uzak yerlere park edeceklerine emin olabilirsiniz.
Yine gece bu şehrin en eski binasının fotoğrafı çekilirse ya da bir gece fotoğrafına rastlanırsa, rengarenk bir manzarayla karşılaşılır. Hoş bir manzaradır. Ve şehrin en eski meydanına en eski binasına güzellik renklilik katar.
Bu renkli ışıklar, bina kapısı ile anıt arasındaki yolun iki kenarına, iki paralel kol halinde baştan başa döşenmiştir. Yaklaşık otuz santimetre eninde ikiyüz metre uzunluğunda gökkuşağı renklerine uygun olarak sıralanmışlardır. Mukavemeti,  ortalama insan ağırlığına göre hesaplanarak biçimlendirilmiş 30x 25 cm ebatlarında dikdörtgen plesiglaslar, altında ışıklar olan boşluğun üzerine uzunlamasına yerleştirilmiş ve kenarlarından paslanmaz saç ile zemine tutturulmuştur. Güzeldir güzel olmasına ancak herhangi bir toplantı öncesi alana giren  vasıtaların, iş makinalarının veya  vinçlerin ağırlığı altında dayanamayıp önce esnerler, ardından çat diye iç tarafa göçüverirler. Özellikle gecenin bir vakti meydandan geçenler için bu kırık plesiglaslı boşluklar büyük tehlikedir. Bu plesiglaslar da plastik su tahliye mazgallarını düzelten aynı ekip tarafından tahminimce akıllarına estikçe, ya da yüksek makamlara şikayet gittikçe, ya da şehri değerli büyüklerimiz ziyaret etmezden önceki telaşlı zamanlarda düzeltilir, tamir edilir, yenilenir.
Böyle sürer, gider, gelir, düzeltilir, kırılır, çatlar, yine gelir düzeltilir, gidilir, gelinir. Ekip; asık suratlı, işini ciddiyetle yapan, kimseyle muhatap olmayan şahışlardan müteşekkildir Ancak ellerindeki malzeme  bu işe uygun değil kalitesiz, yetersiz diyemezler. Çünkü onlar emir kulu işçilerdir, malzemeye karışamazlar ne tip malzeme verirlerse onu döşerler. "Memlekette ışığı renkli olarak yayacak, araçlar geçince kırılmayacak sağlam malzeme yok ki. Fıskiyeden akan suların toplandığı tahliye mazgallarına, plastik malzeme yerine döküm ya da, paslanmaz demirden mazgal  imal edecek imkan ve yetenekte uzmanlar  bulunsa idi, böyle olmazdı (!)" diyemezler.
...
Bir zamanlar mezarlıklar da şehrin içindeydi. Yeni nesillerin mezarları görmesinin moral ve motivasyonları üzerine olumsuz etkileri olduğu için, her an gözlerinin önünde bulunan atalarının mezarları yakınında rahat eylenemedikleri için zamanla şehir dışına çıkarılarak, bu yerler başka amaçlarla kullanılmaya başlandı. Şehir içinde bulunan askeri birlikler de bazılarının rahatını kaçırıyor olacak ki -aynı  mezarlar gibi- şehir dışlarına uzaklaştırılmaya başlandı denebilir. Hükumet meydanının batı kısmında bulunan ve yanıp yıkılan askerlerin kışlası da önce ilk yılların imkansızlığı, sonra yeni neslin hayata bakış açısının değişmesi nedeniyle yapılamamış olabilir. Yeni nesil askeri vesayet denilen bir kavram nedeniyle askerden rahatsız oluyordu. O asker ki Milletin bağımsızlığı, devletin devamlılığı için canını feda etmek amacıyla Asker Millet olmanın da etkisiyle Milletle bir aradayken, birilerince bilinçli ya da bilinçsiz olarak   görünmeyen mahfillere uzaklaştırılmış olabilir."  Diye karmaşık düşünceler geçti kafasının boş olup iş bekleyen kısımlarından...25.02.2019

Plesiglas: Işıgı geçiren renkli yarı saydam sert  plastik diye bilinir.

22 Şubat 2019 Cuma

Söz

Eski dönemlerde şehzadelerin devlet yönetimine alışmaları için staj yeri niteliğinde sayılabilecek yerleşimlerden olan bu şehir, önceki günlerde yine önemli bir misafir ağırlamıştı.
Bu ağırlanışın ve uğurlanışın devlet yönetimi gereği mi, günlük siyasi faaliyetlerin bir tezahürü mü olduğu konusunda dillendirilemeyen, gönüllerde saklı kalan bazı soru işaretleri olsa da, herkes görevini layıkiyle yapmaya çalıştı. Her ne kadar yapılanların bir kısmı uzun zamanlardır devam eden temayüllerin dışındaymış gibi göründe de, artık yeni düzene ayak uydurmak ya da kenara çekilip olanlara seyirci olmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalındığında, ikbal ya da ekmek ikilemi nedeniyle, imkanı olanlar son şıkkı seçmek zorundaydılar. 
Kendisi de bu ikilem arasında istemeyerek son şıkkı seçen, son şıkkı  benimsemeye çalışanlardandı. Ancak kendisini bir türlü adapte edemediğinden, her olayda sessizce, aksayan adımlarla biraz geriden geliyordu. Acaba, "Yaşının ve deneyimlerinin ona  verdiği pervasızlıkla bazen belki de oturulması gereken yerde oturmuyor, susması gereken yerde susmuyormuydu?" diye düşündü.
İşyerinde birlikte çalıştıkları genç arkadaşların bazılarının "kendisini tutamanın gelecekte bazı olumsuz sonuçları olabileceğini" ima eden  uyarılarına rağmen ileri geri söylendikleri oluyordu.
Oluyordu da ne değişiyordu. Bir şey değişmiyordu. Her şey olacağı yöne doğru akıp giderken belki de böyle yapmakla genel huzuru bozuyordu. 
Diye düşünerek bundan sonraki zamanlarda daha sakin, öfkesini kontrol eden bir pozisyonda olacağına dair söz verdi.  (  22.02.2019.16.17 )

20 Şubat 2019 Çarşamba

Eski Pencere

İlin ve şehrin en yetkili müessesesinin en başarılı İl Müdürüne bağlı olarak faaliyet gösteren büroda bugün işler sakindi. Dışarıda, bir kaç gün sonra teşrif edecek değerli misafirlerinin aksaksız ve eksiksiz ağırlanması için çalışmalar son hızla ve gayretle yürüyordu. Binanın kuzey kısmında bulunan yaklaşık ikiyüz elli senelik meydan, yeni bir toplantıya daha şahitlik edecekti. Yaşamakta oldukları zamanın koşulları içinde nice amir ve memur buna benzer hazırlıkları eksiksiz bir şekilde tamamlamaya çalışmıştı. Ve o hazırlık süreci içinde eğer bir aksilik çıkarsa ikbal (gelecek) beklentilerinin çok daha uzak tarihlere doğru uzaklaşacağı kaygısıyla,  ya da stresiyle misafir gelip ağırlanma süreci  dahil uğurlanıncaya kadar şehrin en yetkilileri  yerlerine oturamazlardı. Ve onlarla birlikte alt kademede hazırlığa dahil olan diğer ikbal bekleyicileri de.. 
Büronun kuzeye bakan eski ama yenilenmiş, tadilat geçirmiş bulunduğu binanın heybetine uygun ölçülerdeki penceresinden dışarıdaki seyyar geçici  hazırlık çalışmalarını bir süre seyretti. Her hareketiyle  ve eylemiyle inananlara örnek olan peygamberin sade hayatını içini çekerek hatırladı.   İtibarı ve büyüklüğü seyredenlerin dimağlarına nakşederek  ikna etmek yerine ve seyircileri hipnotize etmek yerine, sade ve samimi olmak daha kolay değil mi? diye düşündü zihninin kimselerce bilinmeyen loş bir labirentinde...

(20.02.2019)

18 Şubat 2019 Pazartesi

Çınar Tohumu

Her zaman olduğu gibi o sabahta bilinen yollardan bilinen kişilere selam vere vere işyerine yaklaşmıştı.
Beyaz Fil İşhanının güneyindeki yoldan ilerlerken önce sağ tarafta dükkanını yeni açmış olan ve eşyalarını dışarıya sergilemeye çalışan kurukahveciye selam verdi. Sonra iş hanının güney doğu köşesinde renault otomobilinin arka bagajında yoldan gelip geçenlerin ufak tefek ihtiyaçlarını satan ihtiyarı aradı gözleri. Satacağı eşyaları sergilediği otomobilinin arka bagaj kapağı açılmamıştı. Eski 1978 model binek renault otomobilin çevresinde kimseler yoktu. Demek ki ihtiyar işinin başına gelmemiş, dükkanını(!)  açmamıştı.
İşhanının köşesinden sola döndü, birkaç adım sonra sol yanında yaklaşık on yıldan bu yana kapalı olan Beyaz Saray sinemasının kırık camlı kapısı ile kapının üzerinde  oynayan filimlerin afişlerinin raptiyelendiği ilan levhasını gördü. Levha, yılların ilgisizliği ile tozlanmış ve artık iyice öne doğru bükülmüştü. Her an yoldan geçen birinin üzerine düşebilecek durumdaydı. Biraz daha adımladı. Bu defa Şehzadeler Belediyesine ait araçların park edildiği yeri bekleyen güvenlikçiye rastladı.. O sırada yerde bir kaç ezik çınar ağacı tohumunu farketti. Ezilmişler ve tozları etrafa yayılmıştı. Ağaçlara baktı. Üzerlerinde dökülmeye hazır nice tohumun azıcık esecek ve onları sallandıracak yelleri beklediğini gördü.
 Ancak hepsi düşse dahi bir tane bile yeni fidanın yetişemeyeceğini de farketti. Çünkü her yön taş ve betondu. Düşen tohumların ezilmekten ya da çürümekten başka, sadece bilinçli birilerinin toplayıp uygun bir yere ekmesiyle yetişme şansları vardı. Memlekette o şuurda  insanların bulunduğunu biliyordu ama "hangisi ne zaman buradan geçecek de fark edecek ki" diye düşünerek dalgın dalgın yürümeye devam etti. "İnsanın bahtından bahsederler ama ağaçlarında bahtlarından bahseden bulunmaz. Belki de bahtın güzel olsun sözü yaratılış amacınının dışına savrulmuş her şey, her nesne için söylenmeli. Ne yazık ki işhanının önüne ekilen çınarlar kuruyuncaya, yani hayat döngülerini tamamlayıncaya kadar yeni fidan yetiştiremeyecekler, üzücü " diye düşündü.
Gözünü yerden kaldırdığında. işyerine giden son köşeyi de döndüğünü farketti. 
Memleketin en yüksek yetkili resmi dairesinin yüzon küsur yıllık mermer merdivenlerine gelmişti. O anda botlarının altının biraz kabarık olduğunu farketti. Merdivenlere tırmanmadan önce bir kenarda silkeledi. Botlarının altından açık kahve renginde bir toz bulutu yükseldi.
"Hay Allah yine mi çınar tohumları, belediyeler de temizlik hizmetlerini düzgün yapmıyorlar ki" diyerek öfkeli öfkeli merdivenleri tırmanmaya başladığında, biraz önce Sigorta İşhanının yanından geçerken gördüğü çınarları ve çınar tohumlarının akibeti hakkındaki düşüncelerini ve üzüntülerini çoktan unutmuştu. (19.02.2019)


14 Şubat 2019 Perşembe

Üç Arkadaş

Dün akşam üzeri iş çıkışında etrafa göz gezdire gezdire ilerlerken; " her gün aynı yollardan sokaklardan gelip gidiyorum. En azından yolları değiştirerek hayatıma yenilik getirebilirim." diye düşündü. İlk uygulamasına bot aldığı ayakkabı mağazasına uğradıktan sonra hiç bir yöne dönmeden batıya doğru yürümekle başladı. Ne zamandan beri görmediği yerleri gördü, yenilikleri keşfetti. Ayrıca ortaokul ve lise arkadaşlarından uzun zamandan beri karşılaşmadığı birkaçını telefonla aradı. Hem kendisi hem de aradığı arkadaşları bu telefon görüşmelerinden memnundu.

Bu sabah da evden işyerine doğru ilerlerken; "Farklı birşeyler yapmaya devam etmeli." diye düşündü. Şehrin o en yetkili resmi dairesinin yüz on küsur yıllık binasına geldiğinde, bu düşüncesini sol yanında oturan -pardon görev yapan- iş arkadaşına açtı. Kendisinin de bazı istekleri olduğunu belirterek birlikte gitmeyi sevinerek kabul etti...

Yemekten sonra  buluştuklarında yanında  Büyükbelen  bölgesinin namlı  zeytin üreticilerinden olan Beyefendi de "uyumaktansa ben de sizinle geleyim bari" diyerek, değerli uykularından fedakarlık ederek, iki iş arkadaşının yanında bulunarak şeref verdiler. 

Böylece üç iş arkadaşı gidecekleri bölgeyi diğerlerine göre daha iyi tanıyan bu yazıyı yazan şahıs mihmandarlığında, Spil dağından esen insanın içini buyduran sert rüzgarı yararcasına güneye doğru ilerlemeye başladılar. Gidecekleri yer haftanın bir günü toplanan satıcılarla, yine orada satıcıların toplandığını bilen meraklılar ve uygun gördüklerini alabilen alıcıların bir araya geldiği, sokak aralarına rastgele sıralanmış seyyar bir alışveriş merkeziydi.

Hava koşulları bozuksa (çok yağmurlu ve çok sıcaksa)  ve ülke ekonomisinde taşlar yerine oturmuşsa, herkes halinden ve ahvalinden memnunsa bu sokaklar boş kalırdı. Ne alıcı ne de satıcılar olurdu. ya da alıcı olsa bile satıcı olmaz, satıcı olsa alıcı olmayabilirdi. 

Şanslıydılar, çünkü koşullar her yönden uygundu ve ortam canlıydı, alakalıydı. Yaklaşık yarım saat bakındılar dolaştılar, isteklerinin bir kısmını karşılayabildiler.
Dönüş yolunda ilerlerken üçünün de yüzleri gülüyordu. Birlikte şehrin o en yetkili resmi dairesinin yüz on küsur yıllık binasına geldiklerinde her üçü de mutluydu. 

Yahya Kemal;" Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, Bin atlı o gün dağ gibi bir orduyu yendik." diye anlattığı eski zamanlarda akından dönen akıncılar gibi şendiler. (Çünkü artık o akınlar gibi akınlar kalmadığından züğürt tesellisi misali basit eylemlerden mutlu olup kıvanç duyuyordu yeni çağın insanları -yani bizler-diyebiliriz.Vesselam. 14.02.2019

12 Şubat 2019 Salı

Talep

Bu  bloga kendi gönlüne göre yazdıkları işyerinde beraber çalıştığı arkadaşlarınca bilinince ve ara sıra muhabbet blogtaki yazılara gelince, değişik isteklerle karşılaşmaya başladı. Bu sözler şaka/ latife  olsa da sonuçta bir talebi dillendirmekteydi. Arkadaşlarının isteklerini zamanında yerine getiremeyeceği düşüncesinin verdiği telaşla, sebebini anlayamadığı hafif bir stresin ya da baskının  oluştuğunu hissetmeye başladı. Ancak daha sonra  herhangi bir bir işi sonuçlandırabilmek için içten ya da dıştan tahrik edici/itici bir kudret gerektiğini de anladı.

Öyle olmasa da sanki yazmaya zorlanıyormuş, yazmak mecburiyetinde bırakılıyormuş düşüncesi zihninde yer etmeye başladıkça -blog sayfasına yazmak için- önceki zamanlardaki kadar sık giriş yapmadığını, parmaklarının  klavye tuşlarına basmadan önce biraz kasıldığını farketti. Bunun sebebinin okuyucuya beğendirmek endişesi, eleştirilerle fazla karşılaşmamak olduğunu anladı. Yani sorgulanmaktan çekinmenin getirdiği bir gerginlik de denebilir.

Anlatmak istediklerini yazıya dökmesine rağmen kelimeleri yerli yerinde kullanamadığı için  cümlelerinin yeterince anlaşılamaması / yanlış anlaşılabilmesi ihtimalini şimdiye kadar hiç düşünmemişti. Demek ki her okuyanın farklı bakış açıları oluyordu. Ve bu açıları da göz önüne alarak düşündüklerini ifade etmeli idi.

Farketmesine farketti ama, bir yandan da çevresinde müşahade ettiklerini ve kafasında birikenleri kayda geçmek zorunda olduğu düşüncesiyle bir başka türlü baskı altına girdi. 
...
Bu sabah da kafası karmaşık fikirlerle dolu olarak apartmanın kapısından besmeleyle çıktı. Şehirde dün akşam üzerinden beri yağan yağmurdan dolayı yollar yol olmaktan çıkmış dere olmuştu. Her zaman gidip geldiği için ezberlediği sokakları, sokaklardaki tökezlenme riski olan noktaları da dikkate alarak sakına sakına yola revan oldu. Hep saçak altlarından yürümeye, meydanlardan açıklıklardan geçerken yağmurun yağış yönüne göre şemsiyesini ayarlamaya özen gösterdi.
...
Mesai günlerinde her sabah her mevsim her koşul altında arşınladığı bu güzergahı bir gün gelip de arşınlayamayacağını düşündü. Emekliliği gelip geçmişti. Çocukların geleceğini daha rahat hazırlayabilmeleri bahanesiyle (bir nevi fedakarlık havasında) gidip geliyordu. Ancak diğer açıdan da bırakınca ne yapacaktı. Erkek kardeşi işlettiği yerlere devamlı çağırıp duruyordu. "Gel abi bırak artık  beraber çalışalım" teklifini Abisine tekrar etmekten bıkmıştı. Kendisi de kardeşinden bu teklifleri dinlemekten bıkmıştı. Yenilik girişim zor geliyordu. Alıştığı tek düzelik, yeknesaklık bilinen işlemlerle günü geçirmek ona yetiyordu. Ama sıkılıyordu da. Sonunda kendisinde eksik olanın cesaret olduğuna kanaat getirdi. Yıllarca alıştığı düzeni ve birikimlerini -elinde var olanları -kaybetmekten korktuğunu düşündü.
...
Ve sonunda şehrin en yetkili resmi müessesesinin kapısından girerken kendini şöyle bir göz ucuyla incelediğinde çok şükür önceki yağmurlarda ıslandığı kadar ıslanmadığını gördü.  Zafer kazanmış bir kıpti gibi güvenlik noktasından içeri ve sola doğru adımlamaya başladı. Güvenlik görevlilerini önceki günlere göre daha bir sevinçle, kıvançla selamladı. Pardesüsünün fermuarlarını açtıktan sonra, şemsiyesini kuruması için çalışma odasının girişindeki büyük temizlik dolabının üzerine bıraktı. Yaklaşık sekiz saatini geçireceği yüzonyıllık eski kapının önündeydi. 
İçine derin bir nefes çekti. ve sol elindeki öğle yemeği poşetini fazla sarsmadan sağ eliyle yavaşça kapıyı açtı.

Yeni bir iş (!) günü başlıyordu.(12.02.2019)




.

8 Şubat 2019 Cuma

Çeşnigirde Cuma Vakti

Günlerden Cumaydı. Mübarek günlerden Cuma. Önceki gün yağan yağmur yerini dağdan esen soğuk yellere bırakmıştı. Güneş ışıklarının vurduğu alanlar bile ısınmıyordu. Dağdan esen serin yel şehrin her tarafını dolaşıyordu. Nerede bir bağrı açık kul bulursa onun bağrına bağrına eserek üşütüyor, örtünmeye zorluyordu. 
Cuma namazı vakti yaklaştığından işyerinde abdestini aldıktan sonra önce Hatuniye Camiine uğradı. Ancak cami kalabalıktı ve protokol ve güvenlik tedbirleri nedeniyle bir gerginlik hissettiğinden üst kısımda olan Çeşnigir Camisine gitmesinin daha hayırlı olacağını düşündü. Camiye geldiğinde dışarıda bir yer buldu, oturdu. Oturdu ama sol yanından esen rüzgar sebebiyle önce ceketini ilikledi sonra sapkasını başına iyice geçirdi. Yetmedi pardesünün fermuarını kapattı. Yetmedi ensesini örttü, Ancak ısınabilmişti.
İmam vaazına devam ediyordu. İmamın tatlı tatlı nasihatları içini bir hoş ediyor rahatlatıyor, gitgide gözkapakları kapanıyordu. Sonunda namaz bitti yavaşça yerinden kalktı. Botlarınınn bağcıklarını bağladı. Ağır adımlarla şehrin en yetkili resmi dairesine doğru yürümeye başladı...08.02.2019

7 Şubat 2019 Perşembe

Fener

Fırtınalı, dalgalı denizlerin ortasında karanlık gecelerin bir yerinde çalkalanırken gemi, uzakta yanıp sönen cılız ışık yolculara umut olur. 
Eğer o sulardan daha önce de geçen bir denizci varsa gemide, der ki "o deniz feneridir." O deniz feneri karanın yakın olduğunu ancak yaklaşılması halinde kayalıkların bulunduğunu dikkatli olunması gerektiğini anlatır denizdekilere...

Hepimizin bildiği gibi deniz feneri uzak denizlerden görülebilecek yüksekçe beyaz bir kulenin üstünde geceleri ya da karanlık sisli günlerde yanan bir ışık kaynağıdır. Fenerin hemen yakınında  ailesiyle  yaşayan bir kişi görevlidir.

Görevli kişi, orada kıyıya inşa edilmiş deniz feneri mevcut olduğu zamanlar boyunca nice fırtınalarda nice gemilere nice bin yolcu ve tayfaya yaktığı ışıkla karayı belli ederek hayatlarını kurtarmış ya da hayatlarını kolaylaştırmıştır.

Fener; kara ile denizin birleştiği en keskin en tehlikeli noktadadır. Daha önce yaşanan acı tecrübeler sonucunda denizlerden geçenlerin sarp keskin kıyılara gelmemesi için, rotalarını daha düzgün bulabilmeleri için,  özellikle ve en önemlisi morali azalmış insanlara moral vermek için inşa edilmiştir.
Kısaca tehlikeye uyarmak (ikaz etmek), yol göstermek, moral vermek için yapılmıştır.

İnsanoğlunun hayatının bir çok noktasında da tehlikeye düştüğü anlar vardır. Bazen araç kullanırken rastlarız. Tehlike uyarı levhası olarak adlandırılırlar. Levhayı görünce belirtilen tehlikeye dikkat ederek araç kullanılır. 

Bazen yanlış davranışlarda bulunanları uyarır çevresindekiler. 
Yine bazen fareli köyün kavalcısı hikayesinde olduğu gibi bir kavalcı çıkar ortaya. Köyden fareleri uzaklara götürerek yararlı iş yapan o kavalcı gibi değil de. 
Yoluna yordamında hayatına devam eden insanları çaldığı kavalıyla çeker alır götürür yokoluşun uçurumlarına atar. Ve insanların bir kısmı önlerinde uçurumdan aşağıya düşen insanların feryatlarını, kavalın tatlı nağmeleri arasında duymaz olurlar ve sonunda onlarda yavaş yavaş yaklaştıkları yokoluşa giden uçurumda bulurlar kendilerini.
İlerlerken kavalcının yakınlarında yolun sonunun uçurum olduğunu hatırlartmaya çalışan -kıyıdaki deniz feneri gibi- uçurumun kıyısında bazı kişiler görürler, durun gitmeyin diyen. Dinlemeyip devam ederler.
Bu yüzden her tatlı çalan kavalın ardından gidenler gibi olmamalı etrafı inceleyerek ve bu gidişin sonunun nereye olduğunu idrak etmelidir.


Yeni bir şey yok

Dün havanın yağmurlu olacağını öğrenince sabah işe tedbirli gelmişti. Evden işe doğru adım adım ilerlerken bazen hafif çiseleyen, bazen de duran yağmur altında şemsiyesini açıp kapamaktan yorulmuştu. Geceden bu yana aralıklı yağan yağmur, şehrin yukarılarından aşağılara doğru  azar azar çoğalan derecikler oluşturduğundan, kavşaklardan karşıya geçerken zorlanıyordu. Özellikle dikkatsiz ve umarsız sürücülerin hızlı kullandığı araçların tekerlekleri, yolda göllenmiş suları kaldırıma doğru attırdığından, çamurlu sulardan sakınmak için  yola uzak ve temkinli  yürüyorlardı. 

Hava dağ tarafında yani şehrin güney kısmında daha kapalıydı. Dağın zirvelerine yerleşmiş yağmur bulutları günün aydınlanmasını geciktiriyordu. O nedenle saati gelince otomatik olarak aniden kapanan yol ışıkları ortalığın daha da kararmasına sebep olmuştu.
Zihninde  farklı ve yeni düşünceler dolaşıp dururken, gide gele alışan ayakları, gayri ihtiyari (istemdışı) olarak, her zaman yürüdüğü yolları, her zaman adımladığı gibi adımlayarak, sonunda şehrin en yetkili resmi dairesinin yüz on yıllık mermer merdivenlerine ulaştı. Şemsiyesini yavaşça kapattı. Şapkasını çıkardı. Girişte bekleyen güvenlik görevlisine sabah selamını verdikten sonra her zaman açıp kapadığı eski kapının önüne yine geldi. Yeni bir iş günü başlıyordu...
....
Öğleden sonra olmuştu. Yanındaki masada başında kavak yellerini evleninceye kadar durduramayacak olan arkadaşı, o çok sevdiği radyosunda " Şemsiyenin ucu basma" diye bir türkü bulmuş onu dinletiyordu. Zamanında Samanyolu radyolarında dinlediği ve bir türlü ısınamadığı o  spikerin ağlamış sesi olmasa daha iyiydi ama... 

Bilgisayarın klavyesi aracılığıyla  blog sayfasına; "Ne yapalım radyonun düğmesi onun elinde...Sabrediyoruz... Saatin beş olmasını, çalışma gününün dolmasını bekliyoruz." diye kayıt düştü 

Bu arada odada bulunanlarda  bir sessizlik var gibi. Öğleden sonranın durgunluğu mu, türkülerin efkarı mı, hayatın omuzlarına binen ağırlığı mı? Bilinmez..  

(07/02/2019 15.14)

6 Şubat 2019 Çarşamba

Yenilik

İlin en yüksek dereceli resmi dairesinde önceki aylarda sınavlar yapılmıştı. Bir üst makama geçmek için sınava girenlerin sınav sonuçları açıklandı. Bu defa kim nereye tayin olacak acaba sorularına cevaplar aramakla, tahminlerde bulunmakla  geçen bir aydan sonra,  yerinden oynayan sarsılan taşlar, suları da fazla bulandırmadan  yavaş yavaş yerine yerleşti.. 
Sınavı kazananlar yeni görev yerlerine yerleşmeye, yeni yerlerine alışmaya başladılar. Bu arada görev yaptığı birime gelecek olan nice isim tek tek elendi. Ve en son işyeri arkadaşlarının ortak konsensusla kabul ettikleri, ancak olacağı konusunda emin olamadıkları değer verdikleri bir yakın komşu bürodaki  arkadaşlarının  tayin olduğunu sevinçle öğrendiler.
Tayin kararlarını -yani taşları suları bulandırmadan yerleştiren- yüksek yetkililerin de tecrübeli oldukları bu işlemle bir kez daha teyid edilmiş oldu.  
Yaklaşık bir aydan bu yana büronun doğu penceresi önündeki orta masada oturan yeni arkadaşlarının her sabah gülen yüzünü/ tebessümünü görmekten dolayı, bürodaki tüm personelin memnun olduğu, odada devam eden sohbetlerden belli olmaktadır. (-her ne kadar bu yazıyı klavyeler aracılığıyla bloğa aktaran  kişinin  kulakları arasıra biraz zonklasa da (!) ) 
Eğer tersi olsaydı, negatif bir tavır  ve soğuk ve sessiz bir ortamı yani odayı ısıtmak için kaloriferleri en yüksek dereceye yükseltmek  zorunda kalınacaktı.(!)  Vesselam. (06.02.2019)

4 Şubat 2019 Pazartesi

İkinci Bahar

İşyerinin sık sık kırılıp tamir edilen eski radyosunda  Sezen Aksunun sesiyle "ikinci baharı yaşıyor ömrüm, gel benim yarim oluver şimdi" diye sürüp giden bir şarkı çalmaya başladı, Sezen Aksu, o pürüzsüz sesiyle terennüm ettiği şarkılarda ifade etmek istediklerini gerçekten çok net hissettiriyor. Allah her insana farklı farklı yetenekler kabiliyetler hususiyetler bahşetmiş. Şarkıyla beraber, şarkının kelimelerle ve seslerle ortaya çıkardığı duygu dünyasının etkisiyle  bir süre sanki dünyanın gerçekliğinden uzaklaşıyor ve havaya asılı kalıyor dinleyen... 
Ramazan ayının son yedi gününün getirdiği sükunet ve durgunluk içinde ayrıca  anlatılamayan bir rahatlık var bünyemizde. Rahatlık midenin tembelliği, vücudun akşama sağlıklı olarak erişebilmek için var oran dahili kaynaklarını dikkatli harcama çabası hareketleri sınırlıyor. Dinginlik sadece bedende değil, ruhlarda da var. Bedenin dinginliği ruhu ve isteklerini hırslarını, keskin hedeflerini de durgunlaştırıyor, törpülüyor. İyi de oluyor. Stress denilen kötü vakıa Ramazan boyunca yanından uzaklaşıyor ..Gevşeklik ve dinginlik  (belki  de sabrı artıran da bu iki öge) stresin panzehiri mi?
Sol kulağı yine çınlamaya başladı. Neden çınlar? Durup dururken ne etkiler de çınlamaya başlar kulak? Birisi andığında çınlar derler ama bu bir laf u güzaf sebep vücut kimyası, hormonlarla ilgili olmalı diye düşündü. 

Bavul 2

      Bavul deyince, sadece dikdörtgen biçimli dört köşeli bir eşya taşıma kutusu geliyorsa aklınıza, yetersiz bir hayal gücüne sahipsiniz demektir. Bavul, yalnız gezen  seyyahların alametidir. İçinde her zaman lazım olacak temel eşyaları yerleştirdiği bir seyyar elbise dolabı denilebilir. Pratiktir. 
      İçindekileri çıkarıp yaymadıkça, bir kenarda senelerce içindeki eşyalarla bekleyebilir. Bir merak eden olmadıkça bırakıldığı yerdedir. Eğer senelerce kalmışsa bir köşede iki sebeptendir. Ya onu diyar diyar sürükleyen zat gezmekten vazgeçmiş mukim olmuştur. Ya da yer altında hepimizin gideceği yere bizden önce vasıl olmuştur. 
    Bir köşede merak eden çıkıncaya kadar bekler. Günler aylar yıllar sonra meraklı bir fani açar fermuarlarını, silkeler tozlarını, merakla içini kurcalamaya başlar. Her eşya her fotoğraf, merak edeni bavulun sahibinin yaşadığı döneme götürür.Yaşadığı zaman ile geçmiş bavula sıkışıp kalmış zaman arasında bilmediklerini görmediklerini gördükçe ve öğrendikçe merakı daha da artar....


Aksak Bavul

     Bazen yolda ilerleyen yorgun insanlar görürsünüz, ardında sürüklemekten bıktığı, yüzünün mimiklerinden belli olan, tekerleği tıkır tıkır ses yaparak gelip geçtiğini çevreye duyuran bir aksak bavulla önünüzden geçer gider. Her zaman yolda gördüğünüz bir manzaradır bu. Önemsemezsiniz. Dikkatlice baksanız o yoldan geçenin gözlerine, yorgun yüz hatllarının ardında sevinç mi, hüzün mü sakladığını bilebilirsiniz.
    Uzak diyarlarda ızdırapları bırakıp sevdiklerinin yanına geliyorsa, yorgun sevinç ışıltıları vardır gözbebeklerinde. Uzak diyarlara sevdiklerini, güzel anılarını bırakıp da belirsizliğin girdabına doğru ilerliyorsa, göz bebeklerinde, yorgunluklardan dolayı kırışmış yüz hatlarında tedirginliğin, bezginliğin, tereddüdün saklandığını farkedebilirsiniz. İşte o an cesaretlenip de o yorgun yolcuyu "gel kardeş biraz soluklan şurada, bir çayımı iç de dinlen." diyerek çağırıverseniz yanınıza, yüz hatlarındaki bezginliğin, bitkinliğin gitgide yok olduğunu, bir ışıltının mücadele azminin yeniden tüm vücudunu etkilediğini de farkedebilirsiniz.
   O yorgun yolcu çayını içtikten sonra  gitmek üzere ayağa kalktığında eski halinden bir eser kalmadığını, daha emin adımlarla ve daha hızlı ( yokuş yukarı bile olsa) ardındaki bavulu sürüklediğini göreceksiniz. 
   Yaşayacağı daha sonraki yıllar boyunca içtiği o sıcak çayın tadını, Sizin güven veren halinizi ve güleryüzünüzü inanın unutamayacaktır.
    Kendi hayatımızda  bunun bir çok örneğini yaşamışızdır. Allah bu fani dünyada iyilik yapanların ve güler yüzlülerin /güzel yüzlülerin sayısına arttırsın.
     Güler yüzlü insan güzel yüzlüdür. Madden güzel yüzlü olmasına rağmen  güler yüzlü değilse, o güzellik  ne kendine ne de insanlığa yararı olmayan  donuk bir mona lisa tablosu gibidir, diyebiliriz. Vesselam. (04.02.2019-11.25)

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...