13 Aralık 2020 Pazar

Son gün

"Kendimi hazır hissetmiyorum" derler bazen sorumluluktan işten güçten, yüzleşmekten, sorgulanmaktan kaçınan insanlar. Belki de yapılması zor olan bir işe başlamamak için bir bahanedir bu söz. Bazen bir ömür biter ama o hazır hissedilecek an bir türlü gelmez.            

Çünkü kendimi hazır hissediyorum demek; sorun,  konu, proje, başlanacak her ne ise "başlayacak cesaretteyim" demektir.

Bunun zıddına bir kısım insanlar da -hazır olmasalar dahi-, düşünmeden dalarlar ve aksaklıklar, sorunlar karşılarına çıktıkça ellerindeki imkanlarla çözüm arar ve bulurlar. Nasıl olsa "kervan yolda düzülür hele bir başlayalım da sonrası Allah Kerimdir." derler. 

Ömür boyunca hayatın muhtelif noktalarında değişik sorunlar ortaya çıkacaktır. İşte bu sorunları karşılama durumumuz çözüm yöntemlerimiz çözme gayretlerimiz -sorun çözülsün ya da çözülmesin- kaderimizin kaydedilen eylemleri ya da eylemsizlikleridir. Ve hesap günü geldiğinde başarılar kadar, başarılı olsun olmasın çözme yöntemlerinin meşruluğu da değerlendirilecektir. Yani hayat oyununun her noktasında yapılanlar kadar yapılamayanlar da denetimden geçecektir. 

Bunlar inananlar tarafından bilindiği halde nasıl olsa bir gün yaparım düşüncesiyle genellikle boş verip ertelenebildiği kadar ertelenmeye çalışılır. Ancak yarına kavuşacağı meçhul olan insanın "ya yapamazsam." diye tedirgin olarak bugünün işini yarına bırakmadan bitirmesi gerekmez mi? 

Çünkü kimbilir belki de bugün son günümüzdür.

Bu yazı da, nice zamandır bloga yazmaya hazır değilim hazır olunca sonra yazarım düşüncesi ile aylardır oyalanan biri tarafından kaleme alındığından ,kendisi de bu muammanın yaşayan bir şahididir.

2 Kasım 2020 Pazartesi

Kaybeden Simitçi

Umumiyetle simitçi dense de onun yaşadığı şehirde sabahları çayla ve küçük bir peynir parçasıyla kahvaltılara tat veren bu hamur işine -nedendir bilmez- gevrekçi denirdi. O gün fırına ilk gidenlerden olduğundan ilk sıra onundu. İlk çıkan simitleri  tablasına sıralayarak daha güneş yeni doğarken  fırından sevinçle ayrılmıştı. Erken simit alan simitçi ilk müşterilere daha erken ulaşabilirdi ve simitlerini daha çabuk satabilirdi. Bağıra çağıra sokakları geçti. Manisa şehrinin batı ucunda tel örgülerle çevrili batı kışlanın subay lojmanlarına yakın olan tarafındaki eğitim alanlarına yaklaştığında, yeşil şapkalı askerleri arazide-eğitim alanında- şapkaları yere eğik dolaştıklarını görünce tel örgülere doğru ilerledi. Yine gücünün yettiğince bağırıyordu. 
Daha rahat seçebilsinler alabilsinler diye düşünerek simit tezgahını tel örgünün dibine yerleştirdi. Taze simitin buram buram kokusu çevreye yayılıyordu. Önce yakındaki bir kaç asker geldi. Tam alırlarken uzaktan bir düdük sesi duyuldu. Nöbetçi çavuş askerleri içtimaya mı çağırıyordu? Simit tablasının yanından geçerek içtima alanına gidecek olan  diğer askerler de gelerek telaşla simit almaya başladılar. Ortalık bir an karıştı. Bir anda tüm simitleri bitiriverdi. Tel örgüye simit uzatırken para alırken verirken kalabalıktan her şey karıştı. Para alıp simit vermeye yetişemeyince askerler tabladan kendileri almaya başladılar. Tabladan simiti alan asker abi koşa koşa gidiyordu. Kim  para atıyor., kim atmıyor, kim ne yaptı, nasıl oldu anlayamadı. Herkes yeşil elbiseli yeşil şapkalıydı. Simitler bir anda bitmişti.
O ise gecenin bir vaktinde fırına erkenden gitmenin sabaha kadar beklemenin uykusuzluğuyla sabahın mahmurluğu ile her şeyi karıştırdı. Satışlar dört beş dakikada sonuçlanmış. tablada hiç simit kalmamıştı.  Hesabı karıştırmanın simitleri bir anda kontrolsüzce satmanın, bitirmenin karmaşıklığı içindeydi. Elinde bir kaç simit parası vardı. Ama onlarca simit alınmış simit tezgahı bomboştu. 
Simitlerin bittiğine sevineceği yerde içine bir hüzün çöktü. Oturdu, üzüldü.  içi sıkıldı. Ümidini kaybetmişti. Üç kuruşluk sermayesi bir anda kaybolup gitmişti işte. Keşke bu tel örgüye yanaşmasaydı. Biraz daha uzun zaman alsa da başka yerlerde yine simitlerini satacaktı. Şu anda ise kaybetmişti. Kısa bir süre içli içli sessizce ama hıçkırarak yutkunarak ağladı. Ağlayınca biraz ferahlamıştı. 
Sehpasının üzerindeki örtüyü kaldırınca dağınık bozuk paraları gördü. Topladı bozuk paraları, kuruş kuruş saydı. Hesabı simitlerle tam tamına tutuyordu. Yüzünde yeni bir gülümseme belirdi. 
Biraz önce asker abileri hakkında düşündüklerinden dolayı üzüldü. İçinden geçenlere pişman oldu. Boş tablayı koltuğunun altına sıkıştırarak -bir yerleri fetheden mücahitler- gibi rahatlayarak fırına erkenden gidip fırıncı Remzi Amcası ile hesabını gördü. Kazancını cebine atarak erkenden eve doğru yollandı.
...
Hafızasının bir köşesinde yaklaşık elli yıl öncesinden beri bekleyen bu hatıra ona Türk Askerine neden güvenmesi gerektiğini yaşayarak öğrettiğinden her zaman kahramanlardan emin oldu. 

Ne zaman asker hakkında olumsuz dedikodular çıksa, o gün  yaşadıklarını yeniden hatırlar ve "Allah Ordumuza devletimize zeval vermesin. Hep birlikte Milletimize güzel günler görmeyi nasip etsin." diyerek tebessüm ederdi.

11 Eylül 2020 Cuma

Cibiliyetsiz

12 Eylül. Takvimde sıradan bir gün.Ancak kırk yıl önce bu memlekette yaşayanlar için ise anlamı var. Üzerinden geçen bunca yıla rağmen, 11 Eylül 1980 deki Türkiye bir daha geri gelmedi. Geriye bakıldığında  o gün için kazanım sanılan anarşinin durması dışında bir yararı olmadı. Hala yeni bir anayasa  yapılamadı, hala 12 Eylül anayasası kırpılıp uzatılıp kısaltılarak iktidar sahiplerince kullanılmaktadır. 12 Eylül den itibaren aşama aşama ülke değişti, değiştirildi. Ve şu an itibari ile gelinen noktanın çok da olumlu olmadığı gözlemleyenler düşünenler tarafından ifade ediliyor. 12 Eylül de kurulan bir zemberek memleket insanının boğazında gitgide daha da sıkılaşıyor. Dünyanın merkezinde özel bir coğrafyada üç tarafı denizlerle,  toprakları bereketli ovalarla ve dünyanın en güzide insanlarıyla dolu bu ülkede, o insanlara  fırsatlar imkanlar verilemiyor. Ülkenin her türlü kaynağı yanlış hesaplarla  heder ediliyor. Üzücü. Demokrasisinden,ekonomisine, üniversitesinden sendikasına adaletinden bürokrasisine kadar zembereğin çemberi daralmaya devam ediyor. Bundan etkilenmeyenler ya da kurtulanların hususiyetlerine karakterlerine bakıldığında ise;  güç odaklarına göre pozisyon alıp çıkarlarını geliştirmek ceplerini  doldurmak için manevra yapmayı çok iyi bilen renksiz, fikirsiz  idealsiz bukalemunlar olduğu anlaşılıyor. Ve bu çıkarları peşinde koşanlar  yüzünden iyi niyetle faydalı girişimlerde bulunmak isteyen bir kısım yetkililer de yanıltılıyor. Eskilerin cibiliyetsiz dedikleri bunlar mıydı? Eminiz er ya da geç  cibiliyetsizlerin ehliyetsizlerin kabiliyetsizlerin hakimiyetinin bittiği,  güzel güneşli günlerin yeniden doğacağı korkusuz endişesiz, yeşil ovalara doğru özgürce türküler söyleyip omuz omuza halaylar atacağımız  haykıracağımız coşacağımız günler  gelecektir. 

13 Ağustos 2020 Perşembe

Akış

Ağustos ayının ortalarına yaklaşıldı. Durdurulamaz olan zaman akıp gidiyor. Sadece bir daha geri dönmeden akıp giden fırsatların, güzelliklerin, iyiliklerin  farkına varanlarca yapılan eylemler ve o eylemlerin etkileri, yansımaları  kalıyor geriye. En azından akıp gidene, akıp giderken - suya taş atınca oluşan halkalar misali- yapılanlar bazen anında, bazen de titreye titreye sonraki zamanlarda tesir edebiliyor. O da belki de hassas olanlarca fark edilip değerlendirilerek daha geniş, daha derin yeniliklere yol açabiliyor. Zamanın girdapları arasında tarihin tozlu sayfalarına dahi kaydolmadan kaybolma ihtimali de var. O nedenle akan zaman içinde hassasiyet sahiplerinin bulunması o toplum için bir şans. Ancak yaşanan an itibari ile bilinmedikleri, kadir kıymetleri anlaşılmadığı için bir kenarda bulduklarını kaydederek, biriktirerek/toplayarak gelecek zamanlarda kendileri gibi sabırla bekleyen yeni hassaslara öncülük ediyorlar. 

 Acaba hiç bir şeye dokunmadan gözlemlemek mi gerekiyor. Yoksa akıp gidenlerin içinde bulunan akışın safiyetini kirleten, ileride birikerek daha da olumsuz sonuçlara yol açacak olanları farkedince hemen eğilip bir kenara almak, yani temizlemek mı? Bu ise -suyun bulanmasına yol açabileceği için-  o akış içinde çıkarlarını gözetenlerin tepkisine yol açma ihtimaline karşı yapılması gereken mi? Yoksa...Tepki görmemek için sahte gülücüklerle, sadece pasif edilgen bir duruşla beklemek, beklemek ,beklemek mi?


28 Haziran 2020 Pazar

Sınav

Üniversite sınavının ikinci günü Manisa CBÜ Mühendislik Fakültesi B blokta  giren oğlunun sınavı bitirip çıkışını beklemekte. Bir gün önce beraber olduğu arkadaşını bulamadı.Dolaşırken eski çalıştığı işyerinden iki arkadaşıyla karşılaştı.Kısa süren ayaküstü sohbetten ayrılırken birbirlerinin evlatlarına iyilikler başarılar dilediler. Öylesine etrafını kolaçan ettiğinde, çocuklarını bekleyenlerin kendilerine göre gölgelikli uygun ortamlar bulduklarını,bir kısmının dua ettiği Kur’an okuduğunu, bazılarının cep telefonlarına daldıklarını genel bir sükunet havasının hakim olduğunu müşahade etti. Kendisi de aracına gidip mukavva ile evden hazırlanan çay termosunu alarak uygun bir bekleme noktası aramaya başladı.Kızkardeşinin eşinin de görev yaptığı işyerinin en uç köşesinde bulunan  eski bir kamelyanın boş olduğunu görünce gidip yerleşti.Ve sınav sonuna kadar bazen getirdiği dergiyi bazen de cep telefonundan sosyal medyadaki günlük bilgi ve haberleri incelemeye başladı.Bu arada nice zamandır yazmadığı blog sayfasına bu gün hakkında bir kaç not düşmeye karar verince de okunmakta olan yazı oluştu. Kamelya altında beklerken ara ara başını kaldırıp şehrin güneydoğu ucundaki dağların göğün mavisine yaklaşmış koyu gökmavi silüetine incelemeye başladı. Şehrin kuzeybatı kısmında Yuntdağları eteklerinde kurulmuş üniversite tesislerinde püfür püfür esen hafif yele karşın, çukurda kalan Gediz Ovasının kavuran sıcağının tabana indikçe dalga dalga yoğunlaştığını biliyordu.Yaz günü ovayı bastıran sıcağın, uzak dağların sisli buğulu görünmesine yol açtığını da. Yakın yerler daha koyu, hemen altlarından başlayan ova nispeten daha tozlu asmalar daha açık yeşil, aralarda bulunan yüksek ağaçların gölgeleri nedeniyle daha koyu yeşil görünmesine rağmen, daha uzaklar gökmavinin koyudan açığa tonlarıyla kademelenmişti. Oturduğu kamelyanın etrafında ise bakımsız topraklarda gelişigüzel boy atan kimi kısa  kimi uzun dallı yapraklı otlar çiçekler bitkiler ise nazlı nazlı sallanıyorlardı. Arasıra öten kuşların cıvıltılarından başka ses de yoktu. ... Sınava giren çocukların/gençlerin geleceklerini etkileyecek bir dönüm noktası olan bu anlar bir kaç saat sonra bitecek ama yerini sonuçların açıklanacağı zamana kadar heyecanlı gergin bir bekleyiş alacak    diye düşündü ve içinden “Allah herkesin gönlünün muradını versin.“ duasını mırıldandı. 28.Haziran.2020 Pazar.11:58                  
Aynı günün akşamüzeri yeni bir görev çıktı evden. Çamköyde bulunan eşinin anne babasına ziyaret ve akşam eve dönüş. Çamköye geldiklerinde akşam güneşi şehrin batı tarafında bulunan Organize Sanayi Bölgesinin İzmir sınırındaki tepelerden son hüzmelerini yolluyordu. Ovanın kuzey kısmında yükselen yamaçlarda bulunan köyün  güneyinde kalan şehir yavaş yavaş gündüzün kavurucu sıcaklığından kurtulmuş, akşamın ılıklığı ortama yayılmış gibiydi.Ancak bu durum uzaktan gözlemleyenin bulunduğu mevkiye  göre yanıltıcı bir genellemesi de olabilirdi. Çünkü şehrin güneşin kavurucu sıcağı altında akşama kadar pişen asfalt yollarının beton binalarının emdiği ısının mahiyetini ancak o binalarda yaşayan, yollarda dolaşanlar bilir  düşüncesi ile yazıyı sonlandırdı.

26 Haziran 2020 Cuma

Dönüş

Günler sonra işyerine gelmek nasip oldu. Koronavirüs sebebiyle nice zamandır uğramadığı işyerine iş yeri sorumlusunun çağırması üzerine geldi. İşe, işyeri arkadaşlarına ve bölüm sorumlusuna karşı önceki zamanlara göre daha tahammüllü olduğunu hissetti. Ayrıca bölüm sorumlusunun da daha nazik ve daha sükunet içerisinde bulunduğunu farketti. Sanki bir şeyler daha yerine oturmuş gibi geldi," İnşallah bu böyle devam eder gider. Huzur ve sükunet içinde bir çalışma hayatı sürdürürüz." diye düşündü.
Bugün nedendir bilinmez ortalıkta sükunet rüzgarları esiyor gibi geldi. Acaba fırtına öncesi sessizlik mi? "Çevreden algıladığı bu sükunette  bir süreden beri işten uzakta olmanın, evde bulunmanın tesiri mi var? " sorusu aklından geçti. Önceki zamanlarda başından geçen gerginlikler ister istemez tedirgin ediyor temkinli ve tedbirli olmasına sebep mi oluyordu?
Bürodaki personel sayısının az olması, zamana karşı yetişecek işlerin ve kararların yazışmaların olmamasının yanında  birimle ilişkisi, irtibatı olan dairelerin, müdürlüklerin önceliklerinin koronavirüs tedbirleri ağırlıklı olmasının etkisi de bulunabilir.
Her neyse,  sabah 09 dan itibaren birim sorumlusunca kendisine verilen görev üzerinde gerekli dikkati ve özeni göstererek bir sonuca ulaştı.  Sonraki zamanlarda yeniden ekran başına oturmak temennisiyle klavyeyi bıraktı...

27 Mart 2020 Cuma

Yalnızlar

Fransızların ünlü bir askerleri vardı. Mareşal Lyauteh. Mareşal emekliye ayrıldıktan sonra, bir görev verilir. Görevi bitince de-yeni bir görev için beklerken sabırsızlıkla. ..Azizim ben doksan bir yaşıma basıyorum.Eğer kendime yeni bir meslek yapmak istiyorsam işe derhal başlamalıyım." ( Sf 128 Yalnızlar. Tarık Buğra) 
Hayatın fatihi olmak, hiç değilse hayat döküntüsü olmamak için işte bu iştiyak, bu idrak gerekti.

İş, herhangi bir meşgale zamanı değerlendiriyor. Ruhun çürümesini engelliyordu.Yaşamak uğraşmak demekti; didinmek,bir şeyleri ortaya koymak,bir sonuç almak, ne olursa olsun elle tutulur, gözle görülür bir sonuca başkalarının ihtiyacı olan, değeri paylaşılan bir sonuca varmak demekti. İşe yaradığımızı kabul ettirmek, kuvvetli olduğumuzu kendimize ispatlamak demekti:Yenmek demekti, kazanmak demekti. Bunun aksi de, yenilmenin son manası olan ölüme götürürdü.
...
Bir kavgada yenilişi, bir kavganın kaybını ikinciye başlangıç yapmak ve yenilişlerden, kayıplardan birşeyler kurtarabilmek! Önemli olan bu hırs, bu irade, bu enerji idi.hayat bu idi.
Hayatı bir piyango gibi gördüğünü ve ona ancak bir tek biletle katılabileceğine inandığını düşündü.Sanki çekiliş bitmiş,biletine amorti bile çıkmamıştı.Bilet çöplüğe!
Bahtsızlık, kayıplar,yenilişler! Bunlar bütün insanların kaderi idi.Yıkıcı olan bunlar değil,her kaybın yeni bir başlangıç imkanı getirdiğini görmemek, görememekti.
Başarısızlıkları söküp atamamanın zavallılığını duydu:

İnsan ömrü küçücük bir kayıktı. Okyanus onunla aşılacaktı. Yolcusu ona dertlerini, kederlerini, acılarını, başarısızlıklarını doldurmaya kalkışacak olursa, minik sandal, yol daha yarı demeden sulara gömülürdü. ( Sf 129 Yalnızlar. Tarık Buğra) 

 ..."Zavallı pervanecik" diye mırıldandı.
   "Kader" derdi o. Ve insanların kaderin diktiği sonlarına doğru, direnmeden, karşı duramadan sürüklendiklerine inanırdı: İnsan kaderine doğru bir pervanenin mum alevine gidişi gibi uçar!
Yarı alaycı, yarı yenik, böyle demişti bir gün.

 Hiç bir şey istememek... kazanmak için, eldekileri kaçırmamak veya korumak için kılını kıpırdatmayacaksın, sonra da olan bitenlere kader diyecek, sonucun yükünden kurtulacaksın!

Düştüğü, düşürüldüğü yerden bir avuç toprakla kalkmak!

Murad bunu hiç bir zaman başaramayacağını " içini yoklayıp geçen hırsa rağmen" hüzünle düşündü: Didişmeyi arsızlık,şirretlik gibi bir şey sayıyordu. Bunun, mücadele konularını iyi seçemeyeceğinden ileri geldiğini, mücadele konularını -hatta- bilemeyişinden doğduğunu düşünemiyordu.(age sf 131)
 Yaşamaya karşı durduğu ilgiyi zayıflatan başarısızlıklarının önemsizliğini artık görebiliyor, bunların ayaklarına kendi elleriyle taktığı bukağılar olduğunu artık anlayabiliyordu. bu aptallık bukağılarını söküp atacaktı; gidecekti.Gerçek hayata ve hayatının gerçeklerine dönecekti. (age sf. 132)
(23.11.2017)



Olan Olur.

Vahşi doğayı konu alan belgesel filmlerde sık sık rastlanan sahnelerdendir. Sürünün lideri olan hayvan, yaşı ilerleyip de güçten  takatten düşünce, bir gün  kendine güvenen bir genç hayvan çıkar karşısına ve dövüşür. Çoğunlukla da yaşı ilerlemiş olan hayvan bu kavgadan yenik ayrılır. Doğanın değişmez kanunudur bu. Eski sürüsünün etki alanından uzak bir yere, başı önde yavaş yavaş kuyruğunu kıstırarak çeker gider. 
İnsanoğlunun hayatının da böyle olduğunu bir kez daha yaşayarak teyit etti.  Çıkan tartışmalarda genellikle kaybeden taraf olmaya başladığını bir kez daha farkedince son kararını verdi. Hiç bir konuda karar vermeyecek geri çekilecekti. Dünyanın üç beş günlük sınırlı süresi içinde kendini fazla yıpratmaya değmez deyip, uzaklarda kimsenin ulaşamayacağı/rahatsız etmeyeceği bir mekan bularak kafa dinlemeye karar verdi. Yeter dedi kendi kendine. Kimin için bu gerginlikler, herkes kendi kaderini yaşayacak, sürünen sürünsün sana ne dedi. Herşeyi sen mi düzelteceksin, düzeltsen geliştirsen ne olacak. Sonunda hızla davranan açıkgöz biri elinden kapmayacak mı? Kurdun hakim olduğu ve kurt  kanununun geçerli olduğu ve gücünle normal yola sokamadığın etki çevreni niye zorluyorsun ki. Sal, ne fren ne de gaza dokunma.  Akışına bırak, her şey çarpacağı yere çarpsın dedi.
Uğraşıp durduğu emek verdikleri  için en yakınları bile destek çıkmayarak eleştirdiği bir noktada isen, değiştirmeye de, korumaya da gücün yetersiz kalıyor ise;  yapılacak en akıllıca eylem   her şeyi bırakıp "avı" sırtlanlara terketmektir diye düşündü. Yapılan vefasızlıklara rağmen, hala daha iyi ve güvenli gelecek olsun diye  daha fazla emek vermek enayilik, aptallıktır diye düşündü.  
O çatışma saatinden itibaren kendi içinde sürdürdüğü azmini, gayretini ve gelecekle ilgili murakabesini bitirdi, mücadelesini de...  
Olan olur.    29.11.2019

Tedarik

10 Mart 2020 günü yazdığı tahrik başlıklı yazının sonunda < ileride okuyabilirim> düşüncesi ile kitap alanlardan bahsetmişti. Koronavirüs tedbirleri sebebiyle ailesiyle evde beklerken küçük oğlu internetten bazı kitapları beğendiğini söyleyince önce onun istediklerini sipariş ettiler. Yabancı bir yazarın Şibumi, Osman Pamukoğlu Paşa nın yeni bir kitabı ((Trompetler Çalarken) ve Jack London un Vahşetin çağrısı kitaplarıydı. Ardından  kitapları incelemeye devam ederken daha önce okuduğu Alaattin Parmaksız Komutanın yazdığı <Türk Amerikan Savaşı-Kanlı Deprem> kitabının çok uygun bir bedelle satıldığını gördü. Kitapsever dostlarına da hediye etmek gayesiyle kitaptan birkaç tane sipariş verdi. Dört gün içinde kitaplar eve gelmişti. Artık koronavirüslü günleri geçirinceye kadar zihinlerini besleyecek gıdaların bir kısmını tedarik etmişlerdi. 
Bu arada büyük oğlunun biraz uzağında oturduğu koltukta kayıtsızca telefonuyla ilgilendiğini görünce <niye blog sayfasını takip edip de eleştirmiyorsun> diye sitem etti. Oğlu <artık kendi okuyucu kitlesini bulmalı blog yazanlar> diye şakayla karışık cevap verdi. O da <ay sonunda herkes kendi kaynaklarını bulmalı cevabı gelirse üzülme> diye yanıtladı.
Onun bu sayfalarda anlattığı hikayeler; orta halli, bazı sıkıntıları olsa da sırtını devlete dayamış bir vatandaşın koronavirüs meselesine basit / kaderci bir bakışı sayılır. 
Normal şartlarda bile hayatını sürdüremeyenlere, evlerinde maddi ve manevi zorluklar içinde beklemek zorunda olanlara, gelecekle ilgili çeşitli endişeler taşıyanlara,  Allah kolaylıklar versin.        (27.03.2020)

13 Mart 2020 Cuma

Korona günlerinde hayat

 Nilüfer'in  duygulu sesiyle söylediği  çok uzaklarda şarkısını dinlerken radyoda, aklına Aralık Ocak ayı içinde Çin'de Vuhan'da apartmanlarda günlerce mahsur kalan insanlar geldi. Ve  Gabriel Garcia Marquez'in "kolera günlerinde aşk" adlı eserinden çağrışımla yaşananlara korona günlerinde hayat deyiverdi.
Son üç ayda bize göre  çok uzaklarda olan Çin'de ortaya çıkan korona virüsünün adım adım dünyaya yayılmasını  ve ülkemize yaklaşmasını hep beraber izledik. Ve sonunda korktuğumuz önce kapımıza, sonra  başımıza geldi. Korona virüsünün yaygınlığı hakkında halk arasında değişik şüpheler konuşulsa da, resmi olarak şu an itibarı ile 2 olan sayının artmaması dileğimiz temennimizdir.
Belki de sıcak günlerin yaklaşması sıcak iklimde hayatını sürdüren ülkemiz insanları için bir şans.
Ancak kötü haber alınır alınmaz  kısa süren bir durgunluğun ardından tüm şehirlerde koruyucu malzemelerin ve  virüs dezenfekte edicilerin ayrıca kolonyaların çok hızlı olarak raflardan kaybolması da gösteriyor ki bu noktayı bekliyormuşuz. 
Virüsün yayılmasını sağlayan değişik sebeplerin var olduğu görülüyor. İnsanların dünyayı çok sık dolaşması, kalabalık ortamlar, toplumların temizlik hassasiyeti,  insan bünyesinin zayıflığı yani vücut direncinin yetersizliği, yaş, kronik diğer rahatsızlıklar gibi etkenlerin yanında, özellikle bazı ülkelerdeki   umursamazlıkta etkenler arasında sayılabilir.  
Ve son iki günden bu yana yaşadığı şehirde de insanların salgına karşı daha dikkatli davranmaya başladığını gözlemledi. Tokalaşmalar, yakın irtibatlar, temizliğe biraz daha dikkat edilmesi ve yüzlerdeki endişe, yüzler önceki zamanlara göre daha bir asık, daha bir düşük ve muhabbetlerin de gitgide azalması, insanların yavaş yavaş kabuğuna çekilmesi ilk farkedilenlerdi. Okulların tatil edilmesiyle birlikte, çalışan kadınların çocuklarını kime nereye bırakacağı düşüncesiyle izin taleplerinin arttığını gözlemledi.  
Virüs salgını nedeniyle gidip gitmemekte kararsız kaldığı Cuma namazına son dakikalarda yetişti. Cami bahçesinin  dışında  kendisi gibi son anda gelenlerin serdiği bir naylon hasır üstünde namazını kıldı. Mart güneşi altında geçen yaklaşık yarım saatlik zaman süresince biraz terledi. Yan tarafındaki hasırda namaz kılan bir kısım yaşı kemale ermiş cemaatin maske taktığını gördü. Namaz bittiğinde en arka sırada olmanın avantajı ile Camiden ilk çıkanlardandı. Kendince tedbir almıştı işte.
Feleğin çemberinin nasıl dönüp de nice kimselerin tekerine çomak soktuğunu bir kez daha müşahade etti.
Böylece "Kelebek etkisi" olarak adlandırılan teorinin gerçeğe dönüştüğünü, dünyanın herhangi bir yerindeki olayların az ya da çok dünyanın diğer kesimlerine de tesir ettiğini bir kez daha tesbit etti.13.03.2020 

10 Mart 2020 Salı

Tahrik

Bazı insanlar giyim mağazalarının  vitrinleri ve mağazanın içinde sergilenmiş giyim eşyalarıyla ilgilenirler. Bazıları da elektronik mağazalarının vitrinlerini seyrederler. Bu kişiler ellerine fırsat geçince yani maddi imkanları uygun hale gelince gönüllerinde depreşip duran isteklerinin ardından koşa koşa mağazalardan beğendiklerini alırlar. Günlerce, piyasaya yeni bir ürün çıkıncaya kadar o aldıklarının özellikleri ve güzellikleri ile oyalanırlar ne kadar hoş bir eşya aldıklarını çevrelerine sevinçle anlatırlar. Başka bir grup ise bu mağaza vitrinlerinde kısa bir süre oyalanır sadece bakar geçer. Vitrinde sergilenen ürünü ve ürünün üzerindeki etiketi incelerler. Ardından ceplerini kurcalarlar. Bir ellerindeki birikime, bir de vitrinde sergilenen ürüne bakarlar. Yine geçer giderler. Fırsat buldukça bu mağazanın önünden geçmeyi adet edinirler. Ve birgün vitrini seyrettikten sonra gözlerinde parıldayan bir ışıltıyla aniden mağazaya dalıverirler. Çünkü o ürün -yeni bir modeli çıktığı ya da çıkacağı için- fiyat indirimine  girmiştir. O anda akıllarında ödemeleri gereken diğer borçların gelecek hesapları yoktur. Sadece o ürünü alıp giymek, içmek ya da kullanmak vardır. Aç insanın lezzetli bir yemeğin önünde yutkunarak beklemesi gibi, nice zamandır o ürünü beklemekte olduklarından başka bir şey düşünmeden hemen alırlar. Çünkü bu fırsattır. Eğer diğer ihtiyaçlarını düşünecek olurlarsa vazgeçeceklerini ve ağızlarındaki suyun damlamaya devam edeceğini bildikleri için hemen almalıdırlar. Gerisini sonra düşünürler. İhtiyaç öncelikli değildir, haz önceliklidir. Ve bu nedenle reklamlar için, bu hazzı körükleyerek hedef kitleyi tahrik etmeye yarar denebilir.
Aynı vitrin önünden nice başka biçim şekil huy ve tıynette insanlar da geçer gider. Hiç bakmadan geçen bu grubun ise yoksulluğunun ümitsizliği içinde guruldayan karnı önceliğidir. Zaten hal ve gidişleri, giyim biçimlerinin kalitesi de belli eder bu kişileri.
Bir de sık olmasa da, sakin adımlarla yürürken vitrinin ışıltısının gözlerini kamaştırmasından dolayı öylesine bir bakışla başını çevirerek mağazanın önünde durmadan geçip gidenler vardır.
Yürüyüşlerinden de anlaşılır ki bunlar kendilerine hakim, kendileriyle barışık, kendilerinin ne yapması ya da yapmaması konusunda durumlarının bilincinde olan insanlardır. Üzerindeki eski ya da yeni, kaliteli yada kalitesiz olsa da elbiselerinin dizaynında bir tutarlılık vardır. Bakışlarında, duruşlarında bir kararlılık, bir kendine güven vardır. Mağazanın önünde ceplerini karıştırmazlar. Zaten ceplerini ve bütçelerini biliyorlardır. İhtiyaçlarını planlamışlardır. Bu şahıslar mağazalara çok ender olarak girerler. Canının istediklerini değil ihtiyaçlarını alır ve hemen çıkarlar. 
Tüm bu anlatılanların haricinde bir de kitapçıların önünde bakınıp duran değişik giyim ve biçimlerde ama  gözlerinde vitrindeki kitaplara doğru baktıklarında parlayan bir ışıltı olan insan grubu vardır. Bu kişiler de diğer eşya mağazalarının vitrinlerine bakanlar gibi tasnif edilebilseler de, kendilerini geliştirecek ve zihin dünyalarını inkişaf ettirebilecek eylemler içinde olduklarından  istekleri daha masumdur  denebilir mi?  Ama, kitap mağazalarına hırsla dalıp kitapların kendisine ilginç gelenlerini (ya da rafın boyutlarına uygun ebatta kitapları) alıp evde kitap raflarında biriktirmeye, entel görüntü vermeye çalışanlar olduğu gibi; "bu beğendiğim kitaplar ilgi duyduğum konuları içerdiği için şu an okuyamasam da ilerde okuyabilirim ." düşüncesi ile satın alanlar da olabilir.
O nedenle insanların eylemlerini uzaktan bakarak değerlendirmek  her zaman doğru sonuçlara götürmeyebilir. Doğru, objektif değerlendirme yapabilmek için insanların niyetlerini ve hayatının diğer kısımlarındaki eylemlerinin tutarlılığını göz önüne almalıdır. Çünkü bu yazıyı yazan da son grupta olduğunu düşünüyor. Vesselam.

3 Mart 2020 Salı

Enerji

      Çalıştığı işyerinin  güney yönünden geçen yolu,  çevreyi ve etrafındaki devinimi kısık gözlerle seyretti bir süre. Karşıdan vuran Mart güneşi gözlerini kamaştırmasa daha iyi gözlemleyecekti.
     Kısık gözünün önünde  siyah siluetler  oynayıp duruyordu. Kiminin eli cebinde, başı öne eğik on metrelik bir alan içinde bir ileri bir geri adımlıyor. Bir kısmı düşünceli, ama hareketli sol yönü uzun süredir gözlemliyor. Bazısı elinde telefon -hangi iş ve işlemlerin derinliğine dalmışsa- ha bire telefonun yüzüne (ekranına) dokunup duruyor. Bir kaç kişi ise saygı duruşunda bekleyen anıtkabirdeki asker gibi dimdik hareketsiz  bekliyor. Artlarında önemsemeseler de onları bekleyen  onlarla beraber gidip gelen gölgeleri mevcutttu. Soldan sağa doğru  bir çok araç önlerinden hızla gelip geçiyor. Ama onlar hiçbiri ile ilgilenmiyor. Yolun karşı tarafında bulunan parkın öteki ucunda tarihi caminin minaresi ile bahçesindeki ağaçlar da gölgelerini yola doğru uzatmış. Caminin güney kısmındaki dağ ise  sabah sisleri buğuları arasında buzlanmış gibi. 
      Bekleyenlerin  her iki yanında bulunan yaklaşık seksen yıllık palmiye ağaçlarının pürçüklü geniş gövdeleri yolun soluna doğru bakışlarını engellediği için, arasıra yola doğru yanaşıp yine sol tarafa doğru boyunlarını uzatarak ileriyi kontrol ediyorlar. Sonra yine eski hallerinde kimi sessizce ve hareketsizce, kimi adımlayarak kimi cep telefonuyla oynayarak kimi tesbihi sallayarak beklemeye zaman geçirmeye devam ediyorlar. Bir kaç dakika değil yaklaşık sekiz dakika dolduğu halde aynı pozisyondalar. Kime kimsenin yüzüne bakmıyor. herkes kendi aleminde.
      Sola doğru son bakanın hareketlenmesi üzerine diğerleri de hareketlendi ve kaldırım kenarında bir araya toplanmaya başladılar. Bu arada sol yönden geniş ve uzun bir gölge yavaşça  bekleyen grubun önüne yanaştı. Gölgesi bekleyenlerin üzerine düşünce bekleyenler de gölgede kaldılar. Ve büyük gölgenin ön kısmında bir tıs sesi duyuldu. Bekleyenler sırayla azıcık telaş içinde binince yine bir tıs sesi duyuldu. Büyük ve geniş gövdesinin  palmiyelere vuran  gölgesinin sağa doğru ilerlemesiyle yol  yine ışıldadı.
     Bekleyen kalmadığı için palmiyelerin arasında kalan boşlukta güneyden vuran güneşin yerden yansıması daha görünür oldu. Yolun diğer yarısı caminin ve ağaçların gölgesinde kaldı.
      Bir kaç zaman sonra yine aynı boşlukta yeni gölgeler peydah olarak kıpırdamaya başladı. Benzer hareketlerle sol yanlarını eğilerek kontrol ediyorlar bekliyorlardı. Uzun ve büyük gölge yanaşıp tıslayınca, o uzun ve geniş gölgenin karanlığı içinde kayboluyorlar.  Ardından yine.. Bu tekrarlayan eylemler günler aylar yıllar boyunca yinelenip duruyor.
      "Ekseriyet bir gölge gibi geçip gidiyor hayattan. Böyle mi olmalı? Gölgesiz, ışıldayan, aydınlatan, ışığıyla gölgede yaşayanlara yol mu göstermeli? Nasıl olmalı?"
      Bitkin bir sesle kendi kendine; "Ama bunun için enerji lazım !"  Diye bir an düşünerek kapattı bilgisayarını.  Zorlanarak yerinden kalktı, ceketini giydi, bezgin bezgin çıkışa doğru yürümeye başladı. (03.03.2020-17:47)
     

19 Şubat 2020 Çarşamba

Basit

Uzun yazıları okuyanlar azaldı. Kısa, yalın, basit yazılar revaçta bu günlerde. insanlar çok meşgul, düşünmeye okumaya zamanları yok. Ya da çiçeklerden toz toplayan arı misali her kaynaktan gelen nice bilgiler kafalarını meşgul ediyor.
Uzun okuyan pek fazla yok. Kısa, slogan gibi yazılarla düşünüp bilgilenmeye çalışıyorlar.  Az da olsa kitabın karşısına oturup ciddiyetle okuduğunu anlamaya ve öğrendiklerini muhakeme mukayese etmeye uğraşanlar var.  (09 Ekim 2019)

11 Şubat 2020 Salı

Rota

İşlerin kendi istediği istikamete doğru yönlenmesi için önceki yıllarda gayret ederdi. Hayat denizinde kendi sandalının küreklerini hedefe doğru habire çekerdi. Ve istenilen hedefe de ulaştırırdı. Ancak son zamanlarda  kürekleri tutuyor ve çekiyor görünse de sandalı ilerletemediğini, eski kuvvette çekemediğini de farkediyordu. Artık ailesinin de bulunduğu bu sandalı, sadece yakıtını kendisinin temin ettiğini, dümeni öylesine eğreti tuttuğunu, sandalı akıntıyla ya da ailenin diğer üyelerinin ellerindeki kendi kürekleriyle yönlendirdiklerini gözlüyordu. Kısaca yükseğe çıkan yolcu uçağının rotasını ayarladıktan sonra otomatik pilota bağlanması gibi herşeyi kendi haline bırakmıştı sanki. Aile fertleri ortak hedeflere doğru ortak rotayı belirleyerek ilerliyorlardı. Bu durumdan gitgide memnun olmaya başladığını hissetti. Çünkü düşünmüyor endişelenmiyordu. Sandaldakilerin kendi akıl ve idrakleri vardı. Ve artık inisiyatifi onlara bırakmanın sırası gelmişti. Diye düşünüyordu.
O her zamanki gibi her sabah kalkıyor giyiniyor, içine okumak istediği kitabı da özenle yerleştirdiği öğle yemeği çantasını eline alıyor ve adım adım işyerine doğru gidiyor. Ve akşam üzeri de yine aynı yollardan, elinde boş yemek çantası olduğu halde, başı önünde düşüne düşüne eve geliyordu.
Evde sürekli oturduğu koltuğa oturmadan evvel üzerini değiştiriyor. Koltuğa oturunca önce biraz kitaplara bakıyor. İçerden gelen bir ses üzerine mutfağa gidiyor. Geri döndüğünde kapının tam karşısındaki duvarda kendisine bakıp duran saati görünce, kitaba olan ilgisini kaybederek haber saati yaklaştığı için televizyona yöneliyordu.
Ama her ihtimale karşı, merak edip okumak isteği depreşirse diye, koltuğun duvar tarafındaki çıkıntısının üzerinde okumak istediği kitap -emre amade bir er misali- yüzünü dönüp eli uzatmasını bekliyordu.

Edremit

Sabah işe gelmek amacıyla evden çıktığında saatine baktı.Mesaiye geç kaldığını farketti.Cep telefonundan arkadaşlarına geç geleceğini, yolda olduğunu bildirmek için mesaj çekmeye yeltendi. Büroya kendisinden önce uğrama ihtimali olan,  böylece geç  geldiğini de öğrenebilecek  bölüm sorumlusu kendisini sorduğunda iş arkadaşlarının onun adına vereceği cevabı da yazıvermişti; "soranlara selam olsun."   
Yolda her nedense diğer günlerdeki gibi etrafını gözleyerek yürümediğini, önüne bakarak dalgın dalgın yürüdüğünü  anlayınca, aklına kayınpederi geldi. 
...
O da camiden eve gelirken veya herhangibir yere giderken yanından geçenleri farketmezdi. Sadece önüne bakardı. Çevresindekilerin ne olduğuna, kim olduğuna hiç dikkat etmezdi. Onu gören ahbap ve tanıdıkları  seslenirse ve sesi de  duyarsa durup ilgilenirdi. Yoksa gideceği yere kadar başı önünde ilerlerdi.
Neden böyle oldu diye düşündü.
Evin ilk çocuğu, çocukluğu Kalemli de geçmiş. On yaşlarında Manisa'ya göçmüşler. Dedesi, Babası ve Amcası Yenicami'de bir işyeri açarak eski meslekleri olan mandracılığa devam etmişler. Uzun yıllar bahar aylarında süt  zamanı köylere gidip mandra işletmişler. Peynir yapmışlar. Şehirde halk çoğunlukla mandradan yoğurt aldığından Yenicamide lakapları yoğurtçular olarak kalmış. O ise ilkokul sonrasında hafızlık yapması için Kur'an kursuna gönderilmiş. Hafız Emin Efendi isimli  Yenicami'de talebe okutan ders veren bir Hocadan ders alırken, hocası Edremit'te zorunlu ikamete tabi tutulunca, hafızlık eğitimine devam etmek için bir arkadaşı ile Edremit'e gitmiş. Ancak mide kanaması geçirince geri dönmüş. Arkadaşı devam etmiş ve geri dönerek şehirde tanınmış ve etkili bir imam olarak emekli olmuş. O ise sağlık sebebiyle devam edememiş. Bu gelişmelerde acaba mide rahatsızlığından başka kulağındaki duyma eksikliğinin etkisi de var mıydı? 
Bu arada Yenicamideki mandrada da işler iyi gitmememeye başlamış. Dede rahmetli olunca işler sarpa sarmış. Mandra borçları çevirememeye başlamış ve iflas etmişler. Alacaklıların  bir kısım alacağı ödenememiş. Borçlar kalmış.  Kendisi askerlik sonrasında Maltada yoğurt imalathanesi açmış. Yoğurtçuluk yapmış.  O iş de yürümeyince stadyum karşısındaki küçük sanayi sitesinde bir pulluk imalatçısının bürosunda hesap kitap takibine başlamış. Ardından Safir Tekstil şirketine alım tedarik işleri için eleman aranırken bir tanıdıklarının tavsiyesi üzerine teklif gelmiş. Fabrikada çalışmaya başlamış. Sabretmiş gayret etmiş ve sonunda fabrikadan emekli olmuş.
Kronolojik sıralamada belki öncelik hataları olsa da aşağı yukarı yaşadıkları bu şekilde imiş.
İşte ömür boyunca yaşadıkları tecrübeler Ona; sadece önündeki işle ilgilenmesinin daha iyi olacağını,  fazla etliye sütlüye karışmanın sakıncalı, tehlikeli olabileceğini öğretmiş. 

Ve hâlâ değişmeden öyle sakin, kimseyi incitmeden, Allahın emri, Peygamberin sünnetine göre kendince yaşamaya devam ediyor.
...
Bunları yazdıktan sonra kendine bir ders çıkardı; " Sen miyop gözlerinle çevrene bakıyor, bilgiç bilgiç dolaşıyorsun da ne oluyor? Neyi değiştirebiliyor, neye etki edebiliyorsun ? " diyerek yazıyı sonlandırdı.

22 Ocak 2020 Çarşamba

Hayal ve gerçek

Her hafta yapılan mutad toplantıya katılan dört personel sebebiyle bulunduğu odada kimse kalmamıştı. İnsan seslerinin ve kıpırtılarının bulunmadığı sessiz bir ortamda kendini dinlemeye başladı. Sol kulağındaki çınlama hala devam ediyordu. Midesinde ve kafasında bir rahatlama vardı. Uykusu geliyordu. Sükunet onu rahatlatmıştı. Bazen gayrı ihtiyari- istemsizce- kapanan gözlerini açmak için zorlansa da bu sükunet hoşuna gitmişti. Nice zamandır girmediği blog sayfasını açtı.Aklında yazacak bir konu olmadığı halde yine de tuşlara dokunmaya başladı. Ve yavaş yavaş bu yazı meydana çıkmaya başladı. 
Bloğa yazmadığı zaman zarfında hayatında ve dünya yüzünde olumlu olumsuz bir çok değişiklik olmuştu. Bazıları planlandığı gibi giden,  bazıları ise sellerin getirerek yığdığı çer çöp parçaları gibi aniden önüne yığılıveren meseleler. Bir kısmını düzeltmeye uğraşsa da nefsine zor geldiği için bir kısmını da olduğu gibi bırakmıştı. Ama zihin kapısının önünde duran, sellerin getirdiği bu çöp yığınını her kapıya çıkışında gördüğü için içi daralıyordu. Zihin kapısının biraz ötesinde hala akmaya devam eden bulanık sel sularına doğru iteliyiverse ne iyi olurdu. Kurtulurdu. Ama içinden başka bir ses; "dur biraz o yığının içinde işine yarayacak sana faydası olacaklar da var" diyordu.  Hayal dünyasında gözlerini biraz ötelere gezdirdiğinde, daha önceki sel sularının getirip de ufku boyunca uzanan düşünce düzlüklerine öbek öbek yığdığı -hala incelenmesi için bekleyen- eski  çer çöpleri de farketti. Kendi kendine "yeter artık" dedi. Ardından paçalarını ve kollarını sıvayarak, azalan, dizlerine kadar ancak ulaşan suya girerek gereksiz birikintileri biraz ilerideki akıntıya doğru ittirdi. Kıyıda akıntı olmadığından durgun olan suyun çamuru dibe çöktüğünden su berraktı. Ancak adımladıkça bastığı kısımlar bulanıklaşıyordu. İteklediği çer çöpü sonunda selin en hızlı aktığı yere kadar getirdi.  Zihin dünyasını meşgul eden çer çöplerin akıntıyla uzak nehirlere doğru yeniden sürüklenmeye başladığını, kapısının önünün açıldığını görünce bir nebze rahatladı... 
Derin bir oh çekerek, dişlerini gıcırdattı ve yorganı tekmeleyerek  yatağında sağ yanından sol yanına doğru döndü...
Sabah uyandığında kapısının  önüne çıktı. Gece yükselen sel sularıyla  ufku boyunca bir çok öbeğin de gittiğini görünce sevindi.  
Rahatlamıştı. 
Perdeleri araladı, güneş günler sonra ilk defa ışıltısı ile dünyayı aydınlatmaya başlamıştı.

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...