10 Ocak 2018 Çarşamba

Oyuncakçı Affan Dede

"Samsunda dünyanın üçüncü büyük oyuncak müzesi kuruldu. Sunay Akın ın konsept danışmanlığı yaptığı müze iki milyon TL ye mal oldu." haberini okudu sabah internette gezerken bir gazetenin sayfasında. 
Aklına çocukluğu geldi. 1968 1970 li yıllar "68 kuşağı altıncı filo ile uğraşırken"  Karaköy  pazaryerinde altmışbeş yetmiş yaşlarında her ne kadar beyazlara bürünse de gençliğinde sarışın olduğu yüz hatlarından belli olan bir ihtiyar gözüne takılmıştı. 
Yılların yaşanmışlığı bir ağacın her yıl geçirdiği mevsimleri  nasıl kabuğuna nakşediyorsa ihtiyar da yüz hatlarına nakşetmiş gibiydi. Gülmeyen, fazla kırışık olmamasına rağmen kederli intibai veren, her zaman öne eğik bir başın çevrelediği durgun yüzünün sakalsız olması, kişisel bakımını elinden geldiğince sürdürmeye çalıştığını belli ediyor, her şeye rağmen düzenli titiz hali ile dikkat çekiyordu.

eski ahşap oyuncaklar ile ilgili görsel sonucuSırtında çantası iki elinde tuttuğu tahtadan oyuncakları, hafif ağlamaklı kısık sesiyle, pazarın peynircilerin olduğu kısmında, peynir bakan peynir alışverişi yapanlara yanaşıp, aralarda dolaşarak gelip geçenlere satmaya çalışıyordu. Sesinin tınısı lehçesi ve yüzünün sarışınlığı balkan facialarından sonra belki de mübadele ile  yurda gelenlerden olduğunu ve hala eski acıları içinde yaşadığını belli ediyordu. Macır*,yani göçmen taifesindendi.

Dedenin sattığı/ satmaya çalıştığı oyuncakları kendi eliyle evinde yaptığını düşündü. Çünkü başka yerde rastlamadığı şekillerde biçimlerde değişik oyuncaklardı.Eski acıların bir tezahürü müydü oyuncaklar? Bir ihtimal, uzak diyarlarda bıraktığı/kaybettiği küçüklerine yapar gibi bir hafta süresince yaptığı ve belki de yaparken konuştuğu oyuncakları satmak ona elem mi veriyordu? Acaba bu pazarda o oyuncakları alan kişiler var mıydı? Yoksa satamadan mı dönüyordu? Bilinmez, merak edilen, ancak cevabı bu gün itibari ile bulunamayan sorular.

Çocukluğunun o çağları için en öncelikli hayat gailesi oyunlar ve oyuncaklardı. Bu sebeple annesi elinden tutarak pazarı gezerken eve kalitesi ve fiyatı uygun pazarlıklar düzerken, etrafında dikkatini çeken farklılıklarla ilgileniyordu. Oyuncakçı dedeyi gördüğünde annesinin elinden kurtulmaya çalışırdı. Annesi ise kendisinden evvel rahmetli olan iki abisi sebebiyle üzerine fazla düştüğünden yalnız başına ip kadar uzatmazdı. Çekişip dururlardı ve sonunda annesi kazanırdı.


Eve belli zamanlarda babası oyuncaklar getirmesine rağmen  oyuncakçı dedenin imalatı bir oyuncak hiç almamıştı. Fabrikada işçi olan babası için oyuncakçı dedenin sattığı oyuncaklar pahalı mı geliyordu? Acaba dedenin imal ettiği oyuncakları babası beğenmiyor muydu? Ya da hemşerisi Uşaklı Çıngarcı Osman Amcanın Kırmızı Köprünün alt tarafında, mahrukatçı Muharremlerin odun, kavak ve sırık vesaire sattıkları dükkanlarının karşısına yaydığı yer sergisinde naylon kap kacak ibriklerin yanında sattığı plastik naylon oyuncaklar daha mı ucuzdu?  Osman Amca etrafa öfke seli içinde bağırıp çağırırken Babasının selamı ve tebessümünü görünce sinirleri geçiyor "Al Enver bu oyuncağı yeğenime hediye olsun" mu diyordu? Bilmiyordu.
eski plastik oyuncaklar ile ilgili görsel sonucu

Ama yine de hakkını yememeliydi babasının. Az mı oyuncak getirmişti. Hatta pazartesi günleri annesi ile pazara gittiğinde oyuncak alamadığına üzülse ağlasa dahi, o akşam üzeri babası fabrikadan eve gelirken oyuncakla geleceğinden o kadar emin olurdu ki, başka anneler, babalar ellerinde pazardan aldıklarıyla dolu filelerle yavaş yavaş önlerinden geçip giderken, o, sokağın başında sabırla umutla beklerdi. Sadece kendisi mi, hayır. Yokluğun, olmayana imrenmenin, merakın istemsiz (gayri ihtiyari) dürtüsüyle sokakta tüm zamanını birlikte geçirdiği oyun arkadaşları da onunla beraber beklerlerdi.
(Onlara ne oluyor , yüzsüzlük değil mi bu diye düşünenler olabilir. Ancak beraberliğin samimiyetin nasıl bir duygu olduğunu bilmeyen bireysellere bu duyguları anlatmak zor.   Çünkü onlar için paylaşmak enayilik, beklemek yüzsüzlüktür, dilenciliktir.)
Babaları, bağlarda bahçelerde çalışan, hayat mücadelesinde ancak evini geçindirebilen, öncelikleri oyuncak değil eve ekmek götürebilmenin tasasını çekerken; Anneleri de, evde  sınırlı imkanları ile yemek yapmak, çamaşır kaynatmak, bulaşık yıkamak gayretinde olan anne babaların çocuklarıydı bunlar. Küçük kardeşleriyle beraber merakla (belki de özlemle) beklerlerdi Enver Amcalarını.

Sonunda babası -kaçıncı yüzyıldan kaldığını bilmediği kemerli estelik yapısıyla ve  koca demir musluğuyla Sivrice Tepesi yamaçlarından gelen iyice ılımış suyunu yakınlarında yaşayanlara ve geçenlere sunan- Derdiler çeşmesinin yanındaki dönemeçten yukarıya doğru yöneldiğinde elinde gazete kağıdına sarılmış paketi görürlerdi. Babasına sevinçle koşturur sarılırdı. Babasının pamuk tozları yapışmış kaşlarına, pamuk tozu dolmuş kulaklarına ve  birkaç günlük tıraşsız yanaklarından dudaklarına batan sakallarına rağmen yanaklarını öperdi. Paketi heyecanla elinden alır, telaşla merakla  açardı. Bazen ondan evvel arkadaşları -noolur bir defa ben bakayım, diyerek elinden alırlardı. Ve kendi eline bazı günler tekerlekleri kaybolmuş olarak iade edilen, arkadaşlarının oynadığı bu oyuncakla - ama hem oyuncak sahibi olmanın hem de oyuncağı arkadaşlarıyla paylaşmanın verdiği mutlulukla/doygunlukla- eve gelirdi.

Okul hayatı başladığında -hangi yıl olduğunu hatırlamasa da ilkokul yılları olabileceğini düşündüğü- bir gün Cahit Sıtkı Tarancının bir şiirine denk geldi okuduğu ders kitabında. O günden sonra "Affan Dedeye para saydım. Sattı bana çocukluğumu..." diye başlayıp devam eden şiiri her okuduğunda hayaline o oyuncakçı dede gelirdi.

Kısık sesiyle "oyuncaklarım var, oyuncakçı" diye pazar aralarında dolaşarak  satmaya çalıştığı, tahta tekerlekli, ön tarafında bulunan deliğe bağlı ipi asılınca yürümeye başlayan, ilerledikçe kanatları hareket eden, hatta çın çın diye öten, üzerine tahta boyalarıyla renkli çizgiler, yuvarlak şekiller yapılmış oyuncaklar. Önündeki delikten iple bağlanarak kendisiyle beraber arkasından gelen, böyle bir oyuncağı süren çocuğun mutlu gülücükleri- bilenler için- her şeye değerdi ama...
Adını da bilmiyordu. Olsun yıllar sonra okuduğu şiirde öğrendiği Affan Dede ismini ona yakıştırmıştı ya. Bu dünyadan nerede nasıl göçtü bilmese de, bildiği şey ardından okunan duaların nerede defnedilmiş olursa olsun ona ulaşacağı. 
Allah Rahmet Eylesin Oyuncakçı Affan Dede.
Ne senin yaptığın gibi oyuncak yapanlar kaldı fani dünyada,
Ne de senin gibi sırtına sardığı, her biri kendine özgü, kendi ürettiği oyuncakları satanlar.
Ruhsuz her yer,
Nereye baksan  aynı kalıptan çıkmış makina, plastik, Çin oyuncakları...

Ancak çocukların gözlerinde dillerinde ve eylemlerinde o mutluluk hala var.

Öyleyse umut da var.

*( Muhacire halk arasında macır denirdi) 09.01.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...