24 Mayıs 2017 Çarşamba

İşgünü

Bu yıl Ramazan ayı 27 Mayıs 2017 ilk oruç için ilk sahura kalkmamızla başlayacak. İnşallah o güne sağlıkla kavuşur ve oruçlarımızı tutabiliriz.
İş yerinde bir süredir sessizlik, gerginlik, durgunluk değil benim için işsizlik hakim. Sisteme kaç zamandır iş düşmüyor. Her sabah geldiğimde bilgisayarı açıyorum. Sisteme giriyorum. Yapılacak iş sayısı sıfır gösteriyor.
Beklemek özellikle başıboş beklemek bir süre sonra insanda kayıtsızlık boşvermişliğe yol açıyor. Uyurgezer gibi mesainin son dakikasına nasıl geldiğimi anlamıyorum. Belki de emekliliği doldurmuş olmamım da bu kayıtsızlıkta etkisi vardır.
Sadece bende mi bu boşluk diye etrafa göz gezdirdiğimde benim kadar olmasa da bir sukunet var. Her kes birşeylerle meşgul oluyor. Yanımdaki masadaki değerli arkadaşım geçen gün müdürün yere düşürerek bozduğu radyoyu düzelttirdi ve arasıra kendi keyfince müzik açıyor. Dinliyoruz.
Kaç zamandır müdürün odaya telaşla girip işlerin akibetini sorduğunu göremiyorum. O da odasında bilgisayarda birşeylerle meşgul, misafir ağırlamakla meşgul.
Saat 16.59 ve bugünlük kapanış. (24.05..2017)

9 Mayıs 2017 Salı

Rüzgar

09/05/2017

İki günden beri güneybatıdan bazen sert, fırtına olarak bazen de  yel gibi esen rüzgarlarla beraberiz şehrin sokaklarında. Tozla dolu gözlerimiz, kulaklar ve burun deliklerimizle işimizin peşinde koşturup duruyoruz.
Ve şehrin keşmekeşi içinde hepimizde bir sersemlik bir uyku hali var. Mutena bir köşede kediler gibi büzülüp şu rüzgarlar geçinceye kadar dinleniversek ne iyi olur.

Rüzgarlar fırtınalar ardından gelecek olanların ya habercisidir ya da müjdecisi. Çünkü bahar geçip mevsim yaza döndüğünde gelen bulutlar ya sel olup taşar gider bir yerleri yıkar gider. Ya da dolu olup bağları bostanları gülistanları fidanları çiçekleri dalları yaprakları kırar gider. Yani yaz yağmurları Nisan yağmurlarına benzemez sert olur felaket, korku taşır bilenlerin gönüllerine.
İnşallah bu defa yazdıkların saçma bir düşünce yumağı olur da güzel sakin yağmurlarla karşılaşırız.

İşyerinin penceresinden gördüğüm çam ağacı, esintiyle  yapraklarını bana doğru eğip," saat 17.00  oldu haydi evine git" der gibi sallıyor.
Bilgisayarı kapatıp gitme zamanı. Bisiklete binme zamanı, evde uzanma zamanı geldi.

10/05/2017

Sabah işe gitmek amacıyla evden çıktığımda dünkü hava yoktu. Sukunet vardı. Oradan oraya savrulup esmekten bitap düşen yorulmuş rüzgarların şehrin içinde bir kuytu bulup dinlendikleri zamanlardı.

Bir gün önce hava tahmin raporlarına güvenerek geleceğinden ve yağacağından tedirgin olduğum yağmur, bulutlarını şehrin üzerinde biriktirmemiş olsa da, güneydoğu yönünde yüksek irtifalarda görülen  kuzguni renkli bulut kümeleri öğleden sonra yeni bir hareketin başlayacağını belli ediyordu.

Hareket için gerekli basınç değerleri oluşuncaya kadar rüzgarlar kayıtsızca dinlenebilirlerdi.

Artık güneş kış dönemindeki gibi değil. Daha sıcak daha parlak. Bu  sıcaklık ve parlaklığı farkeden gözlerden gönüllere bir mutluluk sevinç ışınımı gidiyor sanki.

Daha iyi hissediyor kendisini  insan daha moralli, daha pozitif, daha neşeli.

15/05/2017

Beklenen yağmur gelmedi. Hava tahminleri gerçekleşecek diye bir şey yok ama yine de insan çoğunlukla tahmin ettikleri çıktığı için beklentiye giriyor. Bu kez de öyle oldu.Yağmur yok. Ancak memleketin bir yerlerinde kara yağmur bulutlarının dolaştığı bazı yerlerde yağmur olduğu dün gece yarısından itibaren havanın serinlemesiyle beli oldu. Hava hafif esintili ve serin. Yol ortasındaki palmiye ağaçlarının en tepedeki dalları  rüzgarın esintisiyle uğuldayarak bir o yana bir bu yana sallanıp duruyorlar.
İş yerinde ise bekliyoruz. İş bekliyoruz. Burasının adını artık işyeri demesek de işsiz yeri desek daha uygun olacak. Dışarıda kahvehane önlerinde sandalyelerde kaykılmış bedenleri ayak ayak üstündeki bacaklarıyla ileriye doğru boş mu düşüncelerini baktığı anlayamadığım bir kısım insanlardan farkımız sadece sabah işe gelmemiz. Onlar dışarıda biz içeride oturuyoruz. Bekliyoruz...

Tasarruf

Tasarruf kelimesi toplumun nice zamandır  unuttuğu ya da önem vermediği kelimelerdendir. Çünkü bu kelime; iradeyi, az harcamayı,çalışmayı, zevklerden, keyiflerden, isteklerden vaz geçmeyi hatırlatır.
İnsan nefsinin doyumsuzluğu nedeniyle tasarruf yapmak zor bir iştir, mücadeledir. 

Ama sabrederek tasarruf eden ve çalışanların yaşadığı meşakket; biriktirilenler arttıkça,  gözle görülür etkilerini belli etmeye başladıkça,  tasarruf yapmaya canla başla devam edebilirler. 

Zihinlerinde yarın diye bir kelimesi, gelecek beklentisi olmayanlar ise vur patlasın çal oynasın havasında vurdumduymazlığı kendine şiar edindiklerinden, isteklerinin sınırlandırılmasını hazmedemez, kabul edemezler, sabredemezler.  Oyuncağı elinden alınmış çocuklardaki mızmızlanma benzeri sert tepkiler hiddetler, öfkeler başlar.

Daha sonra da o memleketin insanlarının sonu iyi olmaz.;

"Çalışmadan üretmeden rahat yaşam yollarını itiyat haline getirmiş milletler önce haysiyetlerini sonra istikballerini daha sonra da istiklallerini kaybetmeye mahkumdurlar."(K.Atatürk) 

O nedenledir ki geleceklerini düşünen insanlar daha güzel bir geleceğin ancak çalışmayla ve tasarrufla inşa edilebileceğini bildiklerinden  tesir edebildikleri insanlara tasarrufu gayreti ve çalışmayı  önerirler. 

Sabır, fedakarlık, kanaat,irade, idare, tasarruf birbirini tamamlayan güzel kelimelerdir. 

Tasarrufun ters anlamlısı ise harcamadır, savurmadır, tüketmedir... Ve sevimsizlik barındırır, Ölçüsüzlük barındırır. 

Olumsuzluğu anlatabilmek için eski insanlar "Harca harca nereye kadar!" "Nerede bu yoğurdun bolluğu" , "mirasyedi "  "hayatını harcamak"  gibi darbımeseller tamlamalar kullanırlardı.

Ne mirasyedi gibi , ne de varyemezler gibi olmalı..

İnsanın hayatını sağlıklı devam ettirebilmesi için çalışma, tasarruf ve harcama dengesini kurabilmesi gerekir.

Böyle olursa hayat daha anlamlı, keyifli ve mutlulukla dolup taşar  diye düşünüyorum.


3 Mayıs 2017 Çarşamba

Kağnı.

Çocukken yaz tatillerinde Kütahya Gediz İlçesine yakın olan köyümüze giderdim. Temmuz ayının kavuran sıcakları geldiğinde tarlalarında biçilen ekinleri  yükledikleri, önde iki öküzün yavaş yavaş çektiği tekerlekleri gıcırdayan ve gıcırtıları uzaklardan bile duyulan kağnılar dikkatimi çekerdi. Gece gündüz harmanyerine  taşırlar, ardından harmanyerinde işibiten dövülen ayıklanan buğdayları ve samanları ambarlara taşırlardı. Günler geçtikçe o seslerle yaşamaya alışır, her an kulağımıza gelen ağlamaklı iniltileri kanıksar ve dikkate almaz farketmez olurduk....

Büyük iki tekerlekli, yapımında sadece ağacın kullanıldığı el yapımı araçlardı. Yokluktan, ihmalden ya da beceriksizlikten yağlanması geciktirilen tekerlekler bağlantı noktasındaki ağaca sürttükçe, yağı azaldıkça gıcırtısı artardı. 
...
İlkokul üçüncü sınıftaydım. Öğretmenimiz Hasan Hoca Türkçe dersinde  bir konuyu okutuyordu. Biz de hem dinliyor hem de kitaptan takip ediyorduk. "Millet malıdır" başlıklı ders konusu kısa yazıyı sınıfa okuyan arkadaşım bir ara yutkundu sustu nefes aldı ve yeniden okumaya başladı,  Ancak sesinde bir burukluk oluştuğunu farkedince yakınında olduğumdan parmağımı kaldırdım. Okuyan sıra arkadaşımdaki değişikliği öğretmenimiz de farketmişti ve hemen bana eliyle sen devam et diyerek işaret etti. Arkadaşıma  dokunarak durdurdum ve  hemen kaldığı yerden devam ettim. Fakat konunun içine dalarak o kadar etkilenmişim ki biraz sonra aynı boğukluk bana da sirayet etti.  Sesim tıkanmaya başlarken, bu defa öğretmenin diğer sıradaki kız arkadaşa okutmaya başladı.

Kitabı okuyan kız arkadaşıma bakarken bir ara sınıf öğretmenimizle göz göze geldik. Gözlerinin altındaki yeni kabarmaya başlamış, damlamaya hazırlanan pırıltılar vardı. Sınıfta arka sırada oturan haylazlar grubu bile susmuştu. 

Hepimiz etkilenmiştik.
Şerife Bacının Kağnısı ve bacının çocuğunun soğuktan titremesini anlatan bir kitaptan alıntılanan  kısa bölümdü. Ama hepimiz o soğuğu, çaresizliği,vatan için yapılan fedakarlığı hissetmiştik.

(..."Şerife Bacı, Kurtuluş Savaşı'nda yaşlı kadın ve erkekler ile birlikte İnebolu'da bulunan cephaneleri Ankara'ya götürülmesinde çocuğu ve kağnısıyla yer alırken kış şartları nedeniyle Aralık 1921'de donarak öldü... Anlatılan odur ki, cephane ıslanmasın diye battaniyesini cephaneye sarmış bebeğine de sarılıp onun donmaması için uğraş vermiştir...


http://fotogezi.blogspot.com.tr/2011/02/kurtulus-savasnn-kadn-kahramanlar_16.html")


1919-1920-1921- 1922- 1923 ardı ardına yazılan bu rakamların o günleri bire bir yaşayan Anadolu için büyük önemi,anlamı vardı. İstila - İşgal - Zulüm - Birlik - Mücadele - Azim / Gayret - Kurtuluş - Zafer ve  Cumhuriyet kelimelerinin de...
...
1973 yılı idi ve  Cumhuriyetin ellinci yılının 29 Ekimini Hükümetle Hatuniye Camisinin arasındaki tören alanında (şimdi park) yeni kutlamıştık. Aylar öncesinde şiirler şarkılar belletmişti öğretmenimiz. Hasan Hocamız 1928 doğumlu idi, ama seneler boyu çektikleri yüz hatlarındaki derin çizgilerle belli oluyordu. Ve bu bayrama hazırlığı diğer bayramlara göre daha farklıydı. Daha telaşlı, daha yerinde duramaz, daha heyecanlıydı. "Müjdeler var yurdumun toprağına taşına,  erdi  Cumhuriyetim elli şeref yaşına" diye başlayıp devam eden marşlar ezberlemiştik günlerce.

Ve o beklenen  gün geldiğinde şehrin tüm okullarının pırıl pırıl siyah önlüklü öğrencileri ve en güzel elbiselerini giymiş  öğretmenleri ile alanın doğu tarafında sağ eli havada üzerinde takım elbisesiyle bize bakan Atatürk heykelinin karşısında sıradaydık. Öğretmenler uzakta kendi aralarında muhabbetteyken yem bulmuş serçe sürüleri gibi cıvıldaşıp duruyorduk.
Büyükler kürsüye çıkıp uzun nutuklar çekiyorlardı. Biz ise durmaktan, ayakta beklemekten sıkılıyorduk. 

Bir ara okul müdürümüz öğretmenleri çağırdı. Öğretmenlere birer paket verdi. Telaşla sınıflarının yanına koşuşturdular. Öğretmenimiz de sınıf başkanını çağırarak bir şeyler tembihledi ve elindeki paketi verdi. Başkan en öndeki öğrencileri elindekileri paylaştırdı. Öndeki öğrenciler geriye doğru tek tek dolaşmaya başladılar. Merakla sıranın bize gelmesini bekliyoruz ama sıradan çıkmaya da çekiniyoruz. Çünlü öğretmen gözetliyor. Bizi daha okuldayken uyarmıştı. Alanda şımarmak yok yoksa cezalandırırım demişti. Oynayamıyoruz. Sonunda elindekilerle başkan bizim sıraya geldi.Sağ elinde bir iğne, sol elinde  kırmızı beyaz renkli bir kağıdı  siyah önlüğümün sağ üst cebinin üzerine tutturuverdi. İçe dönük beş ayın içinde bulunan tek yıldızlı bir arma, kağıt rozet. 

Cumhuriyet Bayramı kutlamaları -çocuklarımın katıldığı törenler hariç- daha heyecansız idi.  Zaman geçtikçe kuruluşun ve kurtuluş heyecanı da azalıyor mu acaba?

Çocukluğumuzda Kurtuluş Savaşını yaşayan büyüklerimiz vardı etrafımızda. Konu açıldığında anlatırlardı. Masal havasında dinliyor olsak da ilk kaynaktan yaşananları dinlemek ve kitaptan da okumak pekiştiriyordu.

Şehrin kurtuluş günü  olan 8  Eylül de şenliklerle kutlanırdı, 

Fener alayı düzenlenirdi. Ellerinde yanan meşalelerle askeri birlikler uygun adım yürüyüşle batı kışladan İzmir caddesinden kırmızı köprüden Mesir camisinin önünden geçerek hükümet alanına doğru şehri dolanırdı.
Meşale; bir metrelik sopanın üzerine tek bir çivi ile çakılmış küçük bir teneke konserve kutusuna kül doldurulur ve içine gaz dökülerek yakılır.Aynı hizadaki askerler sağ elleriyle tutarlardı.
Ellerindeki meşalelerle ve coşkulu marşlarla, uygun adım rap rap yere vuran postal ritmiyle, gecenin karanlığında az aydınlatılmış İzmir caddesi üzerinde  yürüyen askerleri seyreden halk kurtuluşu daha iyi idrak ederdi.

Özellikle uzaktan trompetlerin o düzenli ve davulun sıralı vuruşunu duyunca, anneler babalar evde kim varsa apar topar evlerden caddeye koşmaya başlardık.

Gaz dökülerek yakıldığından ateşle beraber kara bir duman da çıkaran meşalelerin uzaktan görüntüsü ateşin kızıllığı, askerin marşları, uygun adım yürürken postal sesleri ve askeri bando/ trompet takımının katıldığı marşların şatafatını inşallah birgün sizlerde görürsünüz. O zaman ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.

Tören kıtasında yürüyen askerler yanımıza geldiğinde  yer sarsılırdı, titrerdi. Ve o an biz kopardık. İçimizdeki çoşku ayyuka çıkardı. Tren geçerken demiryolunun yakında bulundu iseniz o sarsıntıya benzer sarsıntıyı bilirsiniz.

Şimdi birkaç film, açık oturum, bir kaç basit tören ile iş geçiştiriliyor sanki. 
O heyecan ve coşkuyu -ne yalan söyleyeyim- arıyorum.

Ama -yok-

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...