11 Kasım 2013 Pazartesi

Döndü Ebemin Anlattıkları 2

Bu yaz Ağustos ayında Kütahya da Muzaffer Amcamın Kızı Hamide nin biricik kızı Esra nın  düğününden   dönüşte Köye uğradık.
Biz sürekli gelemediğimiz için yılda bir kaç zaman kullanılan bu evi onurlandırmak için gelirdi. Sevinirdik. Eline ayağına üşenmez,tatlı diliyle uzun uzun dualar okurdu bize.
Yine öyle oldu.Ebemle tekrar bir araya  geldik. Babam ben Aslınur,Gülsüm bir arada iken evimize geldi oturduk, hal hatır sorduk.Elimizde kamera vardı. Çalıştırdık.Sorular sorduk.Uzun bir süre yaklaşık 55-60 dakika bize eskilerden anlattı,anlattı,anlattı...
 Biz  kamerayla kaydettiğimiz için sevinçliydik.Konuşma bittikten sonra kaydettiğimizi incelediğimizde,sessiz modda kayda aldığımız anlaşıldı.Üzüldük..Keşke ilk anda kontrol etse idik dedik...

İş o gün anlattıklarından hafızamda kalanları yazmaya çalışacağım.

Köyün üst tarafında bulunan Muzaffer Amcalarımın bahçesine köyde amele bulunamadığından uzak köylerden iki işçi gelmiş.Ebemde oradaymış.
Ebem amelelerden birine -"sen o köyden Koca Ömerin nesi oluyorsun aynı ona benziyorsun" diyerek ismini sormuş,
 İşçi, Ebemin kendi dedesini tanımasına hayret etmiş, dedesine benzetilmesinden,dedesinin bu yörelerde tanınan bir şahıs olmasından dolayı kıvanç duymuş olmalı ki gülümseyerek;
-"Benim adımda Ömer,bana dedemin adını koymuşlar.Dedem Hacıydı"...v.s diyerekdedesinden övgüyle bahsetmiş,
-"Nereden tanıyorsun dedemi Ebe" diye sormuş Ömer adındaki işçi.

Ebem "Senin dedene hakkımı helal etmiyorum"demiş.
Birden bire gelen bu çarpıcı sözden dolayı şaşırmış -"Neden Ebe demiş" İşçi Ömer.;
Anlatmış Ebem:
"Küçüktüm, yoksulluk yılları birkaç keçinin peşinde (Eliyle işaret ederek) Şu ilerde gördüğünüz uluyol un ardında Turgutlar tarafındaki damımızın yakınlarında ağamla beraber.hayvan/keçi  güdüyorduk.Keçilerin içinde bir tanesi pırıl pırıl sarı rengiyle ,güzelliğiyle dikkat çekiyordu. Sarılığından dolayı ona sarı gevur ismini takmıştık.O keçiyi çok seviyorduk,gözümüz gibi bakıyorduk.
Günlerden bir gün  yine dağlarda,bayırlarda sürü güderken sürümüzün yanına deden Koca Ömer geldi.  Bizim sarı keçiyi zorla aldı. Sırtladı götürmeye başladı. Gücü kuvvet bizden çok daha fazlaydı.
Ağam arkasından koştursa da bağırıp çağırsa da nafile, vermedi.
"Bak kardeşim ben bu hayvanı almaya karar verdim, fazla üstüme gelme sana zarar veririm" demesi üzerine  ağam takipten vazgeçmk zorunda kaldı.
Biz ağlayarak eve döndük.
Babamıza anlattık.Babam da gidip istedi.
Babama "Bayram Ağa,çocuklar yanlış görmüşlerdir. Ben öyle bir şey yapmadım" demiş.
-"Çocuklara mı bana mı inanıyorsun" demiş.
Etrafında başka insanlar da olduğundan ve köylerinde sözü geçen biri olduğundan inanmamış köylüleri de -"Bayram ağa yanlışlık var,yapmaz Koca Ömer böyle bir şey" demişler.

-"Biz ağamla ikimiz biliyoruz onun yaptığını ancak gücümüz yetmedi.alamadık.O  yoksulluğumuzun içinde Babam annem,kardeşlerim,biraz daha fazla debelenmeye başladık deden yüzünden .
İşte bu yüzden hakkım helal etmiyorum." demiş.
İşçiler üzülmüşler,düşünmüşler,-"Ebe hakkını helal ediver" demişler ama nafile.
İşçi Ömer akşam iş dönüşünde köyde bulunan babasına ve akrabalarına durumu anlatmış.
Günler sonra akrabalarından sözü geçen ağırbaşlı bazı kimseler Ebemi ziyarete gelerek elini öpüp dedeleri için helallik istemişler bir kaç kez..
Ancak Ebem "nasıl helal olsun diyeyim.Kardeşlerim vardı hakkı olan.O yıllardan bu yıllara nice nice torunlarımız oldu.Kardeşlerim vefat etti.Hak uzayıp gitti.Ben helal ettim demekle bitmez ki.Kardeşlerimin ve çocuklarıımızın ve torunlarımızın ve onların çocuklarının hepsinin hakları var o sarı gevur adındaki keçide.Sarı gevur  keçimiz kesilmeyip üreseydi.80 yıl  boyunca soydan soya üreye üreye sürümüzün sayısı ne hale gelecekti. Nereden bileyim. Ben onlar adına helal olsun diyemem" demiş.
-"Ahirette helalleşsinler" demiş.

Ve hala belki ikna ederiz ümidiyle,eski günlerin, hem de dedelerinin anısına ,saygıları ve sevgilerinden gelip el öpüp giderlermiş...

(Ben Koca Ömer diye hatırlıyorum ancak emin de değilim.)

İkinci bir hatıra.

" Dedemin bir uzun bıçağı,palası,kaması vardı.Üzerinde kılıfı vardı.Turgutlardaki evimizin bir odasında duvarda asılı dururdu.(Ebem bazen tarif ederken aletlerin isimlerini karıştırıyor.Pala,bıçak,kama,kılıç,kılıcın kını ...ben kılıç diyeceğim doğrusunun ne olduğu geçmişte kaldı.)
 Turgutlar da bulunan damlarına bir gün köyden Dedemin  yakın bir arkadaşı gelmiş.-"Kardeş,Senin duvarda asılı kılıcını bir günlüğüne bize verirmisin.Bir yere gideceğiz tehlikeli.Dağda bayırda başımıza bir iş gelmesin." demişler. Dedemin içini bir şüphe / korku kemirmeye başlamış,başlamış ama arkadaşını da kıramamış.Vermiş kılıcı."- Aman dikkat edin." demiş.
Birkaç gün sonra eve jandarmalar gelmiş Dedemi alıp gitmişler.Dedemin babası ne derse desin ikna edememiş zaptiyeleri,
Zaptiyeler,"bize, mahkemeye çıkacak,alın gelin emrini verdiler"demişler.Dedemi Gediz e oradan Kütahya ya götürmüşler.
Sebebi gece vakti kimliği belirsiz kişilerce bir kız kaçırılmış yakın köylerde.Kaçırma esnasında ev halkına da zarar verilmiş.Yerde ise  bir kılıç yatıyormuş.Sormuşlar soruşturmuşlar bu kılıcın dedemin olduğu ortaya çıkmış.
Bilinen bir kılıçmış bu.Hangi savaşlarda kimlerle beraber kullanıldı ise köylülerce bilinirmiş. Ya da üstünde bir işaret,nişane mi vardı.
Bu delile dayanarak dedemi tutuklamışlar.Ne anlatsalarda biz yapmadık deseler de yerdeki delilden dolayı suçlanmışlar.
Dedemin babası Kütahyada süren mahkemeler esnasında tarlalarını mallarını yavaş yavaş satmış oğlu hapisten çıksın diye avukatlara yedirmiş.
Sonunda mahkeme sonuçlanmış ve dedem uzak yerlerde bulunan bir adaya hapsedilmiş.
Bu arada babası iyice yoksullaşmış. İhtiyarlamış.kaç yıl geçtiyse Yıllar yılları kovalamış ve bir gün dedem hapisten çıkıp gelmiş.Oğlu geldi diye babası da kardeşleri de çocukları da çok sevinmişler.
Dedem heybesinde sarı renkli içi sulu meyvalar çıkarmış.İlk defa görmüşler böyle meyvaları. Şaşırmışlar.
 -"Benim hapsolduğum adada her tarafta bu meyva ağaçları vardı."demiş dedem.Hapishanede tavandan bitler bir yumruk gibi üstüste imiş ve tavandan yere top halinde düşüp dağılırlarmış,dökülürlermiş...

Bu arada Ebemin sözünü kestim."Ebe" dedim" Kıbrıs olabilir mi.Çünlkü orada portakal mandalina ağaçları çok"
Ebem" Ne bileyim ben oğlum" dedi..

Ben de" Eğer Kıbrıs ise İsmail Amcamda aynı yere askere gitti.Gazi oldu "dedim."Yani dedende,Amcamda aynı yere gitmiş olabilirler" dedim.

Biri mahpus,diğeri asker olarak...Biri suçsuz yere yattığı cezasını bitirip gelmiş,diğeri Kıbrıs harekatında gazi olup gelmiş....


İşte böyle...

.....

.

8 Kasım 2013 Cuma

Temizlik işçileri

 6 Kasım günü yazımı ;

"Yükseklerde gri yağmur bulutları beklemekteydi. Yağmurla ıslanmış kuru çınar yaprakları darmadağınık bir şekilde zemine yapışmışlar bekliyorlardı.
Yeni bir yağmur dalgasında sürüklenmeyi, ya da hafif bir rüzgarla kuruduktan sonra, yine başka bir rüzgara kapılıp uçup gitmeyi.

Yapraklar rüzgarlarla uçuşmayı beklerken , bizler de o şarkıdaki gibi (kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına) bahtımızın rüzgarında uçuşmayı  bekliyoruz.(saat :15.09) " 

diye bitirmiştim.

Bu sabah işyerinde  masama oturmadan önce odamdaki pencereden arka bahçeye baktığımda;  belediyeye ait mavi renkli bir traktörün römorkuyla beraber   jeneratörün yanına park etmiş olduğunu gördüm. 

İleride birkaç temizlik işçisi ellerinde süpürge ve faraşlarla yerdeki kurumuş, ancak önceki gün yağan yağmurdan dolayı yere yapışmış olan yaprakları süpürmeye çalışıyorlardı.
Her bir yaprak için süpürgeyi yere bastırıyor ve çöp faraşına doğru zorlayarak itiyorlardı.
Bir kaçı ise yaprakları yığıyor; biriktirdiği yaprakları faraşa süpürüyordu. 

Sonunda meydan temizlendi. Başlarındaki reisin talimatıyla römorka bindiler. Römork açıktı. 
Traktör ilerlemeye başladığında hızın rüzgarı üşütüyor olmalı ki, römorkun ön tarafına geçerek sırtlarını gidiş yönünün tersine doğru çevirip  çömeldiler. Ceketlerinin yakalarını kaldırarak boyunlarını göğüslerine doğru büzdüler. Bir ikisi ellerinde sigarayı avuç içlerinde gizleyerek içiyordu. 

Traktörün üzerinde ise soğuğu ve rüzgarı engelleyen siperlik vardı. Her nedense reis üşüme emareleri göstermiyordu. O da sürücünün yanına, siperlikli traktörün arka teker üstündeki yere oturdu.

En sonunda  sürücü, traktör ve römorkun etrafını kolaçan ettikten sonra direksiyona geçti. 
Motoru çalıştırdı.Tırıl tırıl dizel motor sesi. (Yeni tip motorlar,çevre hassasiyetiyle hem emisyon,hem de gürültü olarak çok daha sessiz) Traktör önce geri geri gitti. Sola yanaşarak manevra yaptı. 

Arkada bulunanlar kalkık yakalarının arasına indirdikleri eğik boyunlarıyla birbirlerine sokulmuş halde, traktörün üzerinde oturan reis ise kendinden emin ileriye doğru bakarken, tırıltısı gitgide uzaklaşan araçlarıyla  ilerdeki yoldan sola dönüp yeni bir göreve doğru kaybolup  gittiler.

Ağaçlar  hafif rüzgarda nazlı nazlı sallanıyorlardı. 
"Bu mevsim bu ağaçlar ve üzerlerinde bulunan bu yapraklar belediye işçilerine kara kış başlayıncaya kadar daha çok iş çıkaracaklar " 
diye düşünerek yerime oturdum.

Bilgisayarımın çalıştır düğmesine basmadan evvel  her zaman TRT Nağmeye ayarlı olan radyomun düğmesini çevirdim. 

Yeni bir iş günü yine başlıyordu...

6 Kasım 2013 Çarşamba

Yağmurlu bir 21 Aralık

Gündüzün en kısa ,gecenin en uzun olduğu 21 Aralık günündeyiz.

Bugünlerde hava yağmurlu geçiyor Manisada.
Her yerde ıslaklık,nem ,rutubet var.
Yolda yürürken geçen araçlardan kendinizi korumalısınız.
Belediyenin yeni düzenlediği yollarımızın ne sürücülerce ne de yayalarca
bilinemeyen bazı noktalarında oluşan alttaki derinliğini tahmin edemediğimiz çukurlar suyla doluyor.
Araç sürücüsü farkına varırsa yavaşlıyor.Fark etmezse yayaların vay haline.
Ya da derin bir çukursa aracının alt takımlarının vay haline.
Sadece yol yapımı konusunda basit bir ihmal,iş geciktirme,ya da denetimsizlik.
İster istemez faturasını beraberce ödüyoruz.
Geçenlerde (19 Aralık Pazar 17.30 ) Uncubozköyden Karaköy e araçla gelirken laleli kavşağından sonra bir araç yoğunluğu vardı.İlk anda sebebini anlayamadık. Hiçbir araç YSE kavşağındaki alt geçide girmek istemiyor. Tam bir kaos.Karaköy e gideceğimden sağa yanaşmıştım.Alt geçidin yakınına kadar ne olduğunu anlayamadık. Alt geçidin biraz önünde polis memuru el kol hareketleriyle araçları  Karaköy yoluna yönlendiriyormuş.Araçlarda sağa girmeye çalışıyor.
Kaos ve gariplikler ardarda.Yol laleli kavşağında kapatılarak araçlar farklı güzergahlara yönlendirilebilir.
Yağmur suyunun sebep olacağı zararlara karşı alt geçitte bir mekanizma olması gerekir.

Yağmur rahmet ardından bereket getiriyor...
Yağmurun fazlası ise (eğer önem alınmamış ise)  kargaşa, felaket...

Şemsiye ile yağmur altında Kırmızı köprüden dere boyunca adım adım yukarıya Çaybaşına doğru yürümek.
Derenin içine bakıp, akarsuyun taşların arasında çağlayarak kıvrım kıvrım akışını,taşlara çarptığında beyaz köpüklerle çağıldayışını,önüne kattığı taşıyabileceği büyüklükteki dalları çöpleri alıp gitmesini,
Esen yelin savurduğu sararmış kuru çınar yapraklarının yağmur damlalarıyla uçuşarak sulara kapılmasını... durup seyretmek.

İvaz Paşa Camisinin eski duvarlarından akan yağmur suyunun  damladığı yerde oluşturduğu küçük göle damla damla tıpırdayışını dinlemek.
Namazdan çıkan cemaatin ıslanmamak için telaşla evlerine doğru koşuşturmasını durup seyretmek.
Akşam karanlığı çökmeye başladığında ve ışıklar yandığında sokak lambalarının yola yansıttığı pırıltıları seyretmek...

Kırmızı Köprüden yukarıya çıkarken  solda kalan avcılar kıraathanesinde ,kahvedeki müşteriler tek tek evlerine giderken gidecek yeri olmadığından ,derenin çağıldayışına dalarak ,buğulu camlardan yansıyan kendi gölgesinde akşamın yalnızlığını sorgulayanlara ...geçerken şöyle bir bakmak.

Dereler çağlamaya başladığında sanki kulaklarımızın içinden gönlümüze doğru akıyor ve içimizi arıtıyor.

Sonra sükuna ermiş bir ruhun melankolikliği içinde eve doğru yavaş yavaş yürümek...

6 Kasım 2013 sonbaharın ilk yağmuru

Öğleyin yemek sonrası arkadaşlarla Hatuniye Camisinin batı tarafındaki kuyumcular çarşısında dolaşırken hava kapalıydı. Yükseklerden Spil dağının zirvesini sıyırarak, güneyden kuzey doğuya hızla geçen kurşuni yağmur bulutları yağmurun her an düşeceğini düşündürüyordu ve düşen yağmurun da kuvvetli olacağını anlatıyordu.

İş yerine geldiğimde radyomu açtım. TRT Nağme her zamanki şarkıları terennüm etmeye başladı.İşlerle meşgul olurken bir an sırtımın dönük olduğu  pencereden dışarıya baktım.

Pencerem güneye doğru idi ve eski adliyenin arka tarafındaki araçların park edildiği meydana bakıyordu. Bana göre meydanın sağında kalan lojmanların doğu tarafına çizgi boyu sıralanmış çınar ağaçlarının ve çam ağaçlarının dallarının rüzgardan savrulduklarını,kurumuş dökülmüş  çınar yaprakları ve diğer hafif çöplerin anafor haline dönerek havalandıkları görülüyordu.

Rüzgarla beraber güneydoğu yönünden yağmur damlaları da düşmeye başladı.İnce sık damlalarıyla kuru yaprakları ve yeri ıslattıkça, rüzgar ıslanan ve ağırlaşan yaprakları uçuramamaya başladı.

Bu arada sol tarafımdaki jeneratörün yanındaki sundurmadan bir şahıs ağzından sigara dumanlarını savura savura biraz telaşla adliye lojmanlarına doğru hızla geçti.

Sundurmanın altında bulunan siyah 4x4 bir araç sileceklerini çalıştırarak sola doğru bir manevra yaparak ilerleyip gitti. Tekerlekleri arkasına ve yanlara doğru su sıçratıyordu.Aracın tekerlek izleri ıslanmış zeminde belli oluyordu.

Yağmur hala yağıyordu.Hızını azaltmasına, incelmesine, uzaktan belli olmamasına rağmen yağıyordu.

Sundurmanın üzerine düşen yağmur damlaları oluklardan yere doğru akmaya, yerde su yolları oluşturmaya başladı. Ancak su yolları yerdeki yaprakları sürükleyecek kadar çok değildi.

İçerde ise hayatın her zaman süregelen bilinen telaşı devam ediyordu. Memurlar kendi aralarında işlerle ilgili konularda çalışırken / konuşurken, Müdür Yardımcıları ise önlerinde biriken evrakların doğru olup olmadığını incelemekle meşgul oluyorlardı.

İşinin sonuçlanmasını bekleyen vatandaşlarda kapı önünde ve koridorda belirsiz bir sürecin bir an önce sonuçlanmasını sabırla bekliyorlardı.

Bu arada yanıma gelen arkadaşla sohbet ettikten sonra uğurlamak için dışarı çıktığımda yağmur dinmişti.

İçeriye geldim masama oturmadan önce yanından geçtiğim penceremden güney yönündeki meydana tekrar baktım.

Yükseklerde fırtına dinmiş olmalı ki gri yağmur bulutları hareketsizdi. 
Yağmurla ıslanmış kuru çınar yaprakları  da darmadağınık bir şekilde zemine yapışmışlar bekliyorlardı.

Yeni bir yağmur dalgasında sürüklenmeyi, ya da hafif bir rüzgarla kuruduktan sonra,yine başka bir rüzgara kapılıp bilinmezliklere doğru uçup gitmeyi.

Yapraklar rüzgarlarla uçuşmayı beklerken , bizler de o şarkıdaki gibi (kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına) bahtımızın rüzgarında uçuşmayı  bekliyoruz.(saat :15.09)
(TRT Nağmede de aynı şarkıyı çaldı.Saat 15.40 da hoş bir tesadüf)

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...