31 Ekim 2019 Perşembe

Seçim

Her perşembe günü mutad olarak gidip gezdiği bölgeye iş arkadaşıyla beraber bugün de gitmişti. Bölge kalabalıktı. Gezecek bakacak bakınacak rahatlığı bulamadı. Arkadaşının hatırına bir süre gezdi. Ancak eski günlerdeki gibi olmadığını farketti. "Artık buralardan uzaklaşma zamanı geldi galiba" diye düşündü. Yeni gezi alanlarına, farklı meşguliyetlere, değişik, topluma faydalı hayırlı faaliyetlere yönelmesinin zamanının geldiğini düşündü. 
İşiyle geçen zamandan arta kalan diğer vakitlerde yukarıdaki satırda bahsettiği yönelimler için çevresinde örnekler aramaya başladı. 
Aklına önce, sürekli gelişim kitapları okuyarak, okuduklarını sosyal medyadan paylaşan diğer iş arkadaşı geldi. Okuyor ve ilginç bulduklarını yakın dostlarıyla paylaşıyordu.  Karşısında çalışan iş arkadaşı ise spor ve gezi ağırlıklı bir aktivite ile hayatının iş dışında kalan zamanlarını dolduruyordu. Bir kaç yıl öncesine kadar  -şu an uzaklarda görev yapan eski  iş arkadaşı ile- bisikletle dağları ovaları dolaşıyordu. O günler geride kaldı diye düşündü. 
Yeni emekli olan bir diğer arkadaşı ise öğle namazını Karaköy Camisinde kıldıktan sonra ikindi namazını aynı semtte bulunan  Hacıyahya camisinde kılıyordu. İki vakit arasında eve gitmiyor Karaköydeki Çamurun Kahvesinde ağaçların altında diğer emeklilerle beraber sohbet ediyordu. Bazen memleket kurtarıyor, çoğunlukla eski hatıraları paylaşıyorlardı. İkindi ezanını duyunca telaşa kapılmadan sükünet içinde camiye gidiyor. Namaz bittikten sonra camiden imamdan bir önce sükunetle çıkıyordu.
Ve Cuma günleri  camiye veya uzak bir diyardaki başka bir camiye yardım toplama amacıyla serilen cami kapısındaki hasırları bekliyordu. Cemaat çıktıktan ve hocaya paraları teslim ettikten sonra, telaşla Çamurun Kahvesi  ile cami arasındaki ağaçlıklı alanda bekleşen arkadaşlarının yanına koşuyordu. Arkadaşları "Bugün ne kadar toplandı " diye soruyorlar o da topladığı ve teslim ettiği yardım miktarını söylüyordu. Hasılatın önceki haftalara göre daha az veya daha çok olmasının nedenlerini kritik ediyorlardı.
Bu müzakere süreci bazen öyle çok zaman alıyordu ki ikindi ezanı okunduğunda abdest almadıklarını hatırlayıp çok acele  bir biçimde yerlerinden fırlıyorlar abdest almaya, cemaatle namaza yetişmeye çalışıyorlardı. Gözleri net görmediklerinden abdest almak için ayakkabılarının bağcıklarını çözmeleri zor oluyor ve zaman alıyordu.
Kahveci arkalarından şöyle bir göz atıyor, "yine çay paralarını unuttular çıkınca hatırlatırım ama, babam yaşındaki adamlara her Cuma  sonrası "Abi ikindi namazına giderken çay paralarını unuttunuz" demek gönlüne zor geliyordu. Bu sebeple bazen ocakçıya, bazen de patrona " Şefim yine ihtiyarlar namaza koşarken çay paralarını unuttular,marka atmayayım şu dört çaya" diye  söylüyordu. Onlar da suratlarını hafiften buruşturarak, kerhen, "peki" anlamında baş sallıyorlardı.

Böyle mi yapmalıydı? "Olmaz" dedi. "Bir başka  yere gitmeli,  çocukluğumdan beri yüzlerini görmekten şakalarını dinlemekten bıktığım kişiler de oralarda, eski günlerde çocukluğumuzda yaptığımız rezillikleri dillerine dolarlar " dedi.

"Tamam" dedi. "Kitaplar sayfalarını açınca konuşuyor,  kapağını kapatınca susuyorlar. En iyi arkadaş kitaplar, En  doğru seçim  kütüphane olmalı" diyerek konuyu kapattı. 

24 Ekim 2019 Perşembe

Türkü

Son zamanlarda işyerinde sol yanındaki etejerde bulunan radyoda trt türkü akşam üzeri mesai bitimine kadar çalmaya başlamıştı. Memnundu bundan.
...
Çünkü çocukluğundan beri türkülerle büyümüştü. Evlerinde gaz lambaları altında geceleri geçirdikleri zamanlarda, altı pilli hislon radyoyu sabahın şafağından yatsının karanlığına kadar dinlediği olurdu. Annesinin ninnilerinden daha çok annesinin radyoda dinlediği - ve bazen de eşlik ettiği-türkülerini hatırlıyordu.
...
Sonra hayatının farklı zamanlarında fırsat bulduğunda hep radyo ile türküler ile beraber olmuştu. Spil dağının batısındaki Sivrice tepesinin alt kısımlarında bulunan Hakibaba camisinin üst ksımlarında koyun güderken de elinde küçük bir standart marka radyo bulunuyordu.
Her onbeş dakikada bir verilen Kıbrıs haberleri ile 1974 Kıbrıs harekatının heyecanı ve karartma geceleri , Hasan Mutlucan'ın türküleriyle beraber hafızasına yerleşmişti. Ve yine elinde babasının "okulu bitirince bisiklet alacağım" diyerek söz verdiği halde, "yollar tehlikeli o sebeple radyo aldım oğlum" diyerek kendisine hediye ettiği,  küçük bir deri muhafaza içinde, radyonun sapına iliştirilmiş küçük bir deri çantanın içindeki kulaklığı ile  Standart marka ilk radyosu.
Radyonun khz leri mhzleri gösteren skalasını çevirince bir yanının güneşten solduğunu, tozdan kirlendiğini farkederdi arkadaşları,   skalayı gösterek burası neden soluk? diye sorduklarında, cevabı " türküler orada çalıyor" olurdu.
...
Fırında çalıştığı zamanlarda oluşan  12 eylül 1980 i de yine türkülerle karşılamışlardı. Fırında bulunan üstü un tozlarıyla bembeyaz olan radyonun tozlarını üfürmeden kulağını çevirmişler ve içindeki ışığın yavaş yavaş yanmasını, sonra da cızırtılı bir sesin hafifçe fırını doldurmasını beklemişlerdi. Hangi yıllardan kaldığını bilmediği, maun kaplamalarının arasına un tozlarının dolduğu, parazitli sesinden dolayı her zaman kullanılmayan lambalı bir radyoydu. Isındıktan sonra radyoda yine Hasan Mutlucan'dan türkülerin okunduğunu duyunca. 12 Eylül 1980 günü saat sabah altı otuzda, " tamam yine olağanüstü bir dönemdeyiz."  diye düşündüğünü hatırladı.
...
 Radyonun bazen sesini kısıyor, bazen herkesin hoşuna gidecek bir türkü çıktığında sesini biraz açıyordu. Hatta bir kaç dakika önce radyoda hoş bir türkünün tınısını duyduğunda "Giydiği sarı ağlatma bari, akşam olanda, akşam olanda bade dolanda..." sol elini radyonun ses düğmesine doğru uzattığında, solda oturan iş arkadaşının da sağ elini ses düğmesine uzattığını farketti. Ardından çalan türkünün yüksek sesini kısmak istediğinde de aynı anda dönmüşlerdi radyoya doğru ve gülümsediler...
Demek ki müzik zevklerinin birbiriyle örtüştüğü noktalar var diye düşündü.
Sivaslı inşaat ustası Mete Kardeşi yıllar önce evinin üst katını tamir ederken "Türküz türkü çığırırız" demişti.
Kafasının sallayarak kendi kendine "doğru bir söz" diye mırıldandı.

21 Ekim 2019 Pazartesi

Sus

Susmak. Kendisine yöneltilen sorulara  cevap vermemek, içindekileri diliyle dışarı vermemek.  Sessiz tepkisiz durağan bir halde, bulunduğu mahallin sakin bir köşesinde süt dökmüş bir kedi misali beklemek.
Susanın dışındaki durgunluğuna bakmamak lazım dedi. İçindeki harbin şiddeti sebebiyle dışarıya tepki verecek hali gücü azalmıştır belki de. Bilemezsin. Zaten susanın üzerine biraz gidersen neden susuyorsun diye deşmeye kalkarsan içindeki savaşta kullandığı bazı silahların birden sorana döndüğünü görebilirsin. Gözlerindeki ateşin birden sana karşı bir kıvılcıma dönüştüğünü gördüğün anda, geri çekilmelisin. dedi.
İnsanlar durup durduğu yerde neden susarlar diye sormayı aklından geçirse de soramadı. Vardır bir derdi. Elbette vardır bir derdi. Çözemediği şahsi meselelerini kendi içinde dengeleyebilmek için mücadele ederken dışarıyla uğraşacak hali kalmamıştır da ondan dedi. Ama dokunursan silahlarını sana da yöneltebilir. Hatta bazen soranın beklemediği düzeyde yoğun bir tepki, -orantısız güç kullanımı- ile karşılaşabilir soran dedi.
Öyleyse kendi haline mi bırakmalı? Hayır, uzaktan gözetlemeli. Susan, kafasındaki işleri yoluna koyduğunda çevresine yavaş yavaş dikkat etmeye, gözlemeye  başlar. Arasıra kıpırdanır. Bu hareket artık soranlara cevap verebilecek seviyeye yaklaştığının göstergesidir. Ama aniden soru yağmuruna tutulursa sert bir cevapla yeniden suskunluğuna devam etmeye başlayabilir. İşte maharet burada başlar. Onu cesaretlendirmelidir yakınındaki yakini. Fiziksel olarak yakınında olan ruhen de ona yakın olduğunu belli edebilirse, suskun, o girdiği derinliklerden yavaş yavaş su yüzüne çıkabilir. Zordur bu, hem susan hem de susanı açmaya çalışan için. 
Lakin susturan için her şey kolaydır. Bir hakaret, bir acı söz, bir fiziksel darp, bir imalı bakış, kişinin hassasiyetinin düzeyine göre yüreğinde derece derece yanıklara sebep olabilir. Ve söz konusu yanıklar ne kadar derindeyse iyileşmeye fayda edecek susma eylemi de o kadar uzun olabilir. 
Allah haksız yere susturanlardan eylemesin, Susup da  suskunluğun içinde pasif kalanlardan da eylemesin. 
Kendisinde ve karşısında oluşan tüm sıkıntılara karşı -haklı ise susturanla- mücadele etmeyi; haksız ise sebep olduğu eylemi düzeltebilmek için -nefsiyle- mücadele etme azminizi arttırsın dedi.

15 Ekim 2019 Salı

Münbiç

Bir haftadır Suriye'deki Barış Pınarı Harekatını televizyondan  tvitterden sürekli izliyordu. Son iki gün münbiç konusu üzerine aklı takıldı. "Münbiç'e neden girilemedi neden geç kaldık?" diye düşünürken 15.10.2019 günü saat 13.55 sıralarında münbiç e rejim güçlerinin girdiğini öğrenince, içindeki sıkıntı biraz daha arttı. "Acaba girmediler ama rus medyası girdiklerini mi söylüyor?" diye düşündü. Ardından yeni haberler geldi. Münbiçten açılan bir ateş sonucu bir askerimizin şehid olduğunu öğrendi. Karşılık olarak 15 eşkiyanın yok edildiğini öğrendi. Ama münbiç ile ilgili ne olduğu konusunda net haberler bir türlü gelmiyordu. Zaman aleyhe gelişiyordu. Şu an itibari ile dahi içindeki sıkıntı devam ediyordu. 
Ama sonuçta oraları Suriye devletinin sınırları içerisindeydi. O devlet şu ana kadar neredeydi. TSK harekata başlayınca Suriyedeki o devlet birden devlet olduğunu hatırlayıverdi. Ordumuzun harekatı üzerine Türk düşmanları ise birden birleşerek yön ve yer ve taraf değiştiriverdiler. Bu kadar hızla taraf değiştirebilen bir örgüt dünyada yoktur. O kadar çabuk taraf değiştirdiklerine göre, bu durumlarını birileri daha önceden hesap etmiş ve onları bu plandan haberdar etmiştir. Özellikle Rusların sessiz ve derinden, iki yönlü,  arka planda durmalarına rağmen, olayları Türkiye aleyhine anında ayarlayabilmeleri, Suriye'deki diğer silahlı güçlerle çok daha önceden haberleşerek organize olduklarını gösteriyor. 
Dünyanın dört bir yanından ilgili ilgisiz bir çok Türk düşmanı teşkilat birden bire tepkilerini gösteriyorlardı. Dünyanın bir çok  yerinde kendilerinin de ortak olduğu nice zulüm ortada iken pişkinlikle  Türkiye Cumhuriyetini suçluyorlardı.  
Bildiği, duyduğu okuduğu, anlayıp idrak edebildiği  kadarıyla,  dünyadaki hiç bir askeri eylem daha önceden " bir gece ansızın gelebiliriz" denilerek haberdar edilmemiştir.  Bu ön bilgi düşmanımızı teyakkuza geçirmiş ve A dan Z ye envai çeşit türlü planlar geliştirmelerine yol açmış olabilir. 
Ve dünya çapındaki bu yoğun tepki fırtınasının gösterdiği diğer bir acı nokta ise; Asker, üstün mahareti ve cesaretiyle üzerine düşen görevi başarıyla tamamlamasına rağmen, ne yazık ki  politikacıların -genellikle yaptıkları gibi- askerle birlikte milli hedeflere doğru başarıyla yürüyemediği anlaşılıyordu. Rusların ya da daha genel ifadeyle düvel-i muazzamanın Suriye'de örgütlerle oyununu politikacılar ve istihbaratçılar bozabilmeliydiler. 

İnşallah bu düşünceler yanlış olur ve her yönüyle barışa/nihai zafere ulaşılır.

Kısaca Misak-ı Milli hedefine biraz daha yaklaşmışken bir şekilde durdurulmak içini acıtıyordu.

"Allah Türk Ordusuna ve Türk Milletine etrafına  geçirilen çemberleri kıracak güç , kudret, kuvvet versin. Asker ve sivil Türk Milletinin idarecilerine her daim düşmandan daha üstün düzeyde akıl fikir feraset cesaret  versin.  Bizlere her alanda yeni başarı yolları açmalarını nasip etsin." düşüncesiyle durdu kaldı...

9 Ekim 2019 Çarşamba

Dönüş

Çevresinde nice değişiklikler olduğunu farkettiği halde, kendisinde o değişiklikleri kaydetme ve yorumlama kudretini -bir süredir- bulamıyordu. O kudreti neden bulamadığını dahi düşünmek istemiyordu. "Bulunmuyor işte!" deyip her zaman yaşadığı günlük mutadların arasında vaktini, Rabbinin ona sağladığı zamanı ve imkanı  -belki de müsrif mirasyediler gibi- harcıyordu. Harcıyordu, onun inisiyatifine bırakılmış olduğuna göre hesabını da o verecekti, kimi ilgilendirir ki. düşüncesiyle anlamsız tesellilerle televizyonun başında elinde bir avuç çekirdek aksiyon filmlerini takip ediyordu. Akşamüstü yorgun argın eve girdiğinde hemen üzerindeki resmi kıyafetleri değiştirip oda kıyafetlerini giydikten sonra kütüphaneden aldığı kitapların birini eline alıyor biraz okuduktan sonra saatin tıktıkları aklına  televizyondaki haber saatini yaklaştığını  getiriyor, kumandaya uzanıveriyordu. Kumanda onun zihnini gözlerini ve tüm vücudunu hipnotizma olmuş gibi kendine esir etmiyordu ama, okuduğu kitabın sayfalarından da zihnine yeni bilgiler giriş yapmıyordu. 
Eşi mutfakta akşam yemeğinin telaşı ile tencere, tabak, kaşık tıkırtıları, su sırıltıları  içinde uğraşıp duruyordu. Onlara en güzel yemekler yapmak için, ne kadar emek verirse versin,  sofraya oturduklarında keyfi yerinde değilse yemeğin lezzetini dahi farketmiyordu. Ama keyfi yerindeyse hiç yemek olmasa dahi olumlu düşünceler içinde bir şeyler atıştırarak ve eşini teselli ederek Allah ne verdiyse yiyip sofradan kalkıyordu. Kısaca istikrarsızlıkları vardı. Eşref saatleri ile eşşek saatlerinin alarm zillerinin nerede ne zaman çalacağı belli değildi. Bu durum büyük ihtimalle eşini tedirgin ediyordu. Eşi, sohbetleri esnasında bu istikrarsızlığın biraz da şeker dengesizliğinden meydana gelebileceğini hatırlatıyordu. Ve o nedenle daha sabırlı davrandığını samimiyetle ifade ediyordu.
Bu sorunun  bloga uzak kalmasına da sebep olabileceğini düşündü. 
Fakat hayatın  beklenen, ama bilinmeyen o ana doğru yavaş yavaş ilerlediğini de hesap ederek, yazmaya gayret etmesinin iyi olacağına kanaat getirdi. Tekrar döndü.

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...