28 Mart 2019 Perşembe

Kum

"Kafasını kuma gömmek" deyimi geldi aklına, nerden geldiyse. Etrafında nice problemler sıkıntılar var iken bu sıkıntıları görmemek için kendisini dış dünyaya kapatanlara verilen bir isim. 
Bilenler, her konuda fikri olan bir kısım değerli zevat, özellikle devekuşlarının böyle bir eylem yaptığını anlatırlar. Ancak ilmin ve mantığın süzgecinden geçirince bu anlatılanın  hayatın gerçeğine ters olduğu anlaşılır.  Çünkü kuş hava almadan yaşayamaz.  Solucan ya da köstebek gibi toprak altında yaşayacak  özelliklere sahip olarak yaratılsaydı  o zaman mesele olmazdı.  
İnternette konu hakkında bir araştırma yaptığında ise, kafasını kuma gömme diye bir durum olmadığı, sadece devekuşlarının fotoğraflarını çekenlerin objektifine yansıyan bir yanılsama olduğunu anladı. Ancak yine de yerleşmiş olan bu deyim halk arasında genel kabul gördüğü için düşünmeden incelemeden, irdelemeden yaşayanlarca gerçek sanılır.
Ancak, fotoğrafın neden kafasını kuma gömmüş şekilde çekildiği araştırılınca; Kuşun yavruları için bir çukur açarak yumurtalarını yerleştirdiği, üzerine kuluçkaya yattığı, arasıra yumurtalarını yerlerini değiştirdiğini, ayrıca otlaklarda yem ararken küçük kafasının otların arasında görülmez olduğunu, bu nedenle uzaktan bakanlarca kafasını kuma gömmüş gibi algılandığı anlaşılır.
İşte hayatın gidişatı içinde, insan oğlu dahil nice canlının  hal ve hareketleri, o andaki pozisyonuna göre değerlendirilebildiğinden yanlış anlaşılmalar, farklı peşin hükümler, çirkin yakıştırmalar, yaftalar yapıştırılır ve belkide bir ömür boyu o iz kalır. 

"Allah, böyle yakıştırmalardan, yaftalardan, pozisyonlardan cümlemizi korusun. Ve her zaman peşin hükümlerden uzak davranışlar ve fikirler içinde, açık fikirli, hür düşünceli olmayı nasip etsin" diye niyazda bulunarak bilgisayarı klavyeyi bir gün sonra tekrar açmak üzere bıraktı. 

27 Mart 2019 Çarşamba

Çember


Bugün, internette gazeteleri incelerken Yeniçağ gazetesinde bir köşe yazarının yazıları arasında onun ismine rastlayınca, eski günleri düşündü. 
Rıfat Serdaroğlu ismini yıllar önce Adalet Partisi ya da Doğruyol Partisinin de bulunduğu siyasetin çok daha farklı kazanlarda kaynadığı zamanlardan hatırlardı. 
İnternet mecrasındaki yazılarını okuduğunda da düşünceleri arasında bir çok konuda beraberlikler, paralellikler bulunduğunu farketti. 
Hayat hikayesini yani biyografisini okuduğunda E. Ü. İzmir Maliye Bölümünü bitirdikten sonra Bergama Belediye Başkanlığı yaptığını öğrendi. Burhan Özfatura da Maliye Bölümü mezunu idi ve O da İzmir Belediye Başkanlığı yapmış olduğunu biliyordu. Hatta kendisi okurken Özfaturanın Maliye bölümünde öğretim görevlisi olduğunu, derslere girdiğini hatırlamıştı.
Yıllar yılları kovalıyor diye geçti aklından. İlk gençlik zamanlarında memlekette siyasetin  çok daha renkli canlı ve neşeli olduğunu, zaman geçtikçe her şeyin daha tek düze, renksiz tadsız tuzsuz olmaya başladığını, insanların fikrini beyan etmeye çekindiğini başka fark edenler olsa da, kendisi de fark ediyordu.   
Özellikle 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar programından sonra sanki bir çemberin aşama aşama daraltılması, sıkılması gibi, bir şeyler git gide daralıp azaldı, yok oldu. diye düşündü. 1985 de öğrencilik yıllarında TEK de teknisyen olarak çalışırken sendikaya üyeydi. Ortalıkta taşeronluk diye bir kavramın kelimesi dahi bulunmuyordu. Şimdi ise her tarafta taşeronda çalışanlar  var. Sendikalı işçi azınlık haline düştü. Gerçekten de işsizlik korkusunun bulunduğu bir ortamda sendikasız taşeronlar daha alt şartlarda koşullarda, daha düşük düzeyde ücretlerle çalışmak mecburiyetinde kalıyor, yoksulluk sınırı, açlık sınırı altında geçinmeye çalışıyorlar,  acı  diye düşündü. Üzüldü.

 Ne sendikalar meydanlara çıkıp üyeleri göğüslerini gere gere bağırabiliyorlar ne de hakları hakkında doğru dürüst pazarlığa oturabiliyorlar. Herkes sus pus. Bu isin sonu iyi değil diye düşündü. İnsanlar seslerini ne kadar çok çıkarabilirse o kadar rahatlarlar. Eğer sıkılırlarsa şişerler ve nereden patlayacağı belli olmaz diye düşündü. Düşündü, düşündü...
"Tadı yok" dedi. Ne gerçek anlamda televizyonda liderlerle başa başa istediği soruyu sorabilen gazeteler ve gazeteciler, ne  de hür fikrini rahatça ifade edebilen insanlar... Yok, ya da var da görülmüyorlar mı?
Olmaz mı tabii ki var. Ancak görülmüyorlar. Kafası bazen karışsa da "umut" var dedi. Kendi kendine "umut" var. "Eğer nefes varsa hayat vardır ve umut ta vardır." 

21 Mart 2019 Perşembe

Yeter

Müezzin ikindi ezanının sonunu okurken klavyeye dokunmaya başladı.Bugün dokunmak isteği yoktu içinde. Ama yine de kendisini zorladı. Ha bir gayret diyerek  her iki elinin orta parmağıyla tuşlara basmaya devam etti. Bu kadar stres yeter diyerek klavyeden ellerini çekiverdi.

19 Mart 2019 Salı

Bugün

Saat 16.26 gösterirken, gözleri iyice ağırlaşmaya başlayınca oturduğu yerde gözlerini kapatıverdi. O anda çevresinde konuşulan her şey, rahmetli annesinin bebekken kulağına söylediği ninnilerden daha çok tesir ediyordu. 
Bir kaç dakikalık bu  göz dinlendirmesi, sanki bilgisayara reset atılmış da sistem yeniden başlıyormuş gibi, bir dinçlik bir kudret verdi bünyesine ve şimdi okunmakta olanları klavyelere basarak yazacak gücü buldu. 
Bu kısa süreli dinlenme, çevresindeki esyaların daha parlak daha net görünmesini bile sağladı. Demek ki beynin yorgunluğu kişinin dünyayı nasıl gördüğüne bile  etki ediyormuş diye düşündü. 
Şu günlerde oturduğu masada sabırla beklemekten başka bir şey yapmıyordu. 
Karşısındaki ekranda, zamanını yararlı geçirecek faydalı bilgilerin yayınlandığı mecraları takip ederek sabırla iş bekliyordu.
Sanki piyasanın durgun olduğu zamanlarda dükkanında pinekleyen tüccarlar gibi. Eski mahalle arası bakkallarında tezgah gerisinde yarı uyur yarı uyanık müşteri bekleyen bakkallar gibi.Ya da sıcaktan bunalmış, susuzluktan yanmış olduğu halde, "bir an önce vakit gelse de kana kana su içiversem." hayaliyle sabırla akşam ezanını bekleyen oruçlular gibi. İş bekliyordu. 
Beklerken,  şehrin en yetkili resmi dairesinin güney kısmındaki, şehrin en güzel mevkisinde kurulu bulunan beşyüz yıllık camisinden ikindi ezanı okundu. -Bu gün de işyerini kapatma vakti geldi. diyerek eşyalarını yavaşça topladı ceketini giydi ve kapıya yöneldi...

18 Mart 2019 Pazartesi

Yorgun

Yorgundu. Sabah işe gelmek için uyandığı andan itibaren; bir bezginlik, bir dinginlik, bir yorgunluk vardı üzerinde. Nedendir? bilinmez? diyemezdi. Bilinen nedenlerle oluşan, yılların getirdiği bir yorgunluk, eskimenin tükenmenin oluşturduğu bir yorgunluk haliydi.
Bu hal işe geldiğinde ve çalışma masasında bilgisayar başında bulunduğu sekiz saatlik süre boyunca da devam etti. Yorgunluk sadece bedenin kimyasında  değil, esasen insanın ruhunda oluşan bir şey. diye düşündü. Çünkü varolan ölçeklerle ortaya çıkarılamıyor. Yorgunluğu yaşayan kişinin hal ve ahvaliyle meydana çıkıyor.
 Sebebini bulmak için uğraşılabilir ve bulunabilir. Bulmaya uğraşılacağına  boş ver deyip üzerinden geçmek, ileriye ufka bakmak en kolayı, belki de en doğrusu.
 O da öyle yapmaya karar verdi. Zoraki olarak tebessüm etmeye gayret etti. Zoraki gülümsemenin zamanla hakiki gülümseme halini alacağına emindi. Öyle de oldu. Saat 17.00  de mesai bitiminde kapıdan çıkarken gülümsüyordu.

13 Mart 2019 Çarşamba

Büyük Reis Uyudu mu?

Büyük Reis uyudu mu?
Uzaktan öyle görünse de, hayır. Gözlerinden rahatsızlığı var.
 Önceki hafta beş gün boyunca izin kullandı. Şehre yaklaşık otuz kilometre uzakta bulunan ömrünün geçtiği güzel kasabasında bulunan zeytinliklerinde bahçelerinde bakımlar, düzenlemeler yaptı. İzin sonrası mesaiye başladığı ilk anda yüzünün esmerliğinden izin süresince bahçelerde çok çalıştığı belli oluyordu. Araziyle uğraşmasının zindelik, güç kuvvet verdiği elinizi sıktığında anlaşılıyor.
Fakat ne zaman bir boşluk oluşsa rutinlik sükunet meydana gelse rehavete kapılır, masasına bir kaç dakikalığına başını koyuverir, eskilerin deyimiyle tilki uykusuna yatardı. Ancak büroda  her hangi bir hareket olduğunda, olağanüstülük hissettiğinde hemen doğrulur, canla başla olayı çözümlemeye başlardı. Yani gözlerini kapatsa da  durumu takip ettiği kulaklarının kirişte olduğu anlaşılıyordu. 
Ayakta dolaşan nice uyur gezere göre tetikte bekleyen böyle bir personelin değerini, -çalıştığı iş yerinde ülkenin en başarılısı  olduğunu gösteren gazete haberlerini duvarlara asan- yöneticisi biliyor muydu? Değerini bilmediğini, ancak keskinliğinden çekindiği için mesafeli durduğunu tahmin ediyordu. 
(Emekliliğini hakeden ancak hayatın onu getirdiği koşullar nedeniyle beklemek. emekliliğini bir başka bahara ertelemek zorunda olanlardan birisi de şu anda klavyeyi kullanandı.)

Büyük Reis'in de emekliliği yaklaşmıştı. Bir zamanlar emekliliğinin dolduğu gün resti çekeceğini dilekçeyi hemen vereceğini ifade ederdi. Amma ve lakin o an yaklaştıkça,  hayatındaki özel ağırlık noktalarının tesiriyle biraz daha öteleyebileceğini anlattı. Her ne kadar  ne tür karar verirse versin  kararına saygı duymaktan başka inisiyatifleri olmasa da, bu durumu büro arkadaşları da makul, hatta memnuniyetle karşıladılar.
Çünkü zaman içinde büroda herkes birbirine alışmıştı. Takım ruha oluşmuştu. Birlikte hareket, ortak hareket, ortak düşünce gelişmişti. Yani taşlar yerine oturmuştu. İşler şimdilik tıkırında gidiyordu. Zamanın akan bir su misali neler getireceği, hayatın girdabında nelerle karşılaşılacağı belli olmasa da,  şu an itibariyle var olan huzur ve sükunu elden geldiğince devam ettirmek en uygun olanıydı.

Allahım bize bahşettiği hayatı güzel yaşamayı ve her an yaşadığımız imtihanları başarmayı nasip etsin.

11 Mart 2019 Pazartesi

Pul Bitince

Sanat okulunun ikinci sınıfında okurken yaz tatilinde mahallelerinde bulunan ekmek fırınında çalışmaya başlamıştı. Fırında yaşı en küçük ve işi en bilmez olduğundan her işe gönderiyorlardı. O da gençliğinin verdiği güç ve bir işe yarıyor olmasının sevinciyle elinden geldiği, gücünün yettiğince koşturuyordu.
Özellikle ilk haftalığını tahmin ettiğinden daha fazla olarak aldığında şevki daha da artmıştı.

Ne işler yapmıyordu ki. 
Eline aldığı bir bayrak direği gibi uzun, ucunda bir yığın paçavranın bağlı olduğu fırın temizleme bezini yıkamak için,  gecenin ikisinde in cin top oynarken şehrin caddelerinde, yakındaki caminin her zaman şırıl şırıl akan suyunun doldurduğu yalağa yöneldi. Karanlıklardan çekinerek ıssız yollarda bilinmez karanlıklara saklanmış sokak köpeklerine dikkat ede ede gidip geliyordu.

Daha sonraki günlerde alıştı. 

Fırının üst bölümünde hazırlanan ekmek hamurlarını fırın ağzına yerleştirmek ve hamur kabarınca kürekçinin erişebileceği bir yere koymak, o hamurlara fırının adı ve ruhsat numarasının yazıldığı pulları tek tek yapıştırmak ( hamura batırmak da denebilir);
Pişen ekmekler fırından çıktıktan sonra tezgahın yanına sıcak sıcak dizmek, eğer dizme işlemini geciktirirse biriken ekmekler üst üste yığılıyor, kürekçi fırına küreğini rahatça sokamıyordu.
 Sabaha karşı fırın dağıtım aracı olarak kullanılan 1967 model tek kapı anadol otomobiline arkasına ekmek kasalarını yerleştirmek, o araçla şoförün yanında ekmek dağıtımına çıkmak.
Gündüz mobiletle yakın bakkallara ekmek dağıtmak, kasada ekmek satışı yapmak, arka sokakta bulunan depodan odun getirerek fırın ağzına yığmak, fırını yakmak ve yanar vaziyette tutmak... Aklına gelen görevlerden bazılarıydı.
Fırında ekmeğin altına yapışan pulların azaldığını farketti.
 -Ramiz Abi pullar bitecek pul lazım." Ramiz Abisi de  tamam hallederiz" dedi.

O gece fırına geldiğinde pulların çok azaldığını, yetmeyeceğini anladı. Ne yapalım diye düşünürken gazete kağıtlarından pul biçiminde  kesip yapıştırabileceğini düşündü. Ustaya söyledi. Usta hiçbir şey demedi. Ustanın gözü önünde ekmek hamurlarının arkasına gazeteden kesilen pulları yapıştırmaya başladı. Pullar farklı haber parçalarından oluşuyordu. "Bu ekmeği yiyecek olan arkadaki küçük haberi okuyacak, diğer ekmek ile birleştirerek hem ekmek yiyecek, hem bulmaca çözecek, hem de bedava haber okuyacak" diyerek gülümsedi.
...
O gece fırının davetsiz hiç  istenmeyen misafirleri de vardı. Aniden açık gri renkli, kapılarında .... Belediyesi Zabıta Amirliği Resmi Hizmete Mahsustur yazılı bir cip durdu fırının önünde. İçinden dört kişiden müteşekkil belediye zabıta ekibi indi. Aceleyle sanki bir baskın havasında hamurların hazırlandığı üst bölüme çıktılar. Arka tarafları hızla dolaştılar. Ve pişen ekmeklerden bir kaçını alarak eski radyonun üzerinde duran  teraziyi, bakkal terazisini istediler. Ekmekleri tartmaya başladılar. Bu işlem hızla oluyordu ve fırındaki herkes gergindi. O da gerginliği hissetmiş gerginliğinin üzerine zabıtayla ilk karşılaşmanın heyecanı da eklenmişti.

Zabıta amiri olduğu her söze verdiği cevaplarla ve diğerlerine verdiği emirlerle belli olanı;
-Fırın sıhhi değil, unlar temiz yerde depolanmıyor. hamurhane tozlu,
Elindeki ekmeğin alt kısmına baktı.
-Ekmeklerin arkasındaki nedir? Buraya fırının ismi yazan pul yapıştırılması gerekirken siz gazete kağıdı yapıştırmışsınız. Kaçak fırın mı burası, nedir? Ayrıca bu ekmeklerin gramajı eksik tutanağa yazın, ceza makbuzunu da imzalatıp tebliğ edin." dedi. yanında duran genç zabıtaya.
Fırın sahibi;
-Pul bugün bitmişti. Yarın matbaadan alacaktık. Ekmeğin firesi var, bakın hamur iken ağırlığı belirlenen gramajın çok üstünde." diyecek oldu.
Amir; -Beyefendi, fırının adı yazılan pul, ekmeğe yapıştırılır ve  fırından çıkan  pişmiş ekmek tartılır. Kural budur. diyerek hemen susturdu. 
Makbuzların arasına karbon kağıdı yerleştirilerek, kusurlar ve kabahatler ile ceza bedeli yazıldıktan sonra, fırın sahibi öfkeli öfkeli kağıdı sanki yırtacakmış gibi bir tavırla okumadan imzaladı.
..
Fırın çalışanları sabaha kadar ağzını bıçak açmıyacak halde sessizce çalışmaya devam ettiler.
Sabah, fırıncı Ramiz Usta gece kesilen ceza makbuzunu da alarak;
 -Ben belediyeye gidip başkanla konuşacağım" diyerek erkenden çıktı.
 Ceza daha esas deftere işlenmediği için iptal ettirme ihtimali vardır diye düşünüyordu.
...
 Sonraki gece işe geldiklerinde Ramiz Abinin suratı bir karıştı.
-Ne oldu Ramiz Abi dedi Hamurcu Hamza. -Ne yaptın cezayı belediyede iptal ettirebildin mi?
Ramiz Abi; -Belediye başkanının odasına girip derdimi anlattım. Tanışırız. Gençlik zamanlarımızdan iyi kötü muhabbetimiz vardı. Ceza makbuzunu aldı. Zile bastı gelen hademeye bunu zabıtaya götürün cezayı yazan gelsin, bize de iki orta kahve. dedi. kahveleri içerken elinde defter ve makbuz koçanlarıyla zabıta memuru geldi. Efendim gece nöbetçileri eve gitti. Gece yazdıkları makbuz koçanlarını size getirdim.
Başkan; -Ramiz Beyin makbuzunu iptal edelim. dedi.
Koçanları karıştıra karıştıra sonunda makbuzu ve makbuza yazılanları bulup başkanın önüne uzattı, kulağına bir şeyler fısıldadı. Başkan memuru dinledikten sonra  tutanakta yazılanları da görünce birden geri çekildi.
-Sen gidebilirsin bu evrakları biraz sonra gelir  alırsın. diyerek zabıta memurunu gönderdi.
Alnını kırıştırdı,
-Ramiz Bey zor dedi. İptal edemem, ben bunu iptal edersem sonum iyi olmaz. Gel bak ne yazmışlar. Sen de imzalamışsın.
Merakla masasına gidip;
".... günü zabıta ekiplerimizce İzmir Caddesi üzerindeki karaköy ... fırınında yapılan denetimde ekmeklerin gramajlarının eksik olduğu, fırın tanıtım pulu yerine ekmeklerin arkasına terbiyesiz resimlere ait gazete  parçalarına rastlandığından genel ahlak ve edebe aykırılık,  sağlık şartlarına uygun olmamak kusurlarından .... şeklinde devam eden bir yazıydı.
Başkanla göz göze geldik. Yazılanlar karşısında savunacak tutunacak bir dalım kalmadı. Başımı önüme eğdim, elini sıkıp hiç bir şey demeden makamdan çıktım. Kısaca cezayı paşa paşa ödeyeceğiz" dedi.
...
Oysa çırak gazeteden kesilme  pulları itinayla yapıştırmıştı. Ve gazete küpurları da spor sayfasından kesilmişti. Kesinlikle emindi. Spor sayfasından yırttığına hamurcu Hamza Usta da şahitti. Ancak zabıta makbuzun iptal edilme ihtimaline karşı  işini sağlama almıştı. Karanlık gecenin içinde fırında karalanan tutanak eğer imzalayanlarca "ne yazdılar acaba" merakıyla okunması gerekirken  okunmazsa olacağı buydu.
- Bana ne, ben söyledim pul kalmadığını, zamanında pulları bastırsaydı. diyerek omuz silkti.
...
Fırıncı Ramiz Usta elindeki paketi çırağa uzattı.
Çırak, merakla paketi açtı. Yeni fırın tanıtım pulları hazırdı.
             

...11.03.2019 

7 Mart 2019 Perşembe

Şimdiki Başkan

Sanayi bölgelerine yakınlığı nedeniyle Anadolunun yoğun göç alan eski kentlerinden biriydi. Kentin türlü türlü sorunları vardı ve yerel yöneticiler bu sorunları kıt imkanları ile çözmeye çalışıyorlardı. 
Şehrin yeni gelişen bölgesinde binalar yükselmeye başlamıştı. Yapılan apartmanların yol su ve kanalizasyon ihtiyaçları daha önce çizilen ve onaylanan plan çerçevesinde  o şehrin ilgili birimleri tarafından imkanlar dahilinde uygulanıyordu.
O bölgedeki apartmanlarlardan birinin sakinleri yaklaşık onbeş günden bu yana kanalizasyonlarının taştığını, yollarının çok dolambaçlı olduğunu içeren şikayet dilekçeleri ve telefonlarla sıkıntılarını bildiriyor ve acilen çözülmesini istiyorlardı. Başkan Fen işleri Müdürünü çağırarak "artık bu sorun yüzünden telefonlara çıkamaz o bölgeye gidemez oldum. Acilen çaresine bakalım." dedi. Müdür "Sayın başkanım o bölgenin projesini yanımda getirdim, buyurum birlikte inceleyelim." diyerek  krokiyi  masaya serdi.
Müdür parmağıyla işaret ederek,"Şimdiki kanalizasyonun geçtiği yer,  fakat diğer apartmanlar da aynı yere bağlı olduğundan borular bu yoğunluğu kaldıramıyor. Kapasitesini arttırmak şu an itibariyle mümkün değil, Çünkü yapılacak kesintiden ve yapım çalışmasından  binlerce kişinin yaşadığı tüm semt etkilenecek. Ayrıca sorun olan apartmandan çıkan pis su boru hattının kot farkı sıfıra yakın, yani pis su akıntı bulamıyor."
Başkan, "Ne yapmalıyız, seçimlere de bir yıl kaldı. Çözüm bulamazsak sandıkta ben çözülürüm." 
Müdür, masada serili duran plana doğru yeniden uzandı. Parmağıyla bir noktayı gösterdi. "Efendim,  şu noktaya bakar mısınız, planda şikayetçilerin bulunduğu apartmanın karşısındaki kirazlıktan geçen bir yol ve kanalizasyon hattı görülüyor. Bildiğiniz gibi bu planı belediye meclisi de onaylamış ancak yıllardan beri teknik imkansızlıklar nedeniyle uygulamaya konulamamış, kiraz bahçesinin içinden  yolu açarak ve yeni açılan yoldan aşağıya doğru yeni kanalizasyon hattı döşeyerek sorun çözülebilir." dedi.
Başkan; "hazırlığınızı yapın ve yarın sabah o yol ile kanalizasyonu açın sorunu çözün, ben bir kaç gün yokum. Geldiğimde bu iş çözülmüş olsun." diyerek görüşmeyi bitirdi.

Ertesi gün saat 10.00 da İnşaat Mühendisi Alim Bey sorumluğundaki Belediye Fen İşleri Müdürlüğü ekibi dozer, kepçe, kamyon ve kazma kürekleri ile 16 kişilik ekip kiraz bahçesinin önündeydi. Şikayetçi olan apartman sakinleri balkonlarda olmak üzere, işi gücü olmayan, yapılacak işi takip edip eleştirecek başıboş kahve heyeti de bir kenarda yerini almıştı.
Bahçe sahibine haber verildi. Biraz sonra   yanında karayağız bir emir eri- bahçe bekçisi- ile birlikte, bahçe sahibi rengi kızarmış, burnundan soluyarak geldi.  Emir eri- bahçe bekçisi-, belediyece kazılması planlanan yerin karşısında bulunan tel örgünün biraz ilerisindeki kiraz ağacının altına elinde çapraz vaziyette tuttuğu av tüfeği ile hazırola geçti. Bahçe sahibi "özel mülktür giremezsiniz, girerseniz vurdururum." diyerek bağırdı, çağırdı. Ancak Alim Bey bu gibi olaylara pabuç bırakacak tıynette bir insan değildi, bazılarınca ters bir insan olarak tanımlanırdı. Makam talimat vermişse kendi evini bile yıkabilirdi. Hiç tınlamadı. Kepçeciye; " ilerle, devletin kanunu var, dönersem namerdim ilerle" diye bağırdı. O sırada bahçe sahibi  bahçe bekçisine   seslendi " bahçeme gireni vur. " Bahçe bekçisi av tüfeğini kepçeciye çevirince, kendisine yönelen namluyu gören kepçeci aniden frenlere basıverdi. Koca makina öne doğru bir an eğildi ve metal şıngırtıları içinde durdu.
Bu arada başıboş kahve heyetinin yaşını başını almış aksakallarından biri devreye girdi. "Durun yahu bir çare arayalım." Alim Bey öfkeliydi. bağırdı kepçeciye "sür, sür dedim sana".. Emir eri, av tüfeğinin namlusunu hedefe oturttuğu  kepçeciden ayırarak Alim beye yöneltti.
...
Yukarı mevkilerde tanıdıkları olanlar, olayı kazasız belasız atlatmak için, yeni icat edilen cep telefonlarını kimi beline taktığı kutusundan, kimi de arka ceplerinden çıkararak  bir yerlere telefon etmeye başladılar. 
Alim Bey; sinirden titreye titreye "Bana başkan emir vermiş, başkan dur demezse sonuna kadar devam ederim."diye  söylenip duruyordu. 
Yanındaki iki kişi onu alıp biraz ileride bir kuytuya oturttular. Alim Bey'e Apartmandan bir bardak çay uzattılar. Öfkesi bir türlü geçmiyordu. "Kim bunlar devletin memurunu engelliyorlar" diyordu.
Zaman ilerliyordu. Emir eri çömeldiği yerden hedefindeki Alim Beyi gözetliyor, ara ara kepçeciyi de kontrol ediyor. Kepçeci ise sağ eliyle terden sırılsıklam olmuş gömleğinin üst düğmelerini çözmüş, sigarasını içerken sol elinin titrediği belli oluyordu.
Sonunda bahçe tarafından bahçe sahibinin oğlu; " Başkan telefonda yıkımı durdurun dedi" diyerek koşa koşa tel örgüye geldi. Alim Bey; "ben nerden bileyim doğru söylediğini. başkan bizzat arayacak ki, sesini duymalıyım ki inanayım." dedi. "Hazır olun!" deyince ekip istemeyerek de olsa yeniden hareketlendi.
Olay mahallinde buz gibi gergin bir havanın estiği, ortama yayılan sessizlikten belli oluyordu. 

Alim Beyin Rahmetli babası çarşıda şehrin merkez camisinin bitişiğinde berberdi. Babasını da tanıyan sözünü kıramayacak kadar değer verdiği baba dostu büyüklerinden birisi başıboş kahve heyetinin oturduğu yerden seslendi. "Alim oğlum biraz buraya gel." Gitti. Elini öptü. "Oğlum, çoluğun çocuğun var, inat etme biraz sabret, bir çaresi bulunur. Herkes senin niyetini ve yapmak istediğini anladı takdir etti. Bahçe sahibine  ve büyük oğluna  arkasından neler söylediklerini bir bilsen." diye nasihatlerde bulundu.(*)
Onbeş yirmi dakika sonra bahçe sahibinin büyük oğlu "Alim Bey, Alim Bey acele gelir misin?" diye çağırınca tel örgüye doğru gitti. Bu arada bahçe bekçisi tüfeğin namlusunu  Alim Bey üstünde tutmaya devam ediyordu ki, bahçe sahibinin büyük oğlu tüfeğin namlusunu aşağıya ittirirken "yeter be babamın  yanına git" dedi. 
Alim Bey telefonu kulağına yaklaştırdı.  Karşıdaki ses başkana aitti.  Başkan "Alim Bey, yol açmayı durdurun, tamam mı, ekipleri geri çekin,"  

 Ekipler geri çekilirken herkes rahatlamıştı.
Bu arada Alim Beyin yakınında, tel örgünün diğer yanında duran bahçe sahibinin oğlu sol eliyle alnında biriken terleri sildikten sonra bahçeye doğru silkeledi ve ıslak parmağını Alim Beyin yüzüne doğru sallayarak "bunu unutma, bir gün görüşeceğiz." diyerek uzaklaştı.
...
 Olayın ardından zaman kendi yörüngesinde saatin akrep ve yelkovanlarını sükunetle  çevirdi. Bir kiraz zamanı, bir üzüm zamanı hatta bir zeytin toplama zamanı daha geçti.
Şehirde her şey kendi akışı içinde devam ediyordu.
...
Önceki başkan, "Ne yapmalıyız, seçimlere de bir yıl kaldı. Çözüm bulamazsak sandıkta ben çözülürüm. diyeli ve yüksek öngörü ile sandıkta  çözüleli bir yıl olmuştu. 

Seçimler geçmiş yeni başkan koltuğuna oturmuştu.

Bu satırları yazan kişi ile Alim Bey yaklaşık dört yıl şehirdeki bir kamu kurumunun yer altında bulunan arşivinde  beraber  çalışırlarken bir dinlenme anında olayı dinlemişti ve merakla sormuştu. 

Abi, sana "bunu unutma bir gün görüşeceğiz." sözünü söyleyen kişi kim idi?

Önce arkasındaki duvara yapıştırdığı bir  yazıyı gösterdi.
" Eğri olsam yay gibi elde tutarlar beni, doğru olsam ok gibi elden atarlar beni " 

"Çömezlerim daire başkanı olurken, yer eksi bir katta, tozlu arşivlerin arasında vatana hizmeye devam ediyorsam bir sebebi olmalı değil mi." diye soruyla cevap verdi.


Ardından "şimdiki başkan" dedi. 07.03.2019


(*)"Herkes senin niyetini ve yapmak istediğini anladı takdir etti. Bahçe sahibine  ve oğluna  arkasından neler söylediklerini bir bilsen." diye nasihatlerde bulundu. Demişti Alim beyin babasının tanıdığı ihtiyar. 
Gerçekten de o sözleri söyleyenler, bir  sonraki seçim döneminde bahçe sahibi ve oğluna yapacaklarını yapmışlardı. "Şimdiki başkan"




  


6 Mart 2019 Çarşamba

Kabahatlar Hakkında

Çalıştığı şehrin en yetkili biriminde bilgi, görgü ve tecrübesi arttıkça hukuki bazı iş ve işlemler üzerinde düşünmeye kendisini geliştirmeye başladı.  Kabahatlar kanunu diye bir kanunun var olduğunu biliyordu. Ancak bu kanunun ne olduğunu nasıl ve nerelerde ne işlere yaradığını zaman içinde öğrendikçe, yüce gönüllü değerli halkının omzu sırmalı, şapkası fırfırlı devlet görevlilerine karşı neden mesafeli durduğunu, niçin fırsat varsa yüzyüze gelmemeyi tercih ettiğini ve  niçin köşe bucak kaçılması gerektiğini bir kez daha anladı.
Eğer araç kullanıyorsa aracındaki kusur nedeniyle karayolları trafik yönetmeliği gereğince hakkında işlem yapılır. yapılması da gerekir. Eğer denetleyen görevli, görevini hassasiyetle yerine getirmek isterse, kesinlikle karayolu üzerinde hareket halinde iken durdurulup incelenen o vasıtada bir kusur bulabilirler. Bir söz vardır. Kusursuz bir Allah.
Eğer seyyar satıcılık yapıyorsanız belediye zabıta ekiplerini takip edip, karşılaşmamaya özen göstermelisiniz. Çevreye zarar vermek, gürültü, yapmak, işgal etmek v.s. bir çok kusur ve kabahat bulunabilir. Ancak hayatın gerçekleri ile yönetmeliğin hükümleri arasında sıkışan bazı görevliler saat 17.00 den sonra önlerinde bazı kusurlu davranış eylem içinde olan vatandaşlar olsa bile -akşamın yorgunluğu yüzünden dalgın olduklarından- farketmeyebilirler. Ancak şikayet gelir de olay netleşir ise gerekli işlem yapılır.
Eğer herhangi bir işyeriniz varsa, yaptığınız işle ilgili görevlilerin denetimleri ile işinizi kuralına uygun yapıp yapmadığınız kontrol edilir. Görevli denetim esnasında kusur bulursa tutanak tutar, ceza makbuzu düzenler. Bu üzücü bir durumdur. Ve mekan sahiplerinin öfkesini arttırır. Cezayı kesene ve belediye reisine gıyaben "bir daha oy verirsem namerdim" denerek kızılır.
Eğer kaçak yapı ise yine ortalık karışır. Yıkım ekipleri ile inşa edilen ruhsatsız bina sahibi arasında meydan harbi çıkabilir. Yıkılacak binanın en tepesine bir büyük bayrak asılır. Aile efradı ve yakın komşulardan yıkım engelleme bariyeri kurulur ve en önde kameralara karşı, sanki ciğerinden kopan bir parça boğazından fırlıyormuşcasına bir feryatla haykıran yıkılacak ev sahibi yerini alır. Belediyenin kepçeleri ve koruyan zabıta ekipleri biraz geridedir. Sonra yüksek makamdan gelen emir ile ekipler yavaş yavaş ilerlemeye başlar. Çevrede olayı seyredenlerin de gitgide tansiyonu yükselir. Feryatlar arttıkça konu komşu da dayanamaz ve komşularının yanına inerek karşı müdahaleye başlarlar, ki bu olayın dönüştüğü andır. Psikolojik sınırdır. Bu anı geri çekilmeden atlatmayı başaran taraf kazanmıştır. Kamerelarla karşı karşıya olan ekiplerin zorlama, bastırma imkanı sınırlıdır. Biraz sonra yüksek makamdan yeni bir emir gelir. "Yıkımı erteleyip. geri çekilin ve halkın müdahalesi olduğuna dair tutanak tutun." Tutanak, ilgili hukuk birimlerine gönderilerek, günü kurtaracaktır. Yani memlekette "yapılan, yapanın yanına kâr kalır" sözü bir kez daha gerçekleşir. Bu da sandığa bir şekilde yansır.
Her mahalleye muhtar seçilir. Kendilerine bir koltuk, ceplerine maaş, bellerine ruhsatlı tabanca ve bazı gereksiz evrakların takibi... Olmasa da olur. Ancak mahallede oluşan her hangi bir inşa çalışması, ya da mahallede oluşan her hangi bir vak'a da, muhtarın sorumluluğu da kolluk kuvvetlerince etraflıca sorgulansa, oluşan kanunsuzluğun kuraldışılığın hukuki sonuçlarından etkilense, yani ciddiyetle sorumlu olduğu bölge hakkında sorumluluğunu yerine getirmesi istense, belki de kaçak yapılaşma ve benzeri kural dışılıklar önlenebilir.
...
Özellikle mahalli seçimlerin yapılacağı dönemlerde zabıta ekiplerini ve benzeri birimleri ortada fazla görme ihtimali azdır. Çünkü herhangi bir kusur için yazılan  ceza, cezayı ödeyen tarafından sandıkta cezalandırılacaktır. Bu nedenle mahalli idareciler seçimler sonuçlanıncaya kadar geri çekilirler.
Kısaca seçim sath-ı mailine(*)  girilen  meskun mahaller, kuralsızlıkların biraz daha arttığı, ya da kural dışı iş yapacakların cesaret bulduğu ara zamanlardır.
O nedenle seçim ve kural arasında kalan, yaptırımlarla, kurallara uymaya zorladıkları halktan oy istemek zorunda olan mahalli idarecilerin  elini güçlendirecek tedbirler alınmalı, ama nasıl... İki ucu da kirli bir değnek gibi. Diğer türlü de git gide bir çok şey dejenere olacak.
En iyisi bu işlere bulaşmamak mı? 06.03.2019

(*) Seçim Sath-ı maili: Seçim eğik düzlemi. Bayır aşağı giderken araç nasıl kontrol edilemeyip durdurulamazsa, seçime doğru da her türlü faaliyet durdurulamaz şekilde seçmeni ikna edecek, memnun edecek  eylemler içerir. Bu durdurulamaz biçimde seçime odaklanır.


5 Mart 2019 Salı

Zurnacı (Deneme)

Ahşaptan oyma, ağızlık kısmında çıkarılıp temizlenebilen bir parçası olan, sıralı deliklerine bastıkça farklı tizlikte sesler çıkaran, son tarafında sesin rahat dağılımını sağlamak üzere genişleyen bir şekilde yapılmış bir müzik aracıdır. Sesi yakında dinleyenler için rahatsız edicidir. 
TDK Sözlüğünde "Ağaçtan yapılan, iki karış boyunda, ağız bölümü yayvan, keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle (dümbek te denir) birlikte çalınan nefesli çalgı" olarak ifade edilse de  nefesi yetirmek zordur. yanaklar şişer,terler ve tükenir. O nedenle uygun bir yerde oturarak zırtlatılması önemlidir.
Çocukluk yaşlarında  davul zurna  düğünün alamet-i farikası idi. Nasıl ki kambersiz düğün olmazsa davul zurnasız da düğün olmazdı. Düğün öncesi akşam mevlüt okunmalı ve mevlüte gelenlerin her birine kahve ikram edilmeli idi. ( Sünnet düğünlerinde mevlit ve düğün aynı anda gündüz olurdu.Mevlit okunurken sünnet çocuğu konvoyla dolaştırılırdı. Mevlitin sonuna doğru dua sırasında sünnet konvoyu mevlit alanına gelirdi.  Dua biter bitmez davul zurna başlardı. Çocuk arabadan hemen inmez isteklerini sıralardı. Dedesi ninesi anası babası  hediyeler takardı...  ) Ardından mevlitin bir bölümünde şerbet dağıtılmalıydı. Damadın arkadaşları tarafından hizmet işleri organize edilirdi. Hizmet edenlerin sol omuzlarında bir havlu olurdu. Bu havlu misafir ile hizmet edeni ayırmaya, müsafirlerin isteklerini kime bildirmeleri gerektiğini anlatan işaretlerdi. Kahve fincanlarının zamanında ve eksiksiz toplanılması önemliydi. İçindeki kahve içilmeden fincanı almaya uzanmak kadar, biten kahvenin fincanını bekletmek de gevşeklik umarsızlık alametiydi ve düğün sahibi için eksi haneye yazılırdı.
Evlenecek kız ise, kız evi ise; düğünden önceki gece kına gecesi olurdu. Kemancı, dümbelekçi ve tefçinin dahil olduğu dört kişilik Akgün  mahallesi hanımlar matinesi fasıl heyeti de kına gecesinin olmazsa olmazlarından idi. Faytondan iner inmez kırıta kırıta özellikle parlayan renkler seçilerek dikilmiş şalvarlarını sallaya sallaya gelen çalgıcılar önce oturacakları sandalyeleri düzeltirler, ev sahibinden minder isterler, masa yetersizse  su, sürahi, iki paket uzun cigaranın masaya yerleştirilmesini isterlerdi. Bu arada yavaşça ağırdan alarak saz aletlerini akort ederlerdi. Kemancı gıcır gıcır gıcırdatarak telleri uygun gerginliğe getirirdi ki müzik hoş olsun bahşişleri bol olsun. Dümbelekçi ise  önce birkaç defa vurur istediği gibi tımbırdamazsa hemen topladığı bir iki parça kağıt parçasını tutuşturur ve dümbeleğin deri kısmını alevin üzerinde gezdirir. Sonra tekrar çalar. sesi beğenmezse tekrar tekrar  ısıtarak yeniden deneyerek  dümbelek derisini en uygun dımbırtıyı çıkarak  ses inceliğine, tınısına getirirdi ki böylece dümbelek çaldıkça hanımların kalbinde oluşan coşku ve heyecan artsın ve bahşişler gelsindi.  Bu işlem biraz uzun sürerdi, çünkü sandalyeler dolmadığında dinleyici kitlesinin azlığı çalgıcıların motivasyonunu etkilerdi. Dinleyicilerin çokluğu sabırsızlığı ve tepkileri onları şevklendirirdi.
...
Bu işler için günler öncesinden sandalyecilerle sözleşilir, düğün alanının çevresindeki evlerde keşif yapılarak su tuvalet aydınlatma, zemin süpürme ve ıslatma işlemlerinin nasıl olacağı ve kimler tarafından yapılacağı planlanır, düğün mahallinin uygun yerine, duvara  ip gerilerek asılacak bayrağın yeri ayarlanırdı.
Gündüz yapılacak düğün için sabah saat sekiz buçuk sularında, öncelikle ortaya oyun için yer hazırlanır. Geceden kalan sandalyeler yeniden düzenlenir, ortayı görecek şekilde yerleştirilirdi.
Saat ona yaklaştıkça heyecan gitgide artardı. Bir fayton yaklaşır, içinden  düğünü düğün edecek iki kişi sakin adımlarla iner, kendileri için hazırlanan mükellef sofraya oturarak karınlarını doyururlardı. Çünkü aç ayının bile oynamadığı bilindiğine göre iyi bir düğün için doymak doyurmak  gerekirdi. Hatta düğün  sahibi ne kadar sofu olursa olsun, kimseye belli etmeden demlenirlerdi ki bunu ev sahibi belki de görmezden gelirdi. Çünkü düğün keyf ve neşe demekti. Asık suratlı keyifsiz davulcu ve zurnacının düğüne negatif katkısı olacağını o da bilirdi. Gerçekten de davulcu ve zurnacı  ne kadar keyifli ise düğün o kadar keyifli güzel neşeli unutulmaz olurdu. O zamanlar orkestra şefleri, moderatörler, organizatörler, d.j.ler yoktu. Bu işlerin hepsinin odak noktası yıllardır bu işlerde profesyonelleşmiş olan davulcu ve zurnacılardı.
İlk davul sesi ardından zurnanın sesi uzak sokaklarda yankılanmaya başlayınca gençler düğün meydanında ilk harmandalıları dönerken, yavaş yavaş misafirler akın etmeye başlarlardı. Çünkü bazı bilmişlerce erken gelmek de  gelmemezlik gibi bir kusur sayılırdı ve "görmemiş" denerek küçümsenir, ayıplanırdı. Düğüne gelenleri karşılama esnasında bir tepsi içine yerleştirilmiş lokumların yanına bazen sigara da sıralanarak misafirlere seçenek olarak  sunulurdu.
...
O gün, düğün sürerken zurnacının sol yanında oturarak avurtlarını nasıl şişirerek çaldığını, parmaklarını nasıl delikler üzerinde gezdirdiğini seyrederken, önlerindeki kasketin içine atılan beşlikleri gördükçe gözü döndü ve "ne olacak bu işi ben de yaparım" diye düşünmeye başladı. Zurna çalacak para kazanacak ve dümeni püsküllü ince teker bisiklet alacaktı. Bir ara zurnacı tuvalete gittiğinde kimse farketmeden zurnayı aldı ucunu elbisesine sildi ve üfürmeye başladı. Üfürdükçe üfürdü ama nafile, ses çıkaramadı. Ancak  zurnayı üfürmekten dolayı ağzının dip tarafları avurtları birkaç gün ağrıdı durdu.
Daha sonra güneş yön değiştirince zurnacı başka bir gölgeye çekti sandalyesini, artık yüzünü daha iyi seçebiliyordu. Zurnayı çalarken yüzünün ve avurtlarının nasıl zorlandığını, nasıl ter, kan ter içinde kaldığını, yüzünün bazen kıpkırmızı kesildiğini, nefes nefese kalarak durup dinlendiğini gördü. Yorulduğunda zurnayı kenara koymadan önce uç tarafı aşağıda olacak şekilde hızla silkeleyerek zurnanın içinde biriken tükürükleri boşaltırdı. Dinlenirken, oturduğu sandalyesinin ayakları dibinde gazeteye sarılı duran bir şişeyi arasıra yudumladığını, üzerine de su içtiğini görünce, "demek ki kendini güçlendirmek için ilacını yanında taşıyor." diye düşündü. O vakit anladı ki zurnacılık zor bir meslek imiş. 
Zurnacı, zurnaya nefes verdikçe gönlünden o an geçenler zurnanın ucundan dökülürdü. Sanki zurna dinleyenlerle konuşurdu, konuştururdu. Bazen bir oyun havasıyla neşelendirip oyuna davet ederken, bazen de hüzünlü ezgilerle efkar dağıtırdı dinleyenlerin kulaklarına ve gönüllerine. Garip, efsunlu bir müzik aletiydi.
...
Düğün günü her iki aile tarafından belirlendikten sonra seçilen davetiyeler sipariş verilir. birkaç gün sonra matbaadan gelir gelmez, daha mürekkep kokusu gitmemiş kartlar zarflanır. Üzerlerine isimler yazılır. Uzaklara postayla gidecek olanlar öncelikli gönderilir, ardından ev halkı kendi arasında dağıtım planlaması yaptıktan sonra, kapı kapı dolaşılarak tüm hısım dost akraba ve taallukat ile komşulara haber verilirdi. Ve her akşam kime verildi kime verilmedi diye durum değerlendirilmesi yapılır, eksikler, verilemeyenler hatırlanarak bir gün sonraki dağıtım planına dahil edilirdi. Bu en önemli işlerden idi. Ya bir yakın tanıdık unutulursa, bir kırgınlık oluşmasa bile, düğün sahiplerinde suçluluk duygusu oluşurdu. 
Yıllar sonra davetiye veremedikleri tanıdığı görünce eksiklenir ve suçluluk duygusu, yeni bir düğüne o kişiyi davet edinceye kadar gitmezdi... O zamanlar öyle zamanlardı. Samimiyet, yüz yüze doğal ilişkiler vardı. 
Cep telefonlarıyla ya da bin bir  medya kanalıyla, türlü türlü standart mesajlarla günü kurtaran yılışık cıvık, samimi olmayan muhabbetler yok idi.  Açık ve netti. Her şey insanın kendi gücüyle erişileceği bir etki çemberiyle sınırlanmış ve bire bir ilişkiler ağıyla örülmüştü. Ancak bu örülme, ince ince kanaviçe işler gibi yüzyıllar boyunca oluşmuş nice geleneklerin devamıydı. 
...
Ahir zamanda, yani şimdi, hepsi bir arada üç saat içinde sonuçlanan düğün kına gecesi paket programlarıyla olup bitiveren zamane düğünleri ile teselli olup evleniyor, evlendiriyoruz...(05.03.2019)

4 Mart 2019 Pazartesi

Bilinçli Seçim

Hayatını sürdürmekte olduğu şehrin en yüksek yetkilere sahip resmi dairesinde çalışmaktan memnundu. Çalıştığı yerden ötürü rahmetli babaannesi dahi sevincini gizleyememiş, kaç defa gurur duyduğunu ifade etmişti. Babaannesinin bu gururunda küçük amcasının etkisi olduğunu daha sonra öğrenmişti. Yeğeninin çalıştığı yer ile ilgili şaka niyetiyle yaptığı abartılı anlatımı sonucu, babaannesinin yüz yaşına yaklaşmış zihnine yerleştirdiği, torununun çalıştığı yüksek mevkiyi bir türlü aklından silememiş ne zaman görse torununu övgülerle sarıp, sevgiyle sarmalamıştı.
Bugün öğle sonrası uykusu hafif aralanınca, bir vesile ile  o yüksek mevkinin zemin katına indi. Uğradığı büroda işini bitirdikten sonra orta katta bulunan çalıştığı büroya doğru koridor boyunca ilerlerken, sol tarafta geri dönüşüm kutularını gördü. 
Kağıt, Plastik metal ve cam olarak dört bölüme ayrılmış kutuların içine atılanları merak etti. Acaba neler atılmıştı. Plastik bölümü içindekiler kağıt, metal bölümü içindekiler kağıt, cam bölümü içindekiler kağıt ve kağıt bölümündekiler içindeki malzeme kağıt. Evet bu kez doğru kutuyu kullanmışlar diye düşünerek yüz on yıllık merdiven basamaklarını ağır ağır çıkarak sağ tarafa döndü.
Bu kez kendisinin çalıştığı büronun karşısında,  afrikalı davulcuların kullandığı tamtamlara  benzeyen kapakları ile  uzaktan parlayan dörtlü geri dönüşüm noktasını gördü.  Geri dönüşecek metal malzemeler bölümü; içindeki kağıt, cam bölümü içindeki plastik kargo torbası, plastik bölümü içindekiler kağıt ve kağıt bölümünün içine de yine kağıtların  doldurulduğunu gördü. Kutuların önünde yazılar da bulunduğu halde, ayrım yapmayarak her bölüme genellikle kağıt dolduran değerli çalışma arkadaşlarını düşündü.
"Bu arkadaşlar 31 Martta oy kullanarak şehri yönetecekleri sececekler. Bu bilinçle inşallah iyi seçimler yaparlar." diye üzüntüyle odasına girdi. Klavyenin başına oturarak kendisine yazı ne zaman çıkacak diye soran  arkadaşının isteğini yerine getirmiş oldu. 04.03.2019

  

1 Mart 2019 Cuma

Sabır.

Saat 17.00 yaklaştığında işyerindeki gençlerin sabır sınırları zorlanmaya başlıyor. Ancak kafası huzurlu sakin bir mekan aradığından, hoşlanmasa da o da benzer bir sabırla onların hatırını kırmadan hoşlanmadığı hafif ne idüğü belirsiz müziklere katlanmaya, bir garip olan bu tınıları dinlemeye devam ediyor. Ya sabır...01.03.2019

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...