24 Mayıs 2019 Cuma

Amerikalı

Her hafta satış yapmaya geldiği yerlerden biri de bu kasabaydı.  
Bir yanında tek katlı PTT, karşısında iki katlı  belediye binası ile cami arasındaki kahvehanenin oluşturduğu meydanın bir ucu istasyona giden yola açılırdı. Öbür yanı da şehrin  batısına giden iki yoldan biriydi. Alt yola ise pazar kurulmuştu... Yolların ortasında tören alanı olarak da kullanılan  düzenli olarak budanmış yeşil küçük bir park ve parkın batı kısmında Atatürk büstü vardı. 
Bisan bisikletler ise gelişigüzel  her yerde park edilmiştir. Bu kasabada her ailenin bir adet Bisan bisikleti bulunuyor olabilir.
...
Pazarın batı kısmı hakkında fazla malumatı olmasa da, doğu tarafındaki başlangıcı bu parktı. 

Alışveriş için kasabaya  gelen köylü kızları, köy minibüsünden indikten sonra, öncelikle pazarın girişinde sergilenen şişelerin başına toplanırlardı.

Şişeler o kadar farklı şekillerde idi ki, her birini tek tek incelemek isterlerdi. Satıcı, yoğunluğun getirdiği kargaşa arasında şişelerin kırılma tehlikesine karşı, kıpır kıpır kıpırdayan yerlerinde duramayan ve birbirlerine şişeleri göstererek kıkırdayıp duran  kızları -dikkat edin diyerek uyarırdı.
Ancak bu uyarısında herhangi bir sertlik keskinlik ve iticilik yoktu. Sanki evlatlarını ikaz eden babacan bir dede tavrı, müşfik, yumuşak bir ton, bir tını olurdu sesinde. Galiba, onun da muhacirlik vardı kökeninde ve ova köylerinden gelen kızların konuşmaları lehçeleri ile örtüşürdü kendi lehçesi, şivesi. Ama pazarcılar arasında ismini bilen azdı. Amerikalı diye tanınırdı. neden öyle tanınırdı?

Dağ köylerinden gelen  yörük kızları ise renkli giysileri ile hafif sert keskin konuşma biçimleri ile fark oluşurdu. Ve yörük kızları fazla muhabbet edip eyleşmezlerdi şişelerin başında. Çünkü yanlarında ciddi suratlı anneleri  ya da bir yakınları  olduğunu tahmin ettiği kadınlar tarafından göz ucuyla denetlendiklerini fark etmişti. Ama ova köylerinden gelen kızlar daha hareketli  ve şişelerle ilgilenecek kadar serbest bırakılmışlardı.
Amerikalının zaman zaman niçin kızmadığını  merak etse de, soramazdı. Çünkü kendisi şişelerin başına gelenlere göre çocuk sayılırdı.
Ayrıca bu şehre göçenlerin her birinin kendine özel farklı hikayeleri acıları olduğunu biliyordu. Kader nasıl ailesini Kütahya'nın dağlarından bu şehre sürüklemiş ise, Onu da Balkanların savaş kan ve  ıstırap dolu  zamanlarından  bulduğu bir aralıktan bu şehre getirmişti. Çoluk çocuğu var mıydı? Vardı . Sarışın, zayıf, orta boylu sessiz bir oğlu vardı. Bazen yardıma gelirdi. Yıllar sonra Türkiye Gazetesi İhlas Pazarlamada elinde çantayla dolaşırken hatırlıyordu.
Güneş yön değiştirdikçe şişelerin gölgeleri de değişiyor, uzuyor kısalıyordu. Güneşi hareketleri şişe müşterilerini de etkiliyordu. Öğleyin gelenler şişelere sadece bakıyorlar, dokunmuyorlardı, eline alanlar ise ısınmış şişeyi fazla tutamayarak  hemen yerine koyuyorlardı. Zaten öğle ikindi arası pazara gelenler de azalıyor, şişeleri incelemek isteyen tek tük meraklılar ise sıcaktan ve şişelerin gözlerini kamaştırmasından dolayı sergi önünde fazla durmuyorlardı.
Genellikle gelenler gelinlik çağında çeyiz düzme merakında olan ablalardı. Ve sayısı az olsa da fakir hanesini bir şişeyle dahi olsa şenlendirmek isteyen meraklı teyzelerdi. Onlar genellikle kenarları sarı yaldızlı kapakları parlayan şişeleri seçerlerdi.
O ise ortaokul ikinci sınıfının yaz tatilinde pazarcıların arabasına yaz dönemi için misafir yolcu olan küçük bir seyyar satıcıydı. Yerini mesafesini seviyesini korumak zorundaydı. Ayrıca fazla soru sorarak terslenmekten ve samimiyetin soğumasından da çekiniyordu. O nedenle sadece gözlemleyerek ve dinleyerek topladığı bilgilerden bir sonuca varmaya çalışıyordu.
Amerikalı lakaplı amca yaşını başını almış sürekli mütebessim şakacı hoş sohbet bir yapıdaydı. Kendilerini her salı günü bu sakin kasabaya getiren  kırmızı renkli steyşin Reno (Station Renault) otomobilin ön koltuğunda otururdu. Araç sahibi ve sürücüsü Yüncü Mehmet Amcanın şeref misafiri gibiydi. Ve Mehmet Amca onunla yol boyunca sohbet etmekten keyif alırdı. 

Amerikalı pazara girip çıkanları cezbeden o farklı renk ve şekillerdeki güzel ve ilginç şişeleri, İzmir Alsancak'ta sadece onun bildiği zamanda ve sadece onun bildiği kişilerden seçerek satın aldığını tahmin ediyordu. Bu konuda oldukça ketumdu. Bazen laf arasında söylediklerini birleştirerek o kanıya varmıştı.  

Bazı günler, sabahın köründe Manisa tren istasyonunda başka pazarlara gitmek için tren beklerken, İzmir yönünden gelen tren vagonundan, elinde iplerle sıkıca sardığı büyük bir koliyi oflaya puflaya -ama özenle-  indirirken  görürdü onu. Kendisini fark etmezdi. Belki de fark etmez görünürdü.
Sormaya gerek yoktu. O, İzmir yönünden geliyordu  indirdiği de gizemli şişelerle dolu bir koliydi işte.
Bunu tespit etmişti ama söyleyemezdi, Onun iş sırlarını öğrendiği için kızabilirdi ve anlattıklarını anlatmaz olurdu. Onun neşeli sohbetleri hassas noktasının karıştırıldığı, gizli tuttukları, sırları ayan olduğu için  kesilebilirdi. 

... 1982-1983 senelerinde İİBF de okurken Alsancak'ta NATO da görevli Amerikalı ailelerin yaşadıklarını gördü. Değişik içki şişelerinin de bulunduğu Amerikalılarca  işe yaramaz sayılan nice eşyaların biriktiği çöp bidonlarını da görünce, 1976 lı yıllarda pazarlarda şişe satan Amerikalıyı düşünmeden edemedi. (28.05.2019)



23 Mayıs 2019 Perşembe

Kahve

Kahve içmenin bünyesine faydası olmadığını -uzun geceler boyunca uykusuz kalarak- bir çok defalar tecrübe etmesine rağmen, yine de iftardan sonra koltukta otururken, eşinin ya da kızının   ikram ettiği kokusu içini bir hoş eden kahveyi almamazlık edemiyordu. 

Tadından çok kokusuydu onu cezbeden. Nice zamandır şekersiz ikram ettikleri kahveyi, -şekerli kahveyi unutamadığından- lezzetle yudumlayamıyordu. Her ne kadar şekerli konusunda ısrar etse de,  şekerinin yükseleceğini, ayrıca zamanla şekersiz tada alışacağını, sabretmesini söyleyerek reddediyorlardı. Ancak  bir folmül bulmuştu. Bir küçük parça bitter çikolataya hayır demiyorlardı. 

Ardından,  akşam bitip zaman geceye doğru  ilerlediğinde teravihden sonra çay faslı başlıyordu. Yine aynı korku ve tecrübeye rağmen bir büyük bardak çay da içerek, sahura hazırlanmak üzere yatağına uzanıyordu. Yatakta uzun bir süre gelmiş geçmiş nice kafasını karıştıran meseleleri düşünürken, küçük oğlunun gelip de -baba sahur vakti sofra hazır uyarısıyla uyanıyordu. 

Nasıl olup ta o kadar karmaşık mesele arasından sıyrılarak uykulara daldığını anlamıyor, uyuduğuna hayret ediyor, seviniyordu, uyutan ve ruhunu dinlendiren Rabbine şükrediyordu.
Şükrediyordu. Aklına gelen etrafındaki değişik nimetlere ve güzelliklere ve insanın daha rahat yaşaması için sunulan kolaylıklara- sağlığına şükrediyor ve hamdediyordu.

Alemi ve Hayatı Yaratan tarafından  bize özel bahşedilen hayatın -zamanla,  mekanla ve imkanla- sınırlı çizgisi dahilinde hep iyiyi hayrı güzeli faydalıyı aramayı bulmayı, bulamasak ta o yolda arayanlardan olmayı nasip etmesini niyaz ediyordu.

21 Mayıs 2019 Salı

İrade

Kontrol insan, irade, oruç  kelimelerinin birbirleriyle bağlantılı anlamları konusunda düşünürken, Mümin Sekman'ın KİGEM sitesinde " irade nedir ne değildir" başlığı altında tafsilatlı bir yazısını okudu. Kafasında gölgede kalan bazı noktaları aydınlattığı için Mümin Sekman'ı takdir etti. 

Yazıdan alınan bir kaç paragraf;

"Sözcük kapsamında irade, ‘İnsanın herhangi bir eylemi gerçekleştirme yolunda iç ve dış koşullarıyla belirlenen bilinçli kararlılığı’ olarak tanımlanabilir....

İradenin iki temel bileşeni vardır. Bunlardan biricisi ‘seçme ve karar verme’, ikincisi ise ‘eylemdir.’

1. Seçme ve karar verme: Kişi zor istemlerini eyleme dönüştürebildiğinde iradesini kullanmış olur. Özgür seçimler yapamadığımız zaman, seçim yapsak bile bu seçimler doğrultusunda eylemde bulunamadığımız zaman bir irade eksikliği yaşarız. İrade eksikliği gösterdiğimizde de kalitesi düşük bir varoluş sergilemiş oluruz. 
İradenin yaşamımızdaki temel işlevi, kişiye çevresini kontrol etme fırsatını vermesidir.
Önemli önemsiz pek çok konuda iradeli davranışa ihtiyacımız vardır. Meslek seçerken, iş veya eş seçerken, gömlek alırken bile irademizi sergilemeye ihtiyacımız vardır.

Doğmak elimizde değildir, ölmemek de elimizde değil (bunları kabul etmeliyiz), ancak bu ikisi arasında nasıl bir ömür süreceğimiz elimizdedir ve yapacağımız seçimlere bağlıdır.
2. iradenin ikinci boyutu ‘eylem’: Yaptığımız seçimler, gözlenebilir nitelikte olur veya olmaz. Eylemde bulunduğumuzda, yaptığımız seçimler gözlenir hale gelir.

İsteğe bağlı eylemler:
Yapmak ve yapmamak bireyin elindedir. Birey, kendi iradesi ile bunu ister ve yapar. O yüzden birey, kendi yaptığı işlerden sorumlu olur. Okumak, çalmak, çalmamak, yapmak, yapmamak… gibi. İnsan, kendisinde bulunan ve bir bütün olarak kabul edilen iradesini kullanarak bu hareketleri yapar. Gerçekte insan yaşamı, sürekli bir tercihler zinciri şeklinde devam edip gitmektedir. İnsan kendisinde bulunan iradeyi kullanarak hayatına yön ve şekil verir.
Eylemlerinden sorumlu olur. Bu eylemlerinde kendisi tercih yaptığından, herhangi bir şeye mecbur değildir. Böylece bu yönüyle yapılan tercihler, hayat boyu bireyin uygulamaları ve yaşam tarzını oluşturur. İsteğe bağlı olmadan yapılan eylemler (refleks hareketler): İnsanların kendi iradesi ve isteği olmadan oluşan eylem ve hareketlerdir. İnsanın acıkması, hasta olması, unutması ve yanılması gibi hareket ve eylemler olup, bu olgular iradenin etki ve kapsama alanına girmeyen eylemlerdir."
...
Son söz: Hayırlı eylemler gerçekleştirmek için  bilinçli kararlılığımızı arttır, irademize kuvvet,  gönlümüze cesaret ver Allahım.

16 Mayıs 2019 Perşembe

Tasarruf Tasavvuf

Ramazanın kaçı oldu acaba diye aklından geçeni cevaplayamadan klavyenin tuşlarına dokunmaya başladı. Ne farkeder ki Allaha şükür sağlıklıyız, biteceği çevremizdeki telaştan anlaşılır dedi. Kafası öğleden sonrasının her zamanki bezginliğine karışmış uyuşukluk içindeydi. Bu durum Ramazan ayı dışında da olurdu. Oruçlu iken ise bezginlik denmese de halsizlik olarak ifade edilebilir. 
Bu halsizliğin bir çok faydası yanında özellikle normal zamanlarda öfkeyle kızgınlıkla karşılık vereceği olayları,  hoşgörüyle kayıtsızlıkla karşılayabilmesi olduğunu farketmesiydi. Boşveriyordu, insanın gücünü eksiltecek ekstra eylemlere/ fikirlere bünyesini kapatıyor, adeta tasarruf moduna giriyordu. Tasarruf modu ifadesinin  yanlış olabileceğini tasavvuf modu ifadesinin - ramazan ayı için- daha uygun düşeceğini düşündü. 
Bu kayıtsızlıkta yaşının 15 Mayıs itibarıyla bir kademe daha artmasının da etkisi mi vardı acaba? Önceki akşam evde çocukların paylaştıkları, iftar sofrasındaki muhabbetleri ne kadar hoş olsa da, bir yaş daha eskimişti işte. Sadece bedeni, saçları, vücut kimyası değil takvimler bile bu gerçeği tescilliyordu.
"Neye takıyorsun herşeyi, öyle de böyle de zaman eskitiyor öğütüyor seni" diyerek bıraktı klavyeyi... 

15 Mayıs 2019 Çarşamba

Sona Doğru.

Sona doğru. Hangi iş ya da işlem olursa olsun sürecin sonuna doğru bir tatlı telaş başlar. Biteceği ve yeni bir sürece başlanacağı için. Yeni bir süreç demek belirsizliklerle dolu bir nice zaman işleri sonuçlandırıncaya kadar uğraşmak demek.
Sona yaklaştıkça önce başlangıç düşünülür, gelişen aşamalar sıkıntılar ortaya çıkanlar kritik edilir. Eğer yıpratıcı yorucu bir iş ise sonuna yaklaşılan, telaş daha da artar. Bir an evvel bitsin de dinlenelim. Bir an evvel bitsin de  mükafatına erelim. Diye düşünülür. Sabrın en çok sınandığı nokta burasıdır.  O nedenle bir işin sonuna yaklaşınca dervişlerin sükunetini takınıp Hz. Eyyüp (A.S.) ın sabrını istemek lazımdır.
Bu hayatın ilk yıllarında çocukluk gençlik dönemlerinde insanoğlunda bulunmayan hususiyetlerdendir. Hayatın çemberinden geçe geçe pişe pişe sabrı, beklemeyi öğrenir insan. Ateşi ilk defa görüp de elini uzatan bebeğin bir daha ateşe elini uzatmaması gibi, sabır da insan olgunlaştıkça gelişir  diyebiliriz.
Bazen de başlanan işin bir an önce bitmemesinden dolayı vazgeçenler olur. Beklemekten ilerisi bir türlü görülmeyen ancak çalışılıp iş geliştikçe oluşacağı varsayılan bir belirsizliğin peşinde gayret etmek bazılarını zorlar ve bırakıverirler. Tezcanlı, sabırsız olarak adlandırılır bu şahıslar. Ve bazen bu tıynette olanların bir baltaya sap olması zor olur. Çünkü baltaya sapı takmak işlemi de belli emek, sabır ve gayret ister.

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Düşünmek

"Hayırlısıyla oruca başladık, sonuna kadar tutabiliriz inşallah" diye başladı yazısına . 
12 yıllık bir sürecin sonunda bir yıl oruç tuttuğunu, 48 yıl aksaksız oruç tutan bir insanın dört yıl devamlı oruç tuttuğunu düşündü. 
Parça parça olsa da, toplamında ortaya çıkan rakamı düşündü. 
Faydalarını düşündü.
Sabrı, kararlılığı, sağlıklı yaşamayı, empatiyi, açın halinden anlamayı, bir işe başlayıp da sonucuna ulaşabilmenin verdiği hazzı, düşündü.
Belki de oruçlunun iftar sofrasında mutlu olmasının sebebi, sonuca ulaşabilmesi de olabilir. Kararlı insanın neler başarabileceğini orucu tamamlamakla öğrendiğini düşündü. 
Özellikle küçüklerin ilk orucunda bu hazzın çok daha fazla olduğunu düşündü. Başlangıçta, akşama iftar sofrasına orucu bozmadan ulaşabilecekmiyim tedirginliğini, başarınca sevincini düşündü.
İhtiyarların ve hastaların kronik hastalıkları nedeniyle acaba tutabilirmiyim. Doktorların uyarıları ve vücudunun halsizliğinden ötürü kendine güvenememesi sebebiyle yıllardır tuttuğu orucunu tutamamasının verdiği burukluğu ve kaderine razı olmuş insanların sessizliği ve dinginliğini düşündü.
Gücünün yettiği güne kadar tuttuktan sonrasında oluşan tutamamazlıkların, tutamayanın samimiyetiyle bağlantığı olduğunu, tutamayanların da müsterih olması gerektiğini düşündü. 
Herkesin hesap günü ayrı ayrı hesap vereceğini düşündü. 
Tutuyor tutmuyor diye ayrım yapmanın ayrıştırmanın yerine, herkesin kendi koşullarına göre, kendi vicdanıyla karar verip kararının sonucuna katlanması gerektiğini, düşündü. 
"Herkesin hesabı kendine" dedi.
...
Sonra gençlik yıllarını düşündü. 
Oruç tutmayan/tutmayanlara karşı keskin düşüncelerinin olduğu gençlik zamanlarındaki kararlılığını, sanki herkes kendi gibi ve herkes kendisinin aklından geçen  doğru bildiklerini yapmak zorundaydı. 
Nasıl bir mantık onu  o noktaya sürüklemişti. 
Zamanla hayatın akıntısı farklı girdaplara götürdükçe, farklı görüşler düşüncelerden insanlarla karşılaştıkça, Karaköy'ün o sınırlı çevresinde yaşarken, dar alanın düşüncelerini de daralttığını sınırladığını düşündü. O yıllar radikal gençlerce sokakların bölündüğü, şehrin ana görüş olarak ikiye ayrıldığı yıllardı. Ve o da bulunduğu yaşadığı  mahal itibari ile etkilenmişti. 
Hoşgörü, tahammül, empati, merhamet, farklı bakış açısı gibi kelimelerin/kavramların beyninde bulunan anlam kutucuklarının içini zamanla doldurduğunu düşündü.
...
Hayatın içinde yaşadıkça, tecrübe ettikçe merhale merhale gelişen ve olgunlaşan düşünceler ve düşüncelerin inkişafına bağlı olarak değişen, ıslah olan, terbiye olan  hal ve davranışlar, insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden mi?
Delifişek gençliğin keskin fikirleri ve fikirlere bağlı eylemleri, zamanla gerçeğin sert kayalıklarına vurdukça  evriliyor, törpüleniyor mu?

Olgunlaşmak bu mu?

2 Mayıs 2019 Perşembe

Bayram

Üç aylar Recep, Şaban ve Ramazan. Recep ilk alarmdı. Şaban ikinci ikaz. Üç aylar girdi denilerek kendilerine çeki düzen vermesi istenirdi bir kısım gençlere. Çünkü artık eğer sağ olunursa hiçbir şey o toplumda yaşayan kişiyi gelen Ramazan sathı mailinden ayıramazdı. Yani durdurulamaz bir şekilde her şey Ramazana doğru akardı. Herkes kendini o akan zaman içinde hazırlamak zorundaydı. Ve  toplumun manevi dönüşümü ya da manevi tansiyonu/ heyecanı artardı. Çünkü gelen Mübarek Ramazandı.
Eski zamanlarda Ramazan daha on beş yirmi gün öncesinden gelirdi evlere. İlk onbeş gün hazırlık aşamasıydı. İkinci bölüm Oruç tutmaya başlama idi. Üçüncü on gün bayrama hazırlık safhası idi. 
Ve bayram. Aşama aşama hazırlana hazırlana gelen bayramda coşku ve sevinç özellikle çocuklarda zirveye tırmanırdı. 
Çocuklar için, yarım yamalak tutmuş olsalar da, iftar sofrasında bekledikleri, ezan sesi ile büyüklerle birlikte oruç açmaya katıldıkları için ve bazı geceler sahura kalkabildikleri için  bayram bir mükafattı. Ve bayram herkes kendi çapında hazırladığı hediyelerle, çocuklara verdikleri bahşişlerle mutlu edildikleri için, bayramdı. 
Halen bayram dendiğinde coşku ve mutluluk  hatırına gelir bir kısım insanların zihnine ve mutluluklarını sevinçlerini "bayram ettik" diye tarif ederler.
Şu an  "çocuklarımıza bayram ettirebiliyor muyuz?" diye sorulsa, çoğumuz, "eski günlerdeki gibi değil"  diyeceklerdir.

Durgun Günler

Günler geçiyor. On beş Nisandan bu yana  blog sayfasına dokunmadığını yine hatırladı. Bir şey bloga girmesini engelliyordu, ama ne ? Çevresinde oluşan gelişmeler zihnini fazla etkilediğinden fırsat bulamadığından mıdır ? İstek duymadığından mıdır? Her zaman yaptığı aklına gelenleri sıralamak istemediğinden, ciddi konular aradığından mıdır? Her neyse belli aralıklarla sayfasına kontrol eden arkadaşlarından bir kaç defa  soru gelince kendini zorladı.
,,,
Ramazan ayına bir kaç gün kaldığı halde şehirde de kendi gönlündeki gibi bir kayıtsızlık oluşmaya başladığını hissetti. Sanki Ramazan eski Ramazanların havasında değildi. Halkın, sebebi belli olmayan bir sükuneti vardı. Her zaman yaşadığı Ramazan öncesi hazırlık telaşına etrafında rastlayamadığını farketti. Ya da vardı da kendi gözlem alanları içerisinde yoktu. Bilinmez. Acaba ekonomik şokların etkisi mi, geçim ve  seçim gerginliği içinde yakında kavuşacağı Ramazana bu sebeple mi hazırlanamıyordu. 
Ancak, sessizliklerin derinlerde karanlıklarda kalan kaygılardan dolayı oluştuğunu kendi hayatından biliyordu. Derinliklerde kalan, belli edilmek istenmeyen ne olabilir? Her zaman coşkuyla karşılanan on bir ayın sultanı Ramazanı bile coşkusuz karşılamaya yol açacak kadar etkileyen nedir? Sultanı karşılayacak, mutlu edecek armağanlar sunamamak korkusu mu? Ancak önemli olanın iyi günde de zor günde de Ramazanda yapılması gerekeni yapmak değil mi? Temel amaç saf gönülle Oruç ibadetini huşu içerisinde yapabilmek değil mi? Sofraya  birlikte ve sağlıkla oturabildiğine şükrederek "Allah ne verdiyse" paylaşabilmek değil mi? 
Dense de yeni bir çağın başlangıcındayız.  İsteklerin devamlı arttığı, kanaatın, bu da yeter, buna da şükürlerin  kaybolmaya başladığı haz çağının/ hız çağının  belirledikleri önceliğimiz oldu artık...

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...