29 Aralık 2017 Cuma

Dağların Düğünü

Dağların düğünüydü.
Soğuk bir kış günüydü.
Garibin ölümüydü.
Dünyanın bilinmez diyarlarından geze geze dağın zirvesinde konaklayan bulutlar da düğüne davetsiz gelmelerine rağmen fütursuzca gelinin üzerine kar konfetisi saçıyorlardı. Zirvenin ucu, düğünün en şatafatlı yeriydi. Kar fırtınaları, içini buyduran sert rüzgarlara karışmış kar tanelerinin ve sisin toz dumanı içinde rüzgarların uğultularına karışan kurtlar, tabiatın bu acı düğününde  acı türküler çığırıyorlardı uluyarak. 
Uzak vadilerden bir vadideki ağılda, eğik boyunlarının belli ettiği kaderine razı halleriyle yanyana sokulmuş koyunlar ise sessizce duruyorlardı.
Dışarıda kar fırtınalarıyla boralarla karışarak devam eden  bu korkunç düğünün bir an önce bitmesini ve  ağaçların yeşilliklerin bayramının, yani kendi şen günlerinin gelmesini  sabırla, tevekkülle bekliyorlardı. 
Ağılın loşluğu içinde kapı kenarında kıvrılıp yatıyor görünseler de gerginlikleri her hallerinden belli olan  kimi boz kimi siyah  tüylü heybetli köpekler ise dışarıyı gözlüyorlardı. Onların düğünle bayramla şenlikle ilgileri yoktu. Tek amaçları sürüyü korumak, yedikleri bir çanak aşın bedelini çobanlarına karşı sadakatle, sürüyü tehlikelerden koruyarak ödemeye çalışıyorlardı.Duruşlarındaki ciddiyet ve vakar güven veriyordu hem koyunlara hem de çobanlara.

Ağılın  kapısının az ilerisindeki kayanın ardında  karınları birbirine yapışmış  olsa da dolaşıp duran,  ağılı kolaçan eden bir kaç kurt ise kabarık kürklerinin cazibesine rağmen açlık kokan nefesleriyle, ne düğünün farkındaydılar, ne de bayramın. Tek dertleri açlıklarını yatıştıracak bir parça yiyecek.
Fırsat, zaaf, imkan, umut ...Yakınlarda yiyecek bulabilecekleri başka mekan, başka imkan yoktu. En sonunda "kurt kanunu"nu uygulayacaklar ve belki de kendi güçsüzlerinden başlayacaklardı. Karınlarının açlığına rağmen, sabırla o tek ağılın kapısını beklemelerine yol açıyordu.
Ancak nice yıllar nice hayvanlarını kurda kuşa yem etmiş çoban da, vahşete her verdiği kurbandan yeni dersler çıkara çıkara savunmasını sağlamlaştırmış, tecrübeleri ona düzgün tedbirler almasına yol açmıştı. Zaman geçtikçe dışarıdaki hava daha da sertleşiyor bekleyenler daha da acıkıyordu.

Tecrübeli çoban oturduğu yerden kalmadan kafasını hafifçe uzatarak baktığı pencereden şöyle bir dışarıyı kontrol etti. -Tamam dedi. -Zamanı geldi. Yavaşça doğrularak yan tarafta bulunan kokusu genzini yakan ağılın iç kapısını açtı. Tavana yakın sırladığı çuvallardan birini indirdi. Çuvalın ağzını açarak yemliklere döke döke  bir uçtan diğer uca kadar gezdirdi. Ancak koyunlar nedendir bilinmez yerlerinden kıpırdamadı. Koyunlara şöyle bir göz gezdirdi. -Diğer işi de halledeyim. Nasıl olsa kendi kendilerine kalkarak biraz sonra yemlerini yerler dedi.

Merdiveni dayadı.Çatı kapağını açarak çatıya çıktı. Karların altına sakladığı diğer çuvallardan birini aşağıya bahçeye  ittiriverdi. Kapağı kapayıp tutuna tutuna, gerisini kontrol ederek merdivenden indi. Odadan çiftesini alıp omuzuna astı.  Ağıldan çıktı. Aşağıya ittirdiği çuvalın ucundan tuttu. Sürüklemeye başladı. Dış kapıyı açmadan önce çuvalın ağzındaki ipi yavaşça çözdü. Kapıyı açarak yine sürükleye sürükleye karla dolu bahçeden geçirdi. Dış kapıyı açtı. Elindeki çifteyi  karşıdaki kayalığa doğrulttu. Ateşledi. Silah sesini duyan kayanın ardındaki bir kaç kurt korku içinde can havliyle koşarak hızla  uzaklaştılar. Çoban elindeki çuvalı sürükleyerek kayanın dibine getirdi. Çuvalın içindekileri kayanın diğer tarafındaki yardan aşağıya doğru içinde ne varsa döktü, sonra kan lı çuvalı silkeledi. 
Kurtlar uzaklaştıkları ve durdukları yerde nefes nefese geriye baktıklarında çobanın uçurumdan aşağıya döktüklerini farkettiler, uzakta olmalarına rağmen keskin burunlarıyla çuvalın içindekilerin kokusunu duydular. Aşağıya, dökülenlere doğru hızla koşmaya başladılar...

Çoban dış kapıyı kapamadan önce tekrar ardına baktığında kurtların hızla yardan aşağıya doğru koştuklarını gördü.

Artık ulumuyorlardı. Sesleri kesilmişti. Açlıklarının o içlerini sürekli kemiren  sesini bir kaç günlük bir zaman dahi olsa bastırabileceklerdi.

Yaşı, olgunluk çağlarını geçeli bir hayli olduğu aksak yürüyüşünden belli olan Çoban Aksakallarını sıvazlayarak memnun memnun gülümsedi:
-"İyi ki geçen gün ölen koyunun leşini çatıya saklamışım.Leş kurtların yiyeceği oldu. Karınlarını doyurdu. Yoksa bizim hayvanların da kurtların da hali haraptı. Bu haftayı da rahat geçireceğiz İnşallah."
diyerek yavaşça kapıyı tırkazlayıp emin adımlarla evine doğru yürüdü...29.12.2017

Sümdük ya da Sündük

Çocukluk yıllarında çevresindekiler, yanlarına gelen ya da yanlarından geçen bazı insanlar için  arkalarından sündük diye bir kelime kullanırlardı. Sürekli etrafından birşeyler talep eden bu şahıslar istediklerine ulaşmak için  acındırmayı/ acındırma ajitasyonunu  ilke edinmişlerdir.
Acındırarak karşıdakini ikna eder istediğine kavuşurdu genellikle. (Bir nevi dilencilik.ama dilencilik kadar düşük de değil.) Ancak isteği yerine getiren ya da onu izleyenlerin gözünde kendisinin fotoğrafını görmüş izlemiş olsa idi, belki de vazgeçerdi kullandığı isteme yönteminden. 

Verenlerin yüzünden yansıyan nefret acıma ve tiksinti karışımı  ifade  ona zevk mi verirdi? Bir nevi mazoşistlik mi? Davranışlarıyla isteğini bildirdiği kişiyi kendisine acındırma ve böylece gayesine ulaşma davranışı.
Acaba normal yollardan çalışarak didinerek isteğine kavuşamayacağı için mi yapardı?
Acaba çocukluk yıllarında ebeveynlerinin kendisinin hiç bir isteğini normal yollarla karşılamaması / karşılayamaması sebebiyle, hep yalvar yakar olduktan sonra mı istediklerine nail olmuştu da sümdük denilen huyu edinmişti? Bir alışkanlık bir psikolojik rahatsızlığın sonucunda mı o sıfatı o davranışı yapar olmuştu?

Elinde talep ettiği eşya  ile ayrılırken, yüzünde amacına ulaşmışların memnuniyeti, hazzı belli olurdu. Suratında (Nasıl bir suratsa)) haz sonrası rahatlamanın baygınlığını hissettiren bayağı bir sırıtış oluşurdu.  

Bunları düşünürken; Haklı istekleri için dahi sümdük (ya da sündük) demesinler diye, insanların gözünün içinde bir an parlayıp sönen  ishihza dolu bir bakışla karşılaşmamak için -ve kendisinden kendisi dahi tiksinir olmak, irezil,kepaze olmak korkusu ile- istemez isteyemezdi. 

Bu sebeple hakkı olan bir nesneyi tekraren istemekten  çekinirdi. Bu, bir nebze onur, bir parça gurur azıcık kibir'in birbiriyle düşük dozlarla karışımının meydana getirdiği bir davranış tarzı. İyi bir şey. Ama bir şekilde istemeyerek de olsa oranların hassas dengesi bozulursa baskın olan ile adlandırılabilir çevresindekilerce.  Onurlu, gururlu, kibirli, 

Onurlu insanın değerlere ilkelere göre bir duruşu vardır. İnsanlara karşılıklı hoşgörü içinde alçakgönüllü ve insanca yaklaşır. Gururlu ya da kibirli denen insan ise daha sert, keskin, üstten bakan bir tavır, davranış, ifade biçimi içindedir.
Yani eziklik de üstünlük psikolojisi de; insanı yoldan çıkarıcı, insanlıktan uzaklaştırıcı istenmeyen davranışlara neden olur. 

Allah hiç kimseyi ne ruhen ne de bedenen acınacak kötü durumlara  düşürmesin.

İnsanların onuruyla yaşayabilecekleri ve kendilerini geliştirebilecekleri, ezilmeyecekleri bir dünya;     Bu uğurda mücadeleden asla vazgeçmeyecek erdemli insanların varolduğu, kamil insanların hakim olduğu/yaşadığı bir dünya temennisi ile .. 29.12.2017-17:26

16 Aralık 2017 Cumartesi

Ayna

TRT Türkü de Yeşil ayna takındın mı beline Ahmet Günday in sesinden dinlerken, dışarıya bakmak istedi bir an ve yerinden yavaşça dogrularak pencereye yürüdü. Akşamın karanlığında ışıltılar saça saça birbiri ardı sıra hareket eden araçların yola akseden far ışıklarının asfaltta  uzayıp gitmesinden anladı. İkindiden sonra gökyüzünde güney batıdan kuzey doğuya hızla geçen bulutları sürükleyen lodosun bir ara aşağıda estiğinde tahmin etmişti beklenenin yaklaştığını ve kısa süre zarfında geleceğini... Bakınıp durduğu hastanenin beşinci katında sol yanındaki ağaç kümesinin tepelerinden bir  karga sürüsünün havalandığını ve kargaların ikili gruplar hâlinde ( galiba eşleriyle) kanatlarını rüzgara açıp  ucarlarken hayata kayıtsızlıklarını o an ki mutluluklarını gergin kanatların duruşundan anlıyordu.Sonra yine icerisiyle ilgilendi dışarıyı  o an pencereye gidinceye kadar unutmuştu. Islaktı yerler ve hastane odasında kendi alemlerinde meşgul iken etraflarındaki nice olanları farketmedikleri gibi hafif hafif çiseleyerek yağan rahmeti de farketmemislerdi.16.12.2017

15 Aralık 2017 Cuma

Ses


  • Sessizlik. Sadece sol kulağındaki çınlama artışının getirdiği rahatsızlığı hissetmekten. Sebebi çevredeki gürültünün azalması yüzünden iç sesin/ iç sıkıntıların/ arazların duyulması/farkedilmesi.  Büyük sarı devasa binanın içinde bulunan bu küçük odanın  kuzeye bakan penceresinden zifiri karanlığa doğru odanin ışıklarının yansıması. Sanki binanın yakınından helikopter geçiyormuş gibi gelen ses, helikopter olsa yaklastikca artar uzaklaştıkça azalır. Bu ses hep aynı seviyede. Öyleyse devamlı çalışan bir makinanın sesidir.  Odanın ana ışığı kapalı.Yatağın hemen üzerindeki yukarıya doğru ışık veren florasan açık. Sıcaklıkta gittikçe azalıyor ama alnındaki hafif ter neyin nesi oluyor. Alnına dokununca saçlarına  değdi ister istemez.Gitgide beyaz koyun postekisine dönüşen saçları bir hayli uzamış bir ara kestiriverse iyi olacak.

12 Aralık 2017 Salı

hemdert olmak

Yoğun bakım servisinden yeni çıkmış bir hastaya refakat ederken neler yapılır neler düşünülür. Hasta sıkıntılarıyla ağlayarak sizlayarak iyileşmeye çalışırken ona destek olmak, yardım etmek, moral vermek için neler yapılmalıdır.
Empati denilen kavramı kelimelerle tarif etmek yerine biri uygulayarak anlatabilir mi? Hem hal olmak denebilir, yoldas olmak, hemdert olmak da denebilir. En güzeli halden anlamak.
Hatayı beklerken kitap okumak istesen de ışığı kapatmak, uyku gelmese de uygun bir zeminde bir köşeye kıvrılıp hastayla beraber dinlenmek gerekir.
Bir yönden de hastanın nekahat - tahminimce iyileşme- dönemini rahat geçirmesi için uyuması yararlıdır. Bekleyen neye beklediğini niçin beklediğini bilmiyorsa, o bekleyiş bir işkencedir ona ve yararsizdir. Ya da düşük düzeyde etkilidir.
Bekleyenin motivasyonu ve iyileşmeye inancı ümidi varsa, hastanın iyileşmesine çok daha fazla katkı yapar . İnşallah o sabrı metaneti ve empatiyi gösteren kullardan evlatlardan oluruz.
Vesselam...(12.12.2017 00:34-Manisa Merkez Efendi Devlet Hastanesi Göğüs Bölümü Hasta Odası)

8 Aralık 2017 Cuma

Sınırlar

Sınırlar.
İnsanoğlu varlığını sürdürdüğü çevrenin sınırları içinde, öğrendiği bilgi ve tecrübelerle, geliştirdiği yeteneklerle yaşantısındaki zorlukları aşmaya çalışır.Hayatını daha kolay devam ettirmenin yollarını arar ve  yaratılışından gelen içgüdüleriyle bir çok sorunu çözmeyi de başarır . 
Çözüm bulamadığı meseleleri ise sınırları dışındaki diğer insan topluluklarının yaşantılarını inceleyerek bulmaya gayret eder. Bulduğunda önce taklit eder, ardından kendi hayat sınırları içinde özümleyerek benimser ve geliştirir.
Yıllar yılları kovaladıkça babadan oğula ve toruna aktarılan bu bilgiler, tecrübeler inkişaf eder gelişir. Ama hayatın dinamiği içinde yeni sorunlar, farklı meseleler ortaya çıkmaya başlar.Benzeri olaylarda yaşanılanlardan alınan derslerden yola çıkılarak yeni sonuçlara ulaşılır. İşte bu inkişaftır. Yeni pratikler kullanılmaya başlanır. Zamanla alışkanlık/itiyat  haline gelir. Sürekli kullanıldığından sıradanlaşır. Dikkat çekmez olur. Bir gün  o kolaylık getiren çözümler sunan araçları bir vesile ile kaybettiğinde, kafasına dank eder, farkeder vazgeçilmezliğini ve önemini.
En basit örnek elektrik. Ve ona bağlı tüm diğer kolaylıklar. Su pompalarından asansörlere, haberleşme cihazlarından doğalgaz kombilerine, hastanelerde tıbbi cihazlardan fırınlarda ekmek üretimine kadar... 
Elektriksiz bir hayat nasıl olurdu diye bir soru akla geldiğinde ve akla gelen başa geldiğinde  yeni nesillerin ne gibi tepkiler vereceğinin bilinmesi zordur. İster istemez önce bir şok yaşayacaklardır. Ancak o anda yeni çözümler üretecekler, yeni koşullara göre yaşantılarını daha düşük hayat seviyelerinde sürdürmenin yollarını bulacaklardır.
Gelecek bilimcilerinin, futuristlerin  kafasını meşgul eden konulardır bunlar.
Bilimin, bilim adamlarının bu gelişmedeki katkıları da, önemi de unutulmamalıdır. Bu gelişmeyi tetikleyen sadece sıradan insanın ihtiyaçları değildir. Daha çok kazanma daha çok üretim hırsı da etkilemiştir.
Örneğin:Pamuk üretiminin çokluğu, kumaş ihtiyacını karşılayan dokuma tezgahlarının insan gücü ile düşük miktarda üretim yapmaları, işçilerin daha çok çalışmak zorunda kalmaları işçilerin isyanına yol açmış ardından dokuma  makinelerinin gelişimi ile hem işçi ihtiyacı azalmış hem de daha çok daha hızlı üretim daha uygun maliyetlerle gerçekleşmiş , maliyetler azalmış karlar yükselmiş, kar araştırma geliştirme için de kullanılarak teknoloji gelişmiştir.
Bu süreçler terle acıyla kanla, baskıyla mücadele ile kazançla, hırsla birbirlerini etkileyerek, tetikleyerek günümüzdeki ortamı oluşturmuştur.Vesselam.(08.12.2017:15.39)


7 Aralık 2017 Perşembe

Dur

Şemsiyeli sokaktaki Mesutun çay ocağında oturdu bu öğle arası. Yanında Ayhan Abisi ile şehri yönetenlerin halini, ahvalini münakaşa ettiler. Gazete haberlerine göre  büyükşehir yetkililileri 2018 yılı başından itibaren şehrin ana caddelerinde esnafın kapı önüne yayılmasını önleneceklerini beyan etmişler. Çünkü şikayetler çoğalmış. Çünkü diğerleri işlerini yapmıyorlarmış.

O sırada Ayhan abisi "zaten sokaklara esnafın yayılmasına iznini de eski başkan vermişti." diyerek söze girdi.
"Al birini vur ötekine, amblemler, isimler değişse de zihniyet değişmiyor. Bir fazla oy için bir  parmak bal sürme derdinde" dedi.

Ardından zimmet konusu açıldı. Bir PTT memuru akşam hesap kapanışında beş kuruş açık verse zimmet yapılıyor. Şehri idare edenlerin yanlış kararlarından dolayı oluşan maddi zararların da, görevini layıkınca yerine getirmeyen, zararın oluştuğu dönemde görevde olan yöneticilere ödetilmesi hatta zaman geçse dahi (müruru zaman olmayacak) mirasına müdahale edilerek kamu zararının karşılanması gerektiğini sonucuna vardılar.

Birinin döneminde başlanılan bir yatırım/hizmet eğer diğerinin dönemine sarkıyorsa, yapılan yarım bırakılarak durduruluyor. O kadar masraf berhava oluyor. Dönemler boyunca yarım kalan bir çok işe ait örnek şehrin muhtelif yerlerinde mevcut.

Barış Manço'nun Rahmetlinin  "Ali yazar Veli bozar, küp suyunu çeker azar azar" diyerek şarkısında ifade ettiği gibi kabiliyetsiz, kifayetsiz, ehliyetsiz, ihmalkar, gafil idareciler elinde  ülke kaynakları da (yani küp) suyunu azar azar çekiyor, azalıyor, bitiyor.

Ama bunları kim seçiyor, kim görev veriyor? Halkın genel durumuna bakıldığında bir çoğu, -yüzlerinde  sahte mi samimi mi olduğu anlaşılamayan bir tebessüm içinde- birinin eteğine tutunmuş nerelere, hangi badirelere gittiğine bakmadan gözleri kapalı ama yüzleri mütebessim sürüklenip duruyor. 
"Bir şeye karışmayın, yorulmayın, kahvelerde oturup bekleyin sadece bizi seçin, böylece  her şey düzelecek" sözlerine -yalan olduğunu bile bile- inanıyor ve seçiyor. 

Buna kim dur diyecek!

"Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden, rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklallerini kaybetmeye mahkumdurlar."     Gazi M.Kemal Atatürk

Son söz bu... 



5 Aralık 2017 Salı

Uyku

İşte, önceki gecenin uykusuzluğunun faturasını ödemeye başlamıştı. Gözlerinin çukurlarını çevreleyen kahverengi halkalar yüzüne bakanlara yorgunluğunu tarif ediyordu. Bürodaki arkadaşları kendi aralarındaki samimiyetin getirdiği  pervasız bir cesaretle senli benli konuşurken o ne dediklerini ne anlattıklarını bile anlamayacak kadar yorgundu. Durgundu. Yorgun ve durgun hali mimiklerine de yansımış olacak ki bir iş için gelen karşı büroda çalışan arkadaşı bile çok durgunsun diyerek sorguladı ahvalini.
Gözleri yanıyor kulakları çınlıyordu. Eve varabilirse akşam olduğunda  nasıl bir deliksiz uyku çekeceğini hayal ediyordu.
Acilen bitirmesi gereken görevi de yoktu. İnternete girmek, gazeteleri incelemek de haz vermez olmuştu.  Koltuğuna oturup masasına dayanarak çıkış saatinin gelmesini beklemekti yaptığı/yapacağı  tek iş.
Büronun kuzey ve doğu kısımlarında bulunan pencerelerden  gökyüzünün gitgide koyu kurşuni bir hal aldığını kuzeyden gelen bulutların gitgide yoğunlaştığını görüyordu. Rüzgar yoktu. Hava da kendisi gibi durgundu. 
Bulutlar; hava yoluyla, hiç bir konakta durmadan, arkasından esen serin Sibirya yellerinin önünde, sürüklene sürüklene şehrin üzerine ancak gelmiş ve kendilerini iten yeller geride kaldığından yeni bir esinti çıkıncaya kadar duraklamışlardı.
Zaman zaman şehrin kuzey tarafındaki kurşuni bulutların arasından  mavi gökyüzü görünüyordu.
Fakat şehrin sokaklarında dolaşanlar yüzlerini / yönlerini kuzey doğuya çevirdikleri anda hemen elbiselerinin önlerini iliklemek durumunda kalıyorlardı. Bu, kışın gelişini haber veren serin sibirya rüzgarlarına duyulan zorunlu saygının bir gereğiydi. Nasıl ki bayramlarda törenlerde saygı duruşu oluyorsa kış geldiğinde de soğuğa saygıyı göstermek için ne kadar düğme fermuar varsa iliklenirdi. Ama nankör insanoğlu o kadar ısıtıp sereserpe gezdirmesine rağmen yaz güneşine sıcağa hiç bir zaman kışa gösterdikleri saygıyı göstermemişlerdi. 

Böyledir insanoğlunun ekserisi. Soğuğa da, sadece bedenini değil ruhunu üşüten zalimlere de ( korkunun tedirginliği ile) aynı saygıyı gösterir. 

Ama; ister mevsimden gelsin, isterse gönülden gelsin  sıcaklığı görünce de şımarır, nankördür,  iyiliği teper, vefasızdır.

Çiğ süt emmiştir.

(14.37-05.12.2017)

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...