29 Ocak 2018 Pazartesi

Karargah

Sabah evden çıktığında ilk nefesiyle gözlükleri buğulanıverdi. Havanın ne kadar soğuk olduğunun göstergesiydi. Yakaları tüylü kabanının fermuarını çekerek boynuna kadar kapattı. Yün beresini kulaklarına doğru biraz daha indirdi.Yemek  taşıdığı poşetini sağ eline alıp, sol  elini cebine sokarak sokağı dönünce onu -eserek karşılayacak olan-   keskin soğuk dolu rüzgara karşı tedbirini aldı.
Sokaklarda kimseler yoktu. Okullar yarıyıl tatilinde olduğundan sükunet vardı ortalıkta.  

Babasını ziyarete gelen İzmirdeki halası ve  hala oğlu ile sohbet koyulaştıkça farkına varmadan birkaç bardak çay içmişti. halaoğulları İngilterede iki yıl önce dönerci dükkanı açmışlardı.İşler ve vergiler hakkında konuşurlarken, çocukları da yurtdışında staj yapma hayalleri ile kafalarına takılan soruları soruyorlardı. 

Eşinin, soran gözlerle sık sık bakarak içmemesini ima etmesine rağmen sohbetin derinliği arasında içivermişti. İşte eve geldiklerinde  o çaylar gecenin farkına varmasını sağlamıştı. Gece ikide yatıp saat yedide kalktığında, parça parça uykunun sersemliği ile eve dolaşırken   kızgınlık pişmanlık ve öfke bir arada başının üzerine iki kaşının arasına karargah kurmuşlardı.Ya da çöreklenmişlerdi. Eşi yıllardır tanıdığından kaşlarının arasındaki karargahı hemen farketmişti. Bir an evvel kapıdan çıkıp gitmesi için alarm durumunda hızla hazırlıklarına yardımcı oluyordu. Çünkü her an basit bir mesele  yüzünden harp patlayabilir sınır ötesi harekata başlamadan sınır içinde meskun mahale zarar verebilirdi.Şimdiyse işyerine vardığında akşamın nasıl olacağının kaygısı ile  geceden kalan uykusuzluğun gerginliğiyle başı önünde hızlı hızlı yürümeye başladı.

İşyerine geldiğinde hava açıktı.Güneş herzamanki gibi sabah öğle ve akşam eski bina etrafında yer değiştirirken, gölgelerin konumlarını -iş arasında- izleyerek doğu tarafındaki tarihi binalara yol orrtasındaki çamların gölgelerinin vurmasını bekledi. Çünkü o gölgeler vaktin geldiğini işaret ediyordu.  Gölgeler yerine geldi yani vakit geldi.Bugünlük paydos.29.01.2018-16.55

26 Ocak 2018 Cuma

Arşınlamak

Arif Sağ'ın davudi sesi duyuldu solunda oturan memurun masasındaki radyodan, "yare söyleme söyleme" diye devam edip giden efkarlı  bir türküydü bu..
Birden bire kendini bir hüzün karmaşasının içine girdiğini hissetti. Flüt sesinin fonladığı türkü devam ederken birim sorumlusu girdi odaya. Birşeyler söyledi ve telaşla kapıdan çıktı gitti. Türkü devam ediyordu. Türküyle beraber gönlüne yerleşen o kasvetli, kara dumanlı hava da devam ediyordu. Birden radyodaki türkü kesildi ve sazların hareketli ritmiyle çalmaya başlayan  yeni türküye, ince sesiyle eşlik eden   bir kadın sanatçının neşesi doldurdu ortalığı. 
Ama içine zerkolan kasvetli hava boğazı ile kursağı arasında  ses tellerine yapışıp kalmıştı. Hıçkırsa yapışıp kaldığı yerden çıkardı belki ama, hıçkıramazdı, rezil olurdu. Neden diye bakan meraklı şüpheli ya da acıyan gözlerle karşılaşmak istemezdi... İçine sakladı, gam dumanının başının üstünden yavaş yavaş dağılmasını bekledi.
Sonra, yeniden, ne anlattığı belli olmayan geveze biraz da şımarık radyo spikerinin mırıltıları sardı odayı. Masalarına kollarını dayamış sağ elleriyle mausu tutarak, sessizce internet sörfü yapan, arasıra  kıpırdadıklarından koltukları acı acı gıcırdayan orta yaşlı üç şahıstan başka kimse kalmamış diye yazacak iken, birden kapı açıldı hızla yanındaki masada oturan genç girdi odaya telaşla masasına  geçti koltuğuna oturdu.
Emekliliğini bekleyen emeklilik günü sayan arkadaşı ise  odanın orta kısmında geçiş için bırakılan  kapıdan pencereye kadar uzanan arada adım adım arşınlamaya başladı... 
Kendisinden emin olduğu,(işinin düzeninin yerinde olduğu -o an için keyfinin de yerinde olduğu- yavaş yavaş adımlarken hareketlerinden, yüzündeki tebessümden, özellikle adımlarını atarken ellerinin arkasına bağlayarak yürümesinden)   belli oluyordu... Ne mutlu dedi. Allah her daim iyilikler güzellikler, mutluluklar  versin diye dua etti içinden arkadaşına. 
Bu arada eşkiya dünyaya hükümdar olmaz dizisindeki başrol oyuncusu geldi hatırına ve arkadaşının hal ve tavırları ile dizinin kahramanının tavırları arasında bir özdeşlik olduğunu farketti. Gülümsedi...

Cumaydı ve yemeğe erken giderek namaza hazırlanacaktı. Odadan önce ihtiyar çıktı  ardından genç telaşla  afiyet olsun diyerek  ayrıldı...(26.01.2017-12:15)


24 Ocak 2018 Çarşamba

Poyraz

Mesai bitimine on beş dakika varken birim sorumlusunun odasına gitmişti. Kendi odasına, masasına dönerken koridorun karşı ucundaki doğu penceresinin ön tarafındaki demiryoluna doğru inen yolun  ortasında sıralanmış bulunan palmiye ağaçlarının bir hayli eğilerek sallandıkları farketti. 
"-Poyraz sert esiyor. Bu gece de halimiz harap" dedi mırıldanarak.
Odasına girdi. Bu defa kuzey penceresinden seyretti dışarıyı. Pencerenin dibinde bulunan çamın dallarında hareket yoktu. Bina kuzeyden gelen rüzgara set oluyor ve bu yöndeki ağaçları sert ve soğuk poyrazdan bir nebze olsun koruyordu.
Zaten şehrin güneyindeki yalçın dağın zirvesini bir kaç günden beri yoğun bulut tabakasından dolayı göremiyorlardı. Şehrin kuzey tarafında hava açık olduğu halde güneyindeki dağ silsilesinin önüne yığılmış kara bulutların yoğunluğu, Anadolunun kuzey batı ve kuzey taraflarında nice bir kışın sürmekte olduğunu hissettiriyordu. İnternetteki haber siteleri İstanbula kar başladı haberleriyle ve resimleriyle doluydu. 
Şehir sakin görünmesine rağmen yurdun diğer bölgelerinde meydana gelen hava durumundan olumsuz olarak etkileniyordu. Sadece hava değil, her şey etkiliyordu birbirini. -"Bir milletsek bir vatan parçamız varsa etkilenmekten daha doğal ne olabilir. Etkilemiyorsa o zaman tedirgin olmalı, korkmalı."diye düşündü.
Sonra kendisi sıcak odalarda hizmet etmeye çalışırken memleketin dağlarında tepelerinde kar kış demeden çabalayanları düşündü. Hayıflandı. 
"Yardım et Allahım yoksula,yolda kalmışa,
 Yardım et Allahım memleketin varlık ve bekası için gayret edenlere.."

10 Ocak 2018 Çarşamba

Oyuncakçı Affan Dede

"Samsunda dünyanın üçüncü büyük oyuncak müzesi kuruldu. Sunay Akın ın konsept danışmanlığı yaptığı müze iki milyon TL ye mal oldu." haberini okudu sabah internette gezerken bir gazetenin sayfasında. 
Aklına çocukluğu geldi. 1968 1970 li yıllar "68 kuşağı altıncı filo ile uğraşırken"  Karaköy  pazaryerinde altmışbeş yetmiş yaşlarında her ne kadar beyazlara bürünse de gençliğinde sarışın olduğu yüz hatlarından belli olan bir ihtiyar gözüne takılmıştı. 
Yılların yaşanmışlığı bir ağacın her yıl geçirdiği mevsimleri  nasıl kabuğuna nakşediyorsa ihtiyar da yüz hatlarına nakşetmiş gibiydi. Gülmeyen, fazla kırışık olmamasına rağmen kederli intibai veren, her zaman öne eğik bir başın çevrelediği durgun yüzünün sakalsız olması, kişisel bakımını elinden geldiğince sürdürmeye çalıştığını belli ediyor, her şeye rağmen düzenli titiz hali ile dikkat çekiyordu.

eski ahşap oyuncaklar ile ilgili görsel sonucuSırtında çantası iki elinde tuttuğu tahtadan oyuncakları, hafif ağlamaklı kısık sesiyle, pazarın peynircilerin olduğu kısmında, peynir bakan peynir alışverişi yapanlara yanaşıp, aralarda dolaşarak gelip geçenlere satmaya çalışıyordu. Sesinin tınısı lehçesi ve yüzünün sarışınlığı balkan facialarından sonra belki de mübadele ile  yurda gelenlerden olduğunu ve hala eski acıları içinde yaşadığını belli ediyordu. Macır*,yani göçmen taifesindendi.

Dedenin sattığı/ satmaya çalıştığı oyuncakları kendi eliyle evinde yaptığını düşündü. Çünkü başka yerde rastlamadığı şekillerde biçimlerde değişik oyuncaklardı.Eski acıların bir tezahürü müydü oyuncaklar? Bir ihtimal, uzak diyarlarda bıraktığı/kaybettiği küçüklerine yapar gibi bir hafta süresince yaptığı ve belki de yaparken konuştuğu oyuncakları satmak ona elem mi veriyordu? Acaba bu pazarda o oyuncakları alan kişiler var mıydı? Yoksa satamadan mı dönüyordu? Bilinmez, merak edilen, ancak cevabı bu gün itibari ile bulunamayan sorular.

Çocukluğunun o çağları için en öncelikli hayat gailesi oyunlar ve oyuncaklardı. Bu sebeple annesi elinden tutarak pazarı gezerken eve kalitesi ve fiyatı uygun pazarlıklar düzerken, etrafında dikkatini çeken farklılıklarla ilgileniyordu. Oyuncakçı dedeyi gördüğünde annesinin elinden kurtulmaya çalışırdı. Annesi ise kendisinden evvel rahmetli olan iki abisi sebebiyle üzerine fazla düştüğünden yalnız başına ip kadar uzatmazdı. Çekişip dururlardı ve sonunda annesi kazanırdı.


Eve belli zamanlarda babası oyuncaklar getirmesine rağmen  oyuncakçı dedenin imalatı bir oyuncak hiç almamıştı. Fabrikada işçi olan babası için oyuncakçı dedenin sattığı oyuncaklar pahalı mı geliyordu? Acaba dedenin imal ettiği oyuncakları babası beğenmiyor muydu? Ya da hemşerisi Uşaklı Çıngarcı Osman Amcanın Kırmızı Köprünün alt tarafında, mahrukatçı Muharremlerin odun, kavak ve sırık vesaire sattıkları dükkanlarının karşısına yaydığı yer sergisinde naylon kap kacak ibriklerin yanında sattığı plastik naylon oyuncaklar daha mı ucuzdu?  Osman Amca etrafa öfke seli içinde bağırıp çağırırken Babasının selamı ve tebessümünü görünce sinirleri geçiyor "Al Enver bu oyuncağı yeğenime hediye olsun" mu diyordu? Bilmiyordu.
eski plastik oyuncaklar ile ilgili görsel sonucu

Ama yine de hakkını yememeliydi babasının. Az mı oyuncak getirmişti. Hatta pazartesi günleri annesi ile pazara gittiğinde oyuncak alamadığına üzülse ağlasa dahi, o akşam üzeri babası fabrikadan eve gelirken oyuncakla geleceğinden o kadar emin olurdu ki, başka anneler, babalar ellerinde pazardan aldıklarıyla dolu filelerle yavaş yavaş önlerinden geçip giderken, o, sokağın başında sabırla umutla beklerdi. Sadece kendisi mi, hayır. Yokluğun, olmayana imrenmenin, merakın istemsiz (gayri ihtiyari) dürtüsüyle sokakta tüm zamanını birlikte geçirdiği oyun arkadaşları da onunla beraber beklerlerdi.
(Onlara ne oluyor , yüzsüzlük değil mi bu diye düşünenler olabilir. Ancak beraberliğin samimiyetin nasıl bir duygu olduğunu bilmeyen bireysellere bu duyguları anlatmak zor.   Çünkü onlar için paylaşmak enayilik, beklemek yüzsüzlüktür, dilenciliktir.)
Babaları, bağlarda bahçelerde çalışan, hayat mücadelesinde ancak evini geçindirebilen, öncelikleri oyuncak değil eve ekmek götürebilmenin tasasını çekerken; Anneleri de, evde  sınırlı imkanları ile yemek yapmak, çamaşır kaynatmak, bulaşık yıkamak gayretinde olan anne babaların çocuklarıydı bunlar. Küçük kardeşleriyle beraber merakla (belki de özlemle) beklerlerdi Enver Amcalarını.

Sonunda babası -kaçıncı yüzyıldan kaldığını bilmediği kemerli estelik yapısıyla ve  koca demir musluğuyla Sivrice Tepesi yamaçlarından gelen iyice ılımış suyunu yakınlarında yaşayanlara ve geçenlere sunan- Derdiler çeşmesinin yanındaki dönemeçten yukarıya doğru yöneldiğinde elinde gazete kağıdına sarılmış paketi görürlerdi. Babasına sevinçle koşturur sarılırdı. Babasının pamuk tozları yapışmış kaşlarına, pamuk tozu dolmuş kulaklarına ve  birkaç günlük tıraşsız yanaklarından dudaklarına batan sakallarına rağmen yanaklarını öperdi. Paketi heyecanla elinden alır, telaşla merakla  açardı. Bazen ondan evvel arkadaşları -noolur bir defa ben bakayım, diyerek elinden alırlardı. Ve kendi eline bazı günler tekerlekleri kaybolmuş olarak iade edilen, arkadaşlarının oynadığı bu oyuncakla - ama hem oyuncak sahibi olmanın hem de oyuncağı arkadaşlarıyla paylaşmanın verdiği mutlulukla/doygunlukla- eve gelirdi.

Okul hayatı başladığında -hangi yıl olduğunu hatırlamasa da ilkokul yılları olabileceğini düşündüğü- bir gün Cahit Sıtkı Tarancının bir şiirine denk geldi okuduğu ders kitabında. O günden sonra "Affan Dedeye para saydım. Sattı bana çocukluğumu..." diye başlayıp devam eden şiiri her okuduğunda hayaline o oyuncakçı dede gelirdi.

Kısık sesiyle "oyuncaklarım var, oyuncakçı" diye pazar aralarında dolaşarak  satmaya çalıştığı, tahta tekerlekli, ön tarafında bulunan deliğe bağlı ipi asılınca yürümeye başlayan, ilerledikçe kanatları hareket eden, hatta çın çın diye öten, üzerine tahta boyalarıyla renkli çizgiler, yuvarlak şekiller yapılmış oyuncaklar. Önündeki delikten iple bağlanarak kendisiyle beraber arkasından gelen, böyle bir oyuncağı süren çocuğun mutlu gülücükleri- bilenler için- her şeye değerdi ama...
Adını da bilmiyordu. Olsun yıllar sonra okuduğu şiirde öğrendiği Affan Dede ismini ona yakıştırmıştı ya. Bu dünyadan nerede nasıl göçtü bilmese de, bildiği şey ardından okunan duaların nerede defnedilmiş olursa olsun ona ulaşacağı. 
Allah Rahmet Eylesin Oyuncakçı Affan Dede.
Ne senin yaptığın gibi oyuncak yapanlar kaldı fani dünyada,
Ne de senin gibi sırtına sardığı, her biri kendine özgü, kendi ürettiği oyuncakları satanlar.
Ruhsuz her yer,
Nereye baksan  aynı kalıptan çıkmış makina, plastik, Çin oyuncakları...

Ancak çocukların gözlerinde dillerinde ve eylemlerinde o mutluluk hala var.

Öyleyse umut da var.

*( Muhacire halk arasında macır denirdi) 09.01.2018

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...