25 Temmuz 2019 Perşembe

Acı

Bugün üzücü bir haberle başladı iş yerindeki ilk anlarımız. Göç İdaresi Müdürünün kalp krizinden rahmetli olduğunu öğrendik. Hayat, bizim beklemediğimiz bir anda bitiveriyor. Sekteye uğrayabiliyor. Bunu hepimiz bildiğimiz halde, yine de, yapacaklarımızı -bize ve çevremize fayda sağlayacak hayırlı eylemleri yapmayı- ertelemeye devam ediyoruz. 

19 Temmuz 2019 Cuma

128 Dinliyor

Sonunda işe başlayacaktı.Yaklaşık bir aydan beri süren sınav ve evrak işlemleri bitmiş Alsancak stadının biraz ilerisinde bir tarafı limana bakan bir tarafı stadı ve havagazı fabrikasını gören siyah kömür tozlarının, siyah çamurlara dönüştüğü, toz toprak içinde, bir şantiyeyi andıran Elektrik Şebeke Müdürlüğünün üst katındaki İndirici Trafolar Merkezi Amirliğine gelmişti. (İzmir şantiye olmaktan kurtulamadı, ne zaman sakin bir şehir olacak bilinmez) Deri montlu birkaç kişi ile masada oturan biraz kilolu vücut yapısına sahip  -masasındaki isimliğinde okuduğu için bildiği- Caner Bey güler yüzle karşıladılar.  
O gün işe başlayacak  başka arkadaşlar da vardı. Görev bölümü yapıldı. Fuar trafo ismi geçti onun görev yeri için ve pencereyi açıp aşağıda siyah plakalı araçların park ettiği ya da  hareket ettiği, biraz keşmekeş içindeki  kömür tozlu alana baktılar. Her iki kapısında şimşekli TEK ambleminin bulunduğu farklı büyüklük ve modelde onlarca araç arasından, gideceği yerin yakınlarından geçecek bir Anadol kamyonete seslenip "Fuar Trafoya bırakın arkadaşı" dediler. 
Ve böylece  bindokuzyüz seksenbeş yılının yirmi aralık günü Basmane'de Mürsel Paşa caddesinin Fuar tarafında bulunan  yedek parça satan küçük dükkanların arasında bir mekana getirdiler. Yeni görev yeriydi. Öncelikle gözüne çarpan, TEK İzmir İl Müdürlüğü İndirici Trafolar Merkezi. Fuar 34.5/10.5 Kv İndirici Trafo Merkezi yazılı tabelaydı. İçini bilinmezliğin hafif ürpertisi kapladı. Acaba nasıl bir yer nasıl bir iş ile karşılaşacaktı. 
Araçtan çıkınca   küçük camlı pencereleri ile dikkat çeken açık yeşil renkli  iki katlı binayı gördü. Yola bakan bahçesinde zırıldayarak titreşim duran, Nikolay Teslanın yüz yıl önce Amerika'da icad ettiği gibi iki büyük tranformatör  vardı. Trafolar gri boyalı  yüksek saç kapılarla yoldan ayrılmıştı. Sağ tarafta oto lastikçi vardı. Merkezden onu getiren görevli, lastikçinin arka duvarının kenarında bulunan küçük demir kapıdaki zilin düğmesine bastı. 
Bir iki dakika sonra, önce iki katlı binanın altındaki iç demir kapı gürültüyle açıldı. İçeriden elinde telsiz bulunan bir görevli yavaş yavaş bulundukları kapıya yöneldi. "Ne bekliyorsunuz, zaten dış kapının açık olduğunu da biliyorsunuz." diyerek kapıdaki arkadaşlarına gülümseyerek kapıyı açtı. Onu getiren görevli "Acele işimiz var. Sonra geliriz. Merkezden bu arkadaşı gönderdiler. Birkaç gün seninle berber çalışıp trafoyu öğrenecek ve burada nöbete girecek." diyerek vedalaştı.
"Hoş geldin." dedi gülümseyerek. "Adım ErhanBundan sonra beraberiz. 
İç demir kapıdan girince sol kısımda disjonktörler (=yüksek gerilim hızlı hat kesici) sanki bir mapushaneye tıkılmış mahkumlar gibi ayrı ayrı yan yana sıralanmışlardı.Ve tel örgülü kapaklarının önünde meşhur beyaz zemin üzerine siyah iki çapraz kemik ve kurukafa amblemi duruyordu. Dikkat ölüm tehlikesi. On iki tane hücre vardı ve hücrelerde 10.5 Kv yüksek gerilim enerjinin gittiği semtlere ait mahkum olmuş disjonktörler, seksiyonerler ( yüksek gerilim hat ayırıcı) sıralanmışlardı. Sonra tekrar kapıya doğru yöneldiler. 
Bu kez giriş kapısının karşısında bulunan metalden yapılmış gri boyalı dik merdivenleri tırmandılar. Yine gri boyalı küçük camlı kapısı olan, yine demir bir kapıdan içeri girdiler. Zemin tırtırlı  demirdendi. Galiba sadece dış duvarlar tuğla içerideki diğer bölümler metalden yapılmıştı. 
Küçük kapıdan girince sol tarafta işaretlerle yazılarla ampermetre voltmetre ve ikaz lambaları ve paket anahtarlarla döşenmiş bir pano gözüne çarptı. Geniş bir şema üzerine tüm bu teçhizat planlı olarak döşenmiş olup, bu uzun panoya bakan nerede sorun olduğunu, ne yapması gerektiğini kısa sürede kestirebilirdi. Dışarıdaki trafoları daha rahat görebilmek için sağ tarafta pencereye yakın konulmuş bulunan metal masada bir telefon. Bir telsiz şarj cihazı vardı. Elindeki telsizi şarj cihazına yerleştirince cihazın kırmızı ikaz ışığı, şarja başladığını belli etti...

Saat 15.00'e doğru dış kapıdaki zil çaldı. Yine merdivenlerden aşağıya indi Erhan Abisi. Gelenle konuşa konuşa merdivenleri çıktılar. Gülen yüzüyle bir görevli daha gelmişti. "Hoşgeldin Arkadaşım  ben Halil İbrahim." dedi. Seninle saat  beşe kadar beraber olacağız daha sonra mesain bitecek ben ise saat 22.30 a kadar buradayım. Zamanı gelince sen de vardiyaya nöbete gireceksin." dedi. Erhan Abisi;"Burada yapacak çok iş yok görülür uzaktan, ancak basit bir hata, hattın diğer ucunda ölüme sebebiyet verebilir. Bu nedenle önemli ve tehlikelidir. Dikkatli olmalıdır. Özellikle telsiz dinlemek, telsizden anonsla vardiya amiri bir  görev verir, talimat gelirse, önce talimatı ona tekrar etmek, sonra da işlemi yapmak. Ve yeniden yaptığına dair bilgi vermek. Bu arada yapılan iş ve işlemin saatını vardiya defterine kaydetmek. Rapora işlemek. Gece on iki, bir sıraları bir ekip gelir raporu verirsin. Yani beklemek.Puant zamanı, beş dakika arayla semtlerin fiderlerindeki amperleri ve Kosinüs listesi var, Kosinüslerini de hesaplayıp deftere kaydetmek. 34.5 Kv giriş voltajını ve amperini de takip edip deftere kaydetmek. Bir de etrafı kolaçan etmek. " diyerek   ayağa kalkarak kapıya yöneldi.
Erhan Abi mesaisi bittiği için ayrıldıktan sonra oturduğu yerden çevresini gözlemeye devam etti. Telsizden farklı ekiplerin farklı faaliyetine dair çeşitli sesler, bilgiler, talimatlar devamlı akıp gidiyordu. 
Bu arada havadan sudan sohbet ederken aniden Halil İbrahim Abi telsizi  eline aldı."Yüz yirmi sekiz dinliyor." dedi. Merkez bir yüzyirmisekiz anonsu  yeniden duyuldu teknim telsizden. Aniden harekete geçmesi bir an paniklemesine sebep olsa da belli etmemeye çalıştı. Ancak yüzü kızarmış olmalı ki; "Sakin ol, vardiya amiri Selviltepe fiderinin amperini sordu." dedi. Ve devam etti; "Bu trafonun numarası ya da kodu yüz yirmisekiz. Görev esnasında nereye gidersen git. Hatta tuvalete bile gitsen telsiz yakınında durmalı. Her an vardiya amirinden gelecek yüzyirmisekiz'i duymalısın. Sınırda nöbet bekliyen bir asker hassasiyeti kadar olmasa da, tetikte olmalısın. Konuşmaları takip etmelisin. Herşey sakin giderken birden karanlıkta kalabilir şehir ve  yeniden elektriği şehre dağıtıncaya kadar bir telaş başlar." dedi...(1.Bölüm.19.07.2019 Manisa )

9 Temmuz 2019 Salı

Uzak Diyar

Montana. İsmine sadece  kovboy filmlerinde duyup, belgesellerde manzaralarına rastladığı bir uzak diyar. Vahşi Batı tanımının hala var olduğunu, üç milyonu biraz geçen nüfusuna karşın, altıyüzbin km  kare civarındaki coğrafi genişliği ile ve vahsi tabiatıyla ispatlayan, ABD nin orta kuzey sınırındaki bu eyaleti  google da merak edip biraz inceledi. 
Neden merak etti sorusu "çalış ve seyahat et" diye anlamı çevrilebilen bir proğram dahilinde oraya gidecek olan evladının başına geleceklerden biraz endişe ettiği  için diye cevaplanabilir. 
Ama endişe olsa da bazı riskleri göze almadan da gelişmek bilgilenmek deneyim sahibi olmak zor. O nedenle oğlunun isteğine hayır demedi. Sattı savdı, bir şekilde oğlunun hayaline, gayesine kavuşmasına yardımcı oldu. Şimdi ise geleceği günü, başarısını kutlayacakları anı sabırla bekliyor. 
Ancak annesinde o sabrın, -özlemin etkisiyle- daha az olduğunu, yeri geldiğinde "nereden çıktı bu Amerika işi, hep senin müsamahan yüzünden" diyerek kendisine sitem ettiğinde ise susmak zorunda olduğunu biliyordu. "Anne kalbi  daha yufka yürekli olur." diye düşünüp geçiştiriyordu.  
"Yeni yerler görmek, yeni işler yapmak,  yeni dostluklar kurmak insanın olgunlaşmasında, iyiye doğru gelişmesinde yararı olur." diye eşinin üzüntüsünü teskin ediyordu.
Teskin ediyordu. Teselli edemiyordu.Teskin etmek durdurmak, dindirmek, sakinleştirme gibi anlamları içeriyor olsa gerek. Teselli ise, sanki esasın yerine bir başka eşyaya ya da  konuya yönlendirerek rahatlatmak gibi bir anlam içerdiğine kendi kendine hükmetti. Hani milli piyango teselli ikramiyesi gibi...Ya da Orhan Gencebay ın "Bir teselli ver " şarkısındaki gibi. Teselliyi, esası dağıtan, esası isteyene vermeyince yerine bir nebze ikame edilecek bir şey vererek teselli olsun diye veriyordu. Ya da esası isteyenin durumu/seviyesi/kapasitesi/kudreti, esası kabullenecek, kaldıracak noktada olmadığından vermiyor, teselli ile teselli olmasını uygun görüyordu.
Kendisi dağıtan da değildi, teselli veren de. "Ancak O'ndan istenir ve O'ndan umulur, verdiklerine de şükredilir. Yeri geldiğinde de doksandokuzu veren yüzü de verir diyerek eldekini bulabildiğine şükredilir, kanaat edilir." düşüncesi geçti aklından.
Sonra birkaç satır yukarıda yazdıklarını şöyle bir süzdü; "Dücane Cündioğlu'nun yazılarını okuduğun analizlerinden belli oluyor. Seni gidi kopyacı " diyerek sayfayı kapattı.

8 Temmuz 2019 Pazartesi

Yılkı

İşyerinde ilk gün. Genellikle izinden sonraki ilk anlarda bir tadsızlık bir durgunluk oluşur. Normaldir bu. Çünkü uzun izin döneminde alışılan kayıtsızlık sonrasında yeniden sorumluluk altına girmek kolay değildir. Yaşananlar, biraz geminden azad edilmiş  ve doğaya bırakılmış yılkı atlarının durumuna benzer. Tarım alanlarına makinalar girmeden önceki zamanlarda, genellikle orta Anadoluda uçsuz bucaksız bozkırlarda sonbaharda işler güçler bittikten, ekinler harman yerlerinden kaldırılıp ambarlara yerleştirildikten, bağlar bahçeler bozulduktan sonra, artık fazla ata gerek kalmadığını Abbas Sayar "Yılkı Atı" isimli kitabında etraflıca anlatır ;

" Güçlü, hırslı bir at kişnemesi ovanın dört bir yönüne dağıldı. Dağınık düzen otlayan sekiz on at başlarını kaldırdılar ve kulaklarını diktiler (...)
İçlerinde güçlü, kuvvetlileri vardı. Kimi kahra uğramış zavallı, kimi yılkının alışığı...Hesaptan düşülmüş, defterden silinmiş Doru Kısrak'ın yılkıya bırakılma öyküsüdür. Kışın dağda, belde başının çaresine bakacak, çıplak tabiatla savaşacak, ömrü olur da bahara yılkıdan sağ dönerse, o zaman ona bir iş düşünülecektir."

Ötüken Yayınları kitabın tanıtımında yukarıdaki kısa bilgileri verir. Yıllar önce çocukluktan gençliğe geçtiği  zamanların boş, sıcak, sıkıntılı  yaz tatillerinden birinde komşuşu ve hemşerisi eczacı Sezai Abi'den emaneten aldığı Yılkı Atı ile Can Şenliği adlı iki kitabını okumuştu. O nedenle yazıya başlarken hafızasının bir köşesinde uzun süredir bekleyen bu küflü bilgilerin içinden -nedense zihni- yılkı atını çağrıştırdı. 
Abbas Sayar'ın "Can Şenliği" kitabında ise ihtiyar bir adam ve yaşlı bir eşek anlatılıyor. Kimsesiz gurbette kalmış ihtiyar, karın tokluğuna bir zenginin bağ bekçiliğini kabul ediyor. Bağ kulübesinde duvara dayanarak can şenliği verdiği eşeğiyle konuşuyor. Geçmişine dönüyor. Sıkıntılarını paylaşıyor.


Rahmetli Cengiz Aytmatov'un "Elveda Gülsarı" sını da unutmamalı. Yoksa Türkistan bozkırlarının romancısı Aytmatov'a saygısızlık olur. Vefasızlık olur. Roman, İhtiyar Tanabay'ın soğuk, karlı ve tipili bir kış günü eski atı Gülsarı ile konuşmasını anlatır. Kırgızistan da bir Sovyet kolhozunun başkanının yaylada dolaşırken Gülsarıyı görüp beğenerek alıp götürmesi. Tanabay'ın istemeyerek de olsa vermek zorunda kalması. Gülsarının bağlı olduğu zincirlerini kopararak dağlara, çoban Tanabay'ın yanına kaçıp/koşup gelmesi. (Roman sansürlü Sovyet zamanında yazılmış olup, dolaylı yoldan özgürlüğü anlatıyor. Gülsarı isimli at  özgürlükleri kısıtlı Kırgızları, Kazakları kısaca esareti simgeliyor.) Tanabay, dağ başında can çekişen Gülsarının başında bunları düşünürken okuyucu da gitgide hüzünleniyor. Zaten hüzün Aytmatov Rahmetlinin kitaplarından hiç eksilmez.
...
Sadece taşıma ulaştırma işinden başka bir işe yaramayan atlar, kış döneminde kendi karnını doyurmakta bile zorluk çeken sahibince, gelecek bahara kadar kırlara salıverilirdi. Ancak süt veren yumurta verenler ile  kış döneminde dahi yaşamlarına katkı sunan hayvan taifesi ise ahırlarda, ağıllarda insanlarla birlikte yaşamaya devam ederlerdi.
Kış geçip bahar yüzünü yeşilliklerle gösterdiğinde ise, bulunup yeniden gemlenmeye çalışılır sahibince. Ancak boynunu rahatça istediği yere çeviren, istediği yere rahat rahat özgürce gezen at, doğal olarak sıkılır ve isyan eder, sahibine bağlanmak, yeniden boyunduruğa girmek istemez. Uğraşır ve uğraştırır. (İşte, ilk gün mesai başlangıcında bazı görevlilerce hissedilen budur denebilir.) Ama sonunda sahibi galip gelir. Bu arada yaşını başını almış hiçbir işe yaramayan atlar ise kırlarda özgürce ölünceye kadar yaşamaya devam ederlerdi.
...
Şimdi ise atların öküzlerin,mandaların, katırların, eşeklerin yerini traktörler aldı. Amaç aynı olsa da sonuçta bir makina olan traktörün bir köşeye çekilmesi, ihtiyaç anında kullanılması ile atların öküzlerin durumu aynı değil. 
Emek yoğun zamanlarda insanoğluna fazla masraf çıkarmadan destek olan canlılardı, kader ortaklarıydı. Yoksulluklarına da, insanoğlunun emeğine de yemeğine de (yemek artıklarına) ortaktılar.  
Ancak traktörler sadece cebindeki kazancına ortak. Eğer zamanında bakımı yapılmaz ise mazotu konulmaz ise işe yaramaz. Hayvanlar ise önüne ne konulursa, onunla dayanabildiği kadar yaşamına devam eder, kanaatkardırlar, bulamadıklarında bir deri bir kemik kalıp güçten tükeninceye kadar sahiplerinin yanındadırlar. Gücünün yettiği kadar gayret eder. Eğer vicdanınız yoksa bazen nodullarla, kamçılarla, kırbaçlarla turbolayabilirsiniz de. Fakat traktör yakıtı bakımı yoksa orada kalır. İstediği kadar tekmelesin kırsın döksün sahibi bir işe yaramaz, ekstrası yoktur, vefasızdırlar.
Acaba öyle mi? dedi içindeki muhalif ses;
Bakımı zamanında yapılırsa, çürümeye yol açan çamurları temizlenirse, iş zamanı geldiğinde tıkır tıkır çalışmaya başlar. Makina, bakımla uzun süre arızasız çalışmasına devam eder. Eğer bakım olmazsa yine çalışmaya devam eder, ancak nerede ne zaman bir sürpriz çıkaracağı belli olmaz. Öğlenin sıcağında tarlanın ortasında birden küsüverir vefasız sahibine. 
... Ancak yine de her hangi bir yerde çürümüş, hurda haline gelmiş traktör görse, nedense içini  efkar kaplar. Eskimişliğine mi, ilgisizce bir kenarda bırakılışına mı bilinmez ama üzer; kırların sıcağında, soğuğunda çamurunda nice bir vakit destek verdiği insanoğlu işine yaramayınca - sadece atlara değil- makinalara da vefasızdır.
...
" Yeni bir çağdayız ovaları, hayvanları ve geçmişi bırak, bak gökyüzündeki uçaklara, androidli telefonundan şarkılar dinleyip filimler seyretmeye devam et." dedi kendi kendine.


Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...