20 Temmuz 2012 Cuma

Faik oğlu Kadir

Faik Abi ile oğlu  Kadir.  Bizden 5-6 yaş küçüktü Kadir, fakat sokakta oyunlarımıza katılmak isterdi. Biz de el ayağa dolanmasın diye istemezdik. Bir gün sokakta arkadaşlarla kovboyculuk oynarken Kadir yanımıza gelip oynamak istedi yine, ama Avanak Avni gibi daha konuşmasını bile beceremiyor, koşamıyordu. Yürümeyi  bile daha yeni öğrenmişti. Kovboy oynayanlara ise hızlı silah çekip hızlı kaçan yiğitler lazımdı. Ama babasının önünde ağlayıp sızlıyor, mimikleriyle ve ekşimiş suratıyla "Baba beni de oynatsınlar" demek istiyordu.
Sonunda Faik Abi dayanamadı ve "oğlumu da oynatın" dedi. İki kapı ötede olan bir kapı komşumuz olan Faik Abi'yi kıramazdım. İstemeyerek Kadir'in  eline kendi naylon tabancamı verdim. Kadir, yavaş yavaş oradan oraya koşturup degav degav diye bağırıp seviniyordu. Fakat çete arkadaşlarım  bana kızıyordu. "Haydi yenileceğiz  al silahını çabuk gel" diye sesleniyor, sitem ediyorlardı.
Ben nasıl hainlik yapıpda silah arkadaşlarımı yalnız bırakabilirdim.Oyun arkadaşlığının kitabına sığmazdı. Bir daha da oyunlarına beni almazlardı. İçimde köpüren sabırsızlık dalgalarını daha fazla bastıramadım ve... "Faik Abi arkadaşlar beni çağırıyorlar" deyip Kadir in elinden silahımı hızla kaptığım gibi öbür sokağa doğru zor durumdaki çete arkadaşlarıma  yardım için fırladım gittim. Kadir önce bakakaldı ardımdan ve sonra diğer sokaktan bile duyulacak bir feryatla ağlamaya tepinmeye başladı.

 Faik Abi'nin, ilk oğluydu Kadir, göz bebeğiydi. Ağlamasına dayanabilir miydi? Sokaktan bir kez daha koşarak  geçtik. Naylon tabancamı kastederek seslendi; "oğlum ver biraz daha oynasın Kadir"dedi.
Koca Faik Abi 3 kuruşluk naylon tabanca için yalvarıyordu bana . Ben de "oynadığımı oyundan sonra vereceğimi "söyledim. Öfkelendi. "Ben bilirim yapacağımı" diyerek. Dişlerini sıktı,kıpkırmızı yüzüyle ağlayan Kadir'ini kucağına alıp evlerine doğru yürüdü gitti.
Biz oyuna devam ediyorduk...
Dalıp gitmiştik savaşımızın içine...
Belli bir süre sonra Kadirin sesi soluğu kesildi.
Sokaktan son geçişimizde anladık neden sustuğunu. Bize elinde bulunan tabancayı nişan almış, tutuyordu.Ve bu silah hiçbirimizin elindeki, yakınlardaki diğer mahallelerde bize düşman olan çocukların ellerinde de olmayan kalitede inandırıcı bir silahtı. Durduk, silahı inceledik.
Ağırdı, demirdi. Gerçek tabancaydı, "altıpatlar çevirmeli" dedi bir oyun arkadaşı.

Faik Abi ise (çocuğunun sesini kesmesinden dolayı rahatlamış bir yüz ifadesiyle) biraz ileride kapılarının önündeki beton basamağa oturmuş sakin sakin bize bakıyordu. Faik Abi kızmış ve içerden kendi silahını getirip oğluna vermişti.

Gerçekten yapacağını bilmişti.

Şimdi böyle babalar var mı ? Ağladığında oğluna oyuncak tabanca yerine gerçek tabanca veren.
(İyi ki de yok) Soğukkanlı / mantıklı düşününce yanlış bir şey ama, son cümlede anlatmak istediğim oğlunun isteklerine verdiği önemdi. Bir de ağlayan çocuğun ebeveynde oluşturduğu stresin ne derece yüksek olduğunu anlamamıza yarıyor. Dünyanın en sıkıntılı sesi vıyak vıyak ağlayan çocuk sesi.

20 Temmuz 1974 Gözlemler


Sabah uyandığımda güneş bir hayli ilerlemişti.Evimizin mutfağının üstünde bulunan taraçadaydım. Biraz ötede gece işten gelmiş olan babam uyuyordu.Temmuz sıcakları bastığında Manisaya, şehirde yaşayanlar serin bir yer ararlar.Gece işten gelen babam da içerde uyuyamayınca taraçaya, benim yatağımın yanına bir şilte serip açık havada uyumuştu anlaşılan. Saat 07.20 şöyle bir gerinerek etrafa baktım.Annemin bulduğu ve babama zorla  açtırdığı envayi çeşit teneke kutulara dikilmiş çiçekler de beni selamlıyordu. Çevrede arı ve sinek vızıltılarına karışmış çiçek ve ot kokuları sıcağın yavaş yavaş artmasıyla yayılıyordu. Derin bir nefes çekip Sivrice tepesine doğru baktım. Yaylaya gidenlerin eşeklerine bağırışları, eşeklerin tıkırdayan ayak sesleri geliyordu kulaklarıma.  Çünkü biraz geç kalmışlardı. Sıcakta yokuş çıkmak meşakkatlidir.
Taraçanın güney kısmında küçük bahçemize dik açı ile inen tahta merdivenden aşağıya indim. Hol kapısı açıktı. Hol kapısının sağ üst kısmında iki demir raf üzerinde duran 6 büyük pilli Hislon radyomuzun düğmesini çevirdim .Önce bozuk düğmesinden dolayı cızırtılı bir ses, ardından Bülent Ecevit in sözleri duyuldu."Kıbrıs Barış Harekatı başlamıştır, askerimize karşılık verilmezse bizim askerlerimizde karşılık vermeyecek " anlamında sözlerdi aklımda kalan. Kıbrıs a askerimiz çıkmıştı. Haber bitmeden apar topar yukarıya babamın yanına koştum." Baba baba Kıbrıs ta savaş başlamış, asker çıkmış radyo söylüyor."
Babam hemen kalktı, bereberce  aşağıya radyonun altına indik.O da heyecenlandı. Haberler kısa sürmüştü. Hasan Mutlucan'dan kahramanlık türküleri çalmaya başladı radyo,on beş dakikada bir kısa haberler veriliyordu savaşla ilgili.

Kahvaltıdan sonra çıraklık yaptığım çarşıdaki ayakkabı imalat atölyesine gittim.(5 sınıfın yaz tatilindeydik. Ağustosta sünnet olacak; Eylülde Ramazan da ortaokula başlayacaktım. İşte o yaza ait bu anlattıklarım ) Giderken sokakta gördüğüm insanlarda heyecan vardı. Korku, tedirginlik, endişe ile karışık gergin bir gurur.

Şehirde önceki günlerde arasıra rastladığımız taşkınlıklara,kavgalara,nizalara,şen şakrak gürültülere rastlanmıyordu.Akgün mahallesi bile 20 Temmuzdan önceki gibi değildi.Savaşın bizlere  verdiği  düşünceli durgun,ağırbaşlı bir hal vardı genelin üzerinde.

Atölyede elimiz işte, kulağımız radyoda. Haberler başladığında hepimiz pür dikkat. Günaydın Gazetesi muhabiri Adem Yavuz un öldüğü haberi, Albay Karaosmanoğlu'nun şehit olduğu haberi, 54 şehidin olduğu haberi...

Beyaz filin önünden geçerken SSK giriş kapısı önündeki Hür ışık gazetesinin günlük nüshasını okurdum. Manisaspor ne yapmış? Siyah beyaz baskılı gazeteyi okumaya çalışırdım.

Savaş günlerinde Hür Işık tan başta gazeteler de asılmaya başlandı. Günaydın Gazetesinin öğleden sonra gelen 2.inci baskısını hatırlıyorum. Baskılar 4 sayfadan oluşuyordu. Gazeteyi daha iyi okuyabilmek için birbirimizi iterek öne geçmeye çalışırdık. Öndeki bazen yüksek sesle okur. Vay be. Helal olsun Askerlerimize. sözleri gelirdi önden arkadan.

Beyazfil önünde toplanıp sütundaki haberleri okuyan bizler çulsuzlar takımıydık. Cebimizdeki sınırlı parayı öğle yemeği mi? gazete mi? seçeneği içinden öğle yemeğini seçenler grubuyduk. Şehirdeki diğer insanların içinde bir bölümü ise beyazfil direğine tenezzül etmeyip, dükkanının önünde peykelere oturmuş bir yandan çayını yudumlayıp diğer yandan gazetesini okuyanlardı.
Bir kısmı da  küçük zillerle donatılmış at arabalarıyla sabah erkenden yola koyulmuş bağcılardı. Şehirde sabahın alacakaranlığında tak tak nal sesleri ve atların üzerinde bulunan zillerin çıngırdamaları duyulurdu. Ve kadınlar, kapı önlerinde dut ağaçlarının gölgesi altında  komşularla, ahretlikleriyle oturup dertleşen annelerimiz, ablalarımız, teyzelerimiz,yengelerimiz ne düşünüyordu ? Hatırlamıyorum.

Onlar ne düşünüyordu bilmiyorum.

Akşamları iş çıkışında sokakta arkadaşlarla ne konuşurduk Kıbrıs hakkında?.Tahminim heyecanla beşparmak dağlarını baş piskopos Makaryosu, Rumu,Yunanı, İngiliz gevurunu,askerimizin kahramanlıklarını, biz de orada olsaydık Girne de, Magosa da, Limasol da, Lefkoşa da düşmanı şöyle şöyle yapardık muhabbetlerini yapıyormuşuzdur.

Rahmetli muhtar Ali Evsek Amca geceleri evleri dolaşıyor, dışarıya ışık sızan evleri uyarıyordu. Evlerdeki lambaların etrafına sadece öne ışık verecek yanlara ışık vermeyecek şekilde mukavva huniler yapılmıştı. Dışarıya ışık sızmasın diye pencere ve kapılara örtüler gerilmişti. Araçların farlarına ince bir ışık sızacak şekilde mavi kağıt kapatılmıştı.

Müsait zamanlarımda Akmescit mahallesinin üstlerinde Sivrice tepesinin eteklerinde kuzu güdüyordum.  Nerede nasıl gördüm emin değilim ama;  Askerlerin dağda  uygun yerlere gizlendiklerini kampet, küçük çadır kurduklarını hayal meyal hatırlıyorum.

Sokak lambaları yakılmıyordu. Her yer zifiri karanlıktı. Manisa Yunanistan'a yakın olduğundan herhangi bir hava saldırısına karşı önlem olarak karartma tedbirleri alınmıştı.

Her yerde harp  konuşuluyordu.

Ben ise 11 yaşındaydım hayatla ilgili güzel hayallerim vardı.
Elimde babamın okulu bitirince bisiklet alacağım sözü yerine hediye ettiği Standart marka küçük bir radyo, kulağımda Hasan Mutlucan ın türküleri , gözlerim dünyayı seyrederken zihnim gerçeküstü hayallerde dolanıp duruyordum, bana bahşedilen hayatın, bana bahşedilen imkanları içinde...
Çok Şükür...



11 Temmuz 2012 Çarşamba

Sultan Yaylası

HEDEF

Bisikletle beraber gezdiğim arkadaşlarım 7-8 Temmuz haftasonu şehir dışına çıkacaklarını söylediler. Ben de tek başıma nasıl bir etkinlik düzenleyebilirim diye düşünürken Spil e doğru bisiklet sürmeyi, kendimi fazla zorlamamak şartıyla gidebildiğim yere kadar gitmeyi ve uygun gördüğüm yerde kahvaltı molası vermeyi planladım.

BAŞLANGIÇ

7 Temmuz Cumartesi sabahı erkenden uyandım kahvaltı ve bisiklet malzemelerini çantaya yerleştirdim.Saat 06.30 da evden çıktım. Kırmızı Köprüden İzmir caddesini geçip dereyi soluma alarak İvaz Paşa Camisine doğru ilerledim. Cami ile dere arasından yukarıya doğru devam ettim.Ağlayan Kayanın altındaki son köprüden sola , Spil yoluna girdim. Ağlayan Kaya rampası benim için testti. Eğer orayı durmadan ve fazla zorlanmadan çıkabilirsem diğer yokuşlar daha rahat çıkılabilirdi.

İLK TEST

Çok şükür ilk testi geçtim.Kendimi yokladım.Herhengibir sıkıntı yoktu.Kalp atışlarım biraz artmıştı ama çok yüksek değildi. (İsmail Bey Kardeşimin tavsiyeleri aklımdaydı.Kendini dinle,zorlama diye tavsiyesi vardı. Her bilenden birşeyler almalı insan.) Artık kendime biraz daha güvenebilirdim. Kendimi dinleye dinleye devam ettim.Sağda büyük bayrak direğini, solda Ulucamiyi ardımda bırakarak ve yeni uyanan Manisayı seyrede seyrede,kuş cıvıltıları arasında Tabane deresine vardım.
İşe giden birkaç Tabaneli ile selamlaştık.

MEVLEVİHANE KAVŞAĞI

Mevlevihane kavşağına geldiğimde önümde yürüyen iki dağ gezgini daha vardı.Yaklaştım, ama yetişemedim.         
Tanıdım. Manisa Pamuklu Mensucat Ambar bölümünden emekli Kazım Abi ve bir kişi vardı. Onların yoldan ayrılıp dağa doğru kısa yöneldiklerini farkedince  uzaktan selamlaştık ve konuştuk. Beni bisikletle görünce uzaktan seslenerek sordular.Yoldan gidebildiğim kadar gitmeyi deneyeceğimi söyledim. Kazım Abi uzun boylu ve pozitif, güleryüzlü,mert,dürüst bir insan.Zaten insanın ne olduğu ilk anda aşağı yukarı belli oluyor. Çocukluğu bu dağlarda geçmiş eski Tabanelilerden. Dağlarda yürüyüş yaptığım zamanlarda kendisini tanıdığıma memnunum. Sağolsun.

PEDAL BASMAYA DEVAM

Doğuya doğru düşük vitesle rampa çıkmaya devam ettim. Sonra güneye,sonra batıya,döne dolaşa ama her pedalda biraz daha yükseğe doğru...

Yukarıya doğru pedal bastıkça çıkarken bile zorlamadan devam edebilmenin bir yolunu,yöntemini buluyorsunuz desem biraz abartı olur mu? Biraz tempoyu düşürüyorsunuz kalp atışları normale yaklaşınca da tempoyu biraz arttırıyorsunuz.Eger şiştiyseniz uygun bir yerde biraz dinleniyorsunuz. Ben bunu kendime göre belirlediğim ara duraklarda biraz kültür fizik yaparak ya da çevreye bakarak yaptım.Güzergahı daha önceden bildiğim için çeşmebaşlarını, rampanın olmadığı veya çok az olduğu panoramik yerleri durak olarak seçmeye çalıştım.

İLK DURAK

Yukarılara doğru ilerlerken birinci durağım küçük seyir yeri idi.Yanında ağılların damların olduğu ilk keskin dönemeç.Koop.çu M.Pala tarafından yaptırıldığı söylenen metruk evden önceki dönemeç. Manisa yı seyrederken Kazım Abi ve arkadaşı aşağıdan göründüler.Bu defa daha uzun görüştük. Dağlarda bazı ağaçları aşıladıklarını,o ağaçlara bakmaya gittiklerini dolaşıp geleceklerini anlattılar. Arkadaşı ile aynı tişörtten giymişlerdi.Birbirleri ile dostluklarının  düzeyi,samiyetleri anlaşılıyordu. Ne güzel.

MAVİ KAPAK

Kazım Abilerle vedalaşıp  dağa doğru yolcu ettikten sonra çevreye şöyle bir göz gezdirdim.
Yerlerde gelişigüzel atılmış modern çağın tüketim ürünlerinin atıkları bulunuyordu.Şehre bakan değerli insanlar güzelliğe katkı olsun diye çevreyi çöplerle  düzenlemişti. Plastik şişeler,kola şişeleri,bira kutuları, bisküvi ambalajları,dürüm çiğ köfte malzemeleri. Bu arada çöp bidonu ya da çöpleri koyacak herhangi bir yer de yok etrafta...
Belediye, Orman Bakanlığı,İçişleri Bakanlığı (Jandarma) ,Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı v.s. Bir çok kuruluş var. Sorumlu kim,yetkili kim...Çöp atılmayacak,atan bedelini/cezasını karşılar,atılınca hangi kuruluş ne yapacak.Yasa ve yönetmelikte hepsi var.Ama yerlerde hâlâ çöpler var...
Ama yerlerde çöpler var. Çöpleri atanların hepsinde en azından İlkokul diploması var.Milli Eğitim Bakanlığımızın bireyleri çevre konusunda nekadar eğittiği de belli oluyordu.

Neyse biz de durumu lehe çevirmek üzere bir şeyler yaptık. Alt komşumuzun engelli oğlu mavi kapak istemişti.Yerlerde mavi kapaklar vardı.Ona vermek üzere topladım.Fakat geçen lüks araç sürücüleri bana baktıkları için biraz çekindim toplarken. Kültür fizik hareketleri yaparak ayaklarıma doğru eğildiğimde alıveriyordum anlaşılmadan kapakları. (Çekiniyorsan yaptığından burada neye yazıyorsun? Burada okuyacak olanlara niyetimi anlatabiliyorum.Araçla geçenler görüntüye göre değerlendiriyor da ondan efendim.)

CESARET VE STATEJİK DAVRANIŞ

Armutsuyuna kadar herhangibir köpekle karşılaşmadım. Armutsuyunda çeşmenin kenarında bulunan kirazlığın demir kapısına bağlanmış,daha sonra da bağlandığı yerden kurtulmuş (Çünkü zincirli tasma boynunda sallanarak geziniyordu.) bir siyah köpeğe  rastladım. Ben gelince havlayarak bahçeye doğru geri çekildi. Çekildiği yerin gerisinden daha güçlü bir havlama sesi gelince,bir köpeğin daha olduğunu anladım.Boz rengi dik tüylerinden tasmasını göremiyordum ama diğer köpek  daha sağlam bağlanmıştı.Yerinden ayrılamıyordu. Sadece gür sesiyle arkadaşına moral destek veriyordu. Uzaklardan sesi gitgide daha da yaklaşan üçüncü bir köpek havlaması da devreye girdi bu arada. Bahçede bulunan köpeklerin ikisi birden havlamaya ve bağlı olan iri cüsseli köpek azmanı zincirini gerdirmeye başlayınca oradan sessizce ama hızla  ayrıldım.(-Üç'e karşı birim-Küçük oğlumun tabletinde bulunan elime geçince kimseye vermeden devamlı oynadığım savaş stratejisi oyununda da ricat et çabuk kaç seçeneği vardı.Aklıma geldi hemen gereğini yaptım.)

ARMUTSUYUNUN FAYDALARI

Armutsuyunun ne kadar iyi bir su olduğu anlamıştım. İçtiğim Armutsuyu her nasılsa doping etkisi yapmıştı. Daha hızlı ve etkili bir sürüşle kaç rampa daha aştığımı şu an dahi hatırlamıyorum.
Bu performansta daha vahşi olduğu cüssesinin büyüklüğünden anlaşılan zincirini gerdiren boz tüylü çomarın etkisi olduğunu bazı kendini bilmezler düşünmüş olsalar da. Öyle değil...(Teessüf=Tatile giderken  köpek kovucusunu vermeyi unutan bisikletsever aziz dostuma da Selamlar gönderiyorum.)

(Fırsat buldukça devam edeceğim.)




10 Temmuz 2012 Salı

Birinci Yıl Daldan Dala

Geçen yıl 8 Temmuz gününün sanırım öğle sonrası idi.
Sıcağın getirdiği bir rehavet vardı üzerimde.
İş yerinde işlerin müsait bir anında aklıma blog yazmak geldi.Amatörce yazmaya başladık.Yazarken içimde yanlışlar yapacağım ve utanacağım hissine kapılarak bir sıkıntı oluştu.Sonra hatalı da olsa yazmak iyi olur diye düşünerek aklımdan geçenleri doldurmaya başladım bloğun satırlarına.
Eger bloğu doldurmasa idim aklımdan geçenler kaybolup gidecekti.
Şu anda en azından kendimdeki süreci takip edebiliyorum.İstesem silebilirim de.

Geçen yıldan bu yana hayatımda neler değişti.Dünyada neler değişti.Yaşadığım şehirde neler değişti,Ailemde neler değişti.Durup düşünmeli durum değerlendirmesi yapmalıyım.

Bir yaş daha ilerledim sona doğru.Çocuklarım bir üst sınıfa geçtiler,
İş yerinde aynı yer,aynı masadayım.Gelenleri daha rahat göremiyorum.Gelenlerde beni.Bu bana rahatlık getirdi.Arayan cep telefonu ile ulaşabiliyor.
Kilom aynı ama,göbeğimi bir türlü azaltamamanın sıkıntısı var.İştahım yerinde.(Az yemem gerektiği halde,doktor tavsiyesinin hilafına yiyoruz.iyi değil)
Bisikletimi değiştirdim.
Kooperatif bitti.Ama borç dengesini kuramadım.Borçluyum.Bu beni üzüyor ama gelecek aylarda rahata kavuşacağım ümidim devam ediyor.
Evde önceki yıla göre daha az bir hareket var.Çocuklar sosyalleştikçe evle ilgileri,irtibatları azalıyor.Ya da bizle birlikte olmaktan sıkıldıkları için böyle oluyor.
. . .
Masamın yanında radyom çalıyor.TRT Yurttan sesler korosundan  'Küstürdüm gönlümü güldüremedim.Baharım güz oldu yazım kış oldu' türküsünü söylüyor bir türkücü solo olarak.
Radyonun sesini biraz açtım. Kimse bir şey demiyor herkes kendi işinde,kendi ortamında. ( Erol Evgin in bir şarkısında geçen.'Herkes evinde kendi halinde dostlar oturmuş kır kahvesinde'  gibi) Ya hoşlarına gidiyor.Ya da saygılarından dolayı seslenmiyorlar bana.

Benim işim onların işinin son aşaması. Hemen yapsam da olur yapmasam da. Öylesine bir iş. Bu yaştan sonra öylesine işlerimiz olunca. Müzikle de oluyor müziksiz de. Halk ve sanat müziği eşlik edince daha iyi oluyor çalışma ortamı bence.Efkâr daha iyi dağıtılıyor mu acaba ?
. . .
6.Haziran 1980 Meslek Lisesininden mezun olduğumda hayata bakışım,ideallerim,isteklerim.Ve 32 yıl sonra geldiğim aşama.Ne bekliyordum,ne oldu.İçinde 32 yıl sonra bir burukluk mu var,bir kıvanç mı?  Bazı açılardan burukluklar var,aklına geldikçe yutkunmakta güçlüğe yol açan boğazına yumruk tıkayan burukluklar. Bazı açılardan da bir tebessüm doluyor dudaklarına.Sessiz bir gülümseme ile hatırlayıp bırakıyorsun anılarını olduğu yere ve bir ses şu ana getiriveriyor.
. . .

Her şeyiyle şükür halimize.Elimizde olan imkânlara,etrafımızdaki dostlara dostluklara, muhabbetlere, sağlığımıza,sevgimize,sevdiklerimize,sevenlere,işimize gücümüze...Olmayanların olmamasında vardır bir hayır.Olanların da öyle olmasında vardır bilmediğimiz bir hayır...şükür, çok şükür. . .



5 Temmuz 2012 Perşembe

Öylesine Bir Yazı

Hayatın sürdüğü anlar içinde kayda geçebilecek nice nice hatıralar oluşuyor.Fakat insanın içindeki o tembellik boşvermecilik zihninde biriktirdiklerini yazıya dökmekten alıkoyuyor.
Anamın deyimiyle üşengeçlik.Üşengecin oğlu da olmaz kızı da diye bir deyim var.Allaha şükür oğlumuz kızımız var öyleyse Annemin standartlarına göre üşengeç değiliz.

Başka bir sebebi olmalı,içimizden geçenlerin içimizde bizle beraber gizli kalmasını istemek mi ? Mahremiyet duygusu mu ?
Uğraşmak zor geldiği için mi?

Tüketim toplumunun birer ferdi olup sürüye karıştığımız için mi ? Her şey hazırlanıp öğütülmüş olarak önümüze konuyor. Bizler de hazır paketlenmiş mamasını yiyen evcil hayvanlar gibi önümüze sürülen, marketimizin kitap/gazete raflarında diğer tüketim malları gibi önümüzde elini uzat al mesafesinde bulunan eserleri alıp yatağımızda ya da yazlıkta şezlongda uzanırken okuyoruz. Çoğunluğu ekonomik kaygılar düşünülerek, genelin gönül zevklerine uygun derecede, gündeme uygun belirli konular zerkedilmiş eserler.(Tutulur mu.Tutulur.Satılır mı Satılır.Kazanılır mı Kaza-nılır.Kaç baskı yapar.En azıdan başabaş noktasını bulurmuyuz.Öyleyse basalım.)
Bu sorulara basım ekibi tarafından pozitif cevaplar bulunan yazarlara ait kitapları alıp okuyoruz.

Denebilir mi?

Ya da nasıl olursa olsun tüm eserler az yada çok belli emeğin alın terinin sonunda oluşuyor. Yayıncının da bazı kaygılar taşıyarak satılabilirliği düşünmesi gerekir.Tüketiciye ulaşacak kanal hangisi ise onu kullanabilir. Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler.İfadesi yerine ekmek bulamazlarssa kitap okusunlar. İfadesi mi?
En azından her şeyin tüketildiği bir toplumda Nirvananın kuşunu beslemek için kitapların ne şekilde olursa olsun okunması iyidir.  
 Denebilir mi?

Veyahut kamuoyunu belli bir pozisyona yönlendirmek için mi,bazı konulardaki kitapların bazı zamanlarda çoğalmasına sebep ?
Olabilir mi?
Hayatın girdaplarında farklı derinliklerde farklı deneyimler kazananların, hayatı daha sonra yaşayacaklara -aynı girdaplarda aynı sıkıntılara düşmemeleri için- deneyimlerini,düşüncelerini aktarma gayretidir belki de yazmak.
Öyle midir ?

Herşeyin pürüzsüz,mükemmel olmasını isteyenler iyice öğreneyim öyle yazarım.diye düşünebilirler. Fakat yarın var mı? Yarınlarımızdan hangimiz eminiz? Yazı kurallarından noktadan virgülden bazı kelime hatalarından çekinerek hiçbirşey yapmadan beklemek mi? Yada yapabildiği kadar yapılması gerekenleri  gücü yettiğince yapabilmek mi?
Bu sadece yazmak için değil.

Hangi konuda olursa olsun, yapılması gerekenleri farkettiysek basitte olsa daha iyisi yapılıncaya kadar eksik kapansın diye yapıvermek.  
(Örnek:Setlerini zorlayan bir selin önünde sette oluşan bir küçük çatlak/delik hızla büyür ve tüm setin yıkılmasına yol açar.Küçük çatlağın büyümeden hemen kapatılması gerekir.)

Rahmetli Cengiz Aytmatovla yapılan bir söyleşiyi hatırladım.Yıllar önce ünlü bir Alman yazarla sohbet esnasında Alman yazarın bir önerisi olduğunu anlatıyordu.
Her zaman yanında bir ses kayıt cihazı bulundurmasını ve aklına gelenleri cihaza anında kaydetmesini önermiş.
"Öneriyi uyguladım ve çok verimli oldu".diyordu.

Ne dersiniz?

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Bisikletle Yapılan Bir Dağ Gezisi.

Değerli yol Arkadaşım ile cumartesinden telefonla anlaştık.01 Temmuz Pazar saat 07 de Bozköy Mahallesinde Vestel İlköğretim Okulunun altındaki parkta buluştuk.
Hedef kent ormanı içinden geçerek Şehzade Mehmet Lisesinin üst kısmından Süreyya Orman Parkına doğru yönelerek yeni gezi yolları keşfetmekti.
Bozköy içinden kent ormanının başlangıcına kadar yokuşlarda bir hayli zorlandık. Daha sonra hafif bir rampa vardı önümüzde,aşacağımız parkurun sonuna dek.
Bildiğimiz yerlerde ilerlerken eski iş arkadaşlarımızdan/abilerimizden ( yıllardır neşesini hiç kaybetmeyen kent ormanının yeni kralını) Abdullah Beyi gördük. Elinde her zamanki özel asasıyla yollardaydı. Biraz konuştuk, vedalaştık.
Ardından yola devam ettik.
Yol ayrımına geldiğimizde üst  yol mu?Alt yol mu tereddütü ile daha kolay olur diyerek alt yolu seçtik.

Keşke seçmez olaydık!
Yaklaşık 3 gün geçtiği halde,hâlâ geçtiğimiz güzergâhtaki güzelliklerin etkisindeyim.
Karşı köylere,İzmir yoluna,Spilos otele,Orman İşletme deposuna,Süreyya Parkına özellikle Spil dağının kuzay batı yakasının bitki örtüsüne, sabah güneşinin ilk ışıklarıyla   doğanın / ormanın renk harmonisine ilk defa bu açıdan şahit olduk.

Girdiğimiz yol çok az işleyen bir yol olsa da sonunda bir işleyen yola çıkacaktı.Çıktı da.Taşların daha az olduğu,tekerlek izlerinin daha da arttığı yolları izleyerek,(dere kenarlarında fotoğraf molaları vermeyi unutmayarak)  sonunda anayola Manisa İzmir asfaltına  ulaştık...

Teşekkürler herkesin derin uykularında olduğu o sabahın köründe kalkarak,beni kırmayıp birlikle bu zahmetlere katlanan değerli arkadaşıma.

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...