20 Kasım 2012 Salı

20.Kasım 2012 Sıradan bir Sabah

Sabah küçük oğlumun yorganımın üstünde bana yaptığı oyunların sarsıntılarıyla uyandım. Annesi babanı kaldır yardım etsin demiş. O da beni ya ayak altımı gıdıklayarak ya da üzerime atılarak, yorganı asılarak kaldırmaya uğraşıyor. Sonunda başardı. Kalktım. Saate baktım, daha yedi idi. Sofra hazırdı. Sağolsun hanım düzenlemiş. Ocakta çay kaynıyordu.
Kız okula geç gideceği için hala uyuyordu. Belki de uyuyor numarası yapıyordu. Dinleniyordu. Uyanırsa annesi destek isteyeceği için en iyisi yatmak diye düşünmüş de olabilirdi.
Büyük oğlan dün akşam okuldan gelir gelmez yemeği yemiş ve uzanıvermişti, biraz sonra kalkmak üzere. Gece 12 sıraları bir ara telefon sesine uyandı. Ardından tekrar uykuya daldı.
Hanımefendi ise belinde oluşan disk kaymasına önlem olarak beline sarmak üzere uzun bir çarşaf bulmuş beline sarılmasını istiyordu. Sarıverdim. İnşallah yararı olur.
Bu arada küçük oğlum para istedi. Boyoz alacakmış. Bugünlerde boyoz merakı başladı. Her sabah iki boyoz alıyor. Okulda yiyor.
Hanımefendinin hazırladığı çorbayı birlikte içtik. İçine nane, kekik, acı biber katınca daha da lezzetli oluyor.
Ardından iki bardak çay içtikten sonra işe gitmek üzere  evden ayrıldım. Saat 07:33

13 Kasım 2012 Salı

08 Kasım 2012

Kasım ayına geldik. Bir kısır döngü halinde her yıl aynı takvim yapraklarını -sadece yıl hanesi değişmiş olsa da-çevirip duruyoruz sanki. Fakat eğer aynanın yanına koymuşsanız takvimi, her yeni gün yeni başlayan eskilikleri gösteriyor bize aynalar. Yeni başlayan eskilikler mi desem, eskimekte olduğumun belirtileri mi. Cahit Sıtkı Tarancı en güzelini söylemiş... Bu konuda başka sözler gereksiz kalıyor.
Havalar -önceki Kasım ayında olduğu gibi-gitgide soğuyor. Hırkalar kazaklar kışlıklar çıkarıldı bile geçen baharda yerleştirildiği yerlerden. Yerlerine yazlıklar. Büyük oğlum bile 17-18 yaş dumanları arasında farketti havanın soğumakta olduğunu ve geçen gün ilk defa kolsuz atletini giydi içine. Bu durumda benim de yün süeterimi giyme zamanım gelmiştir demektir. Küçük oğlumla eşyaları karıştırırken abisinin eşyaları çıktı önümüze. Abisi dünyanın en meşgul ergeni olduğundan kullanmadığı giysilerinin bazılarının kendisine küçüldüğü kardeşine denk geldiğinin de farkında değil. Gel oğlum dedim dene şu elbiseleri. İstemeyerek sırayla denemeye başladı. Üzerine denk gelenleri ayırdık. Kendisine küçük gelenleri amcaoğluna daha da küçük olanlarını da küçük panter halaoğluna vermek üzere .

8 Kasım 2012 Perşembe

Geç Okunan Ezan



(1977-1980 senelerindeki Ramazanlarda Manisa da Hacıyahya Camisi etrafında geçirdiğim günlerin birinde aklıma iftarı camide cemaatle açmak geldi. Bazı iftarları camide açmak nasip oldu.)

On bir ayın sultanı o mübarek günlerde iftar saatinin din görevlileri için özel bir önemi vardır. Müezzin, ezan saatinden evvel minareye çıkar ve iftar saatinin dolmasını, topun atılmasını bekler, vakit geldiğinde aceleyle akşam ezanını okuyup minareden hızla inerek kamet getirir ve  imamın cemaaatle namaza başlamasını sağlardı. Müezzin olmazsa imamın arkasında bulunan cemaatten birisi de okuyabilirdi. Hatta imam olmasa bile cemaatten bilen biri namazı kıldırıverirdi. Her şeyin bir kolayı (b) planı vardı.

Bu güzel ve özel günlerde Hacıyahya Camisinin diğer ismiyle İki Lüleli camisinin yakınlarında oturan Mutlu, Topçu Asım ve Lalapaşa Mahallesi sakinleri ise bu caminin akşam ezanını beklemezdi.

Diğer camiler okuyup bitirdikten sonra tek bir ezan sesi duyulurdu. O da bizim caminin  müezzinin aceleyle  okuduğu ezanıydı. Çünkü  müezzin genç ve hareketli bir gençti. Deli fişek akşama kadar son model honda motorsikletiyle işlerinin peşinde dolaştığından mıdır bilinmez, iftar vaktine doğru pili biterdi. Zaten zayıf olan bünyesi dayanamazdı.
Yarı baygın zor ulaştığı iftar vaktinde diğer camilerin  müezzinleri gibi, eline bir parça oruç bozacak yiyecekle yavaşça minareye çıkacak kadar tedbirli değildi, orucunu açıp biraz atıştırmadan, minareye çıkamazdı.

 Her iftarda mı böyle olurdu, yoksa benim bulunduğum günlere mi denk gelmişti?

İftarı beklemekte olan ihtiyar çoğunluklu oruçlu cemaat tarafından, caminin bahçesinde uygun bir zemine ikindiden sonra ıslatılıp hala nemini koruyan  hasırlar serilirdi. Vakit iyice yaklaştığında beraberce bağdaş kurarak sıkışırdık sofra etrafına. Hasırlara yayılan  eski gazeteler üstüne  fırından yeni çıkmış dumanı üstünde mis gibi kokan bir kaç pide hızla bölünürdü. Top patladığında ve ezanlar başladığında evlerden getirilen birkaç parça yiyecek, zeytin ve hurmadan oluşan bu basit sofrada besmele ile hızla atıştırılmaya başlanırdı. Temmuzun tüm sıcaklığını akşama kadar yaşayan susuz ve yanık vücutlarımız yemekten çok suyu özlerdi. İki lüleli Camisine Sivrice Tepesi eteklerinden eski sırlı künklerin içinden geçerek gelen serin suyu kana kana içerdik.

Caminin imamı  ya da müezzini hızla orucunu bozarken, sofradaki ihtiyarlar müezzine seslenirlerdi. -"Hadi oğlum ezanı oku". Müezzin halsizliğinden bu uyarıları fazla dikkate almadan birkaç lokma daha yemek çabasında. Bir başka ihtiyar -"düzen bozuluyor. Böyle mi olurdu eskiden" diyerek tekrar müezzine sinirli sinirli seslenir, birkaç kişi daha kızınca müezzin minareye doğru seyirtmeden önce, sofradan eline bir parça daha pide alıp fırlayıverirdi.  Müezzin minareden indiğinde biz de caminin içinde cemaatle namaza hazır olurduk. Namaz hızla kılınır ve yemeğin kalan kısmına devam etmek üzere ya dışarıdaki hasır üstünde bekleyen sofraya, ya da eve doğru  yollanırdık.

Akşamın alaca karanlığının sokaklara çöktüğü o saatlerde camiden çıkıp İzmir Caddesinin üst kaldırımından batıya doğru yürürdüm. Koca cadde sessiz olurdu. Geçtiğim diğer sokaklarda ıssızlaşırdı sanki. (Herkes evinde kendi halinde şarkısındaki gibi )
İftar sofralarına oturmuş aile üyelerinin kaşık çatal tıkırtıları ve "oğlum suyu dolduruver, anne pideyi uzatırmısın" sözleri dışarıya duyulurdu. El ayak çekilen, kimsenin bulunmadığı sokaklardan ilerleyerek eve gelirdim.

Yer sofrasında yemeğe kaşık sallayan Babam, Annem ve kardeşlerim kapıdan girerken hep birlikte bana doğru bakarlardı. Elimi yıkar, iftarın kalanını tamamlamak üzere selam verip sofraya çöküverirdim.

Şimdi düşünüyorum da camide oruç bozduğumuzda yediğimiz sıcak pidenin ve zeytinin tuzlu tadı ve kokusu özlemle karışık olarak hala gönlümün bir köşesinde bulunan hatıralar yumağının içinde özel bir yerde.

Allaha şükür nice pideler, zeytinler, farklı yemekler yedik  ama o tad hala aklımda!
Sebebi nedir?
Uzak bir hatıra olduğundan mı?
Hatıralar eskidikçe daha mı önem kazanıyor?
Ya da açlıktan ve susuzluktan bize çok lezzetli mi gelmişti?

Bilmiyorum...

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...