İçeriye girer girmez akşamdan kalan ter kokusunun havaya sindiğini anladı. Hemen kuzeye ve doğuya bakan ahşap pencereleri açtı. Oda kapısı açık olduğundan hava yavaş yavaş değişmeye başladı. Masasına oturmadan radyoyu gördü. Tuşuna bastığında Karacaoğlan'dan "Ela gözlüm ben bu elden gidersem" türküsünün tınıları başlamıştı.
Daha sonra Erzurumlu Hanımefendi girdi odaya. Adından Saruhanlı Bahadır Köyünde yetişen diğer genç pehlivan selam vererek geldi.
Birkaç dakika önce sessiz olan odaya karşılıklı sohbet, bir neşe bir canlılık getirdi. Radyo çalsa da eski önemini yitirmişti. "Sabah sabah bu kadar konuyu bu kadar muhabbeti nereden buluyorlar bu gençler" diye düşündü. Kendisine sorsalar elinde sıcak orta demli bir çayı höpürdeterek sessiz bir köşede TRT Türkü dinlemek isterdi.
Ama hayatın kenara çekilmesini engelleyen mecburiyetleri onun bu hayalini ileri zamanlara iteliyordu.
Gürültü her tarafta gitgide artıyordu. En son koroya kağıt kırpma makinesinin motorlu bıçaklarının gürültüsü eklendi.
Saat dokuza doğru ilerlerken 110 yıllık şehrin en eski resmi binasının doğu kısmında bulunan bölümlerinde gün böyle başlıyordu.