8 Kasım 2023 Çarşamba

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı.

Gençlik yıllarından beri içinde yaşayan yazma tutkusunu sonunda basılı kağıtlarla yayınlama, okuma heveslilerine içindekileri paylaşabilme  fırsatını bulmasının verdiği bir doygunluk, memnuniyet hissini de her karşılaşmasında hissediyordu. Buna belki de bir açıdan muradına ermek de denebilirdi.

Tahminince fazla bir iddiası da yoktu. Sadece  insanlar ve memleketine karşı içinden geçen iyi düşünceleri duyguları  -kimseyi rencide etmeden- anlatabilmek de amaçlarından birisi miydi?

Kitaplarında, günlük yazılarında, konuşmalarında, konferanslarında, sohbetlerinde yaptığı sadece buydu. Bulunduğu ortama pozitif bir katkısı olduğu, iyimserlik kokusu diye bir koku varsa o kokuyu dağıtan ender insanlardan olduğunu söylenmesinde bir sakınca yoktu. 

Öyleydi işte.

Kendi kabuğu içinden, günün kendince uygun gördüğü bir vaktinde çıkar, yine kendi kabuğu içinde olduğunu belli edecek bir sükunet içinde yürüdüğü güzergah boyunca tanıdık tanımadık tüm yaratılmışlara iyi niyetini belli edecek bir mütebessimlikle hafif adımlara önüne bakarak yürür giderdi. 

Kendi yalnızlığıyla barışıktı. Belki de yalnızlığı kalabalıklar  arasında iken oluşan gereksiz meşguliyetler nedeniyle yapmaya fırsat bulamadıklarını yapmasını sağlayan bir imkan sunuyordu.

Dostlarına karşı bir sadakatı -bitmeyen eksilmeyen bir sadakatı- vardı. 

Her nerden aklına geldi ise/esti ise, hayatın bitmeyen keşmekeşi içinde uzun zamanlar boyunca sık görüşemediği arkadaşı ile ilgili içinde geçenleri ve  kişisel gözlemlerini bu satırlarla ifade etmek istemişti.

Allah uzun verimli ömürler versin.

18 Eylül 2023 Pazartesi

Alışmak

İşyerinin kapısından içeriye girdiğinde onu dalgın dalgın meydan tarafındaki pencereden dışarıya bakarken buldu. Selam verdi. Abisi verdiği selamı "usulen"  aldı. Ama bir önceki günün canlılığı yoktu.

"Yine bir şeyler olmuş. Biraz sonra dertleşmeye başlayınca açılır anlatır nasıl olsa" diyerek önceki akşamdan beri  durgunlaşan havadan masasına indiğini hissettiği tozları sildi.

Ardından önce bilgisayarını sonra bilgisayardan internet radyoyu açtı. TRT Türküyü. Mesai saatlerinin başlangıcında, onu, yani Abisini biraz rahatlatacak, içinde yüzdüğü kasvetten sıyıracak tek şey türkülerdi. Masasının sağ yanındaki masada oturan Abisine belli etmeden göz attı. Evet ilk türkünün ardından yüzünün biraz açıldığını fark etti. "Şu ihtiyarların bu türkülerle nasıl bir ruh bağlantısı var, türkülerle seviniyor, türkülerle üzülüyorlar" diye bir düşünce geçti kafasından. Ama gitgide kendisinin de Abisiyle benzeşmeye başladığını, hafta sonları evde çocuklarla otururken türkü dinlemeye başladığını hatırladı. 

Sabah güneşinin de öğle güneşinin de eski etkisinin kalmadığı, güneşin ısıdan çok sadece aydınlatma işlevi görmeye başladığı sonbahar mevsiminde olduklarından, havadaki serinliğin dinginliğe sakinliğe huzura yol açtığını bilenlerdendi. O sebeple alışageldiği gibi devam etti gün içindeki eylemlerine...(19.09.2023/09.22)


15 Haziran 2023 Perşembe

Huri Gelin Gökmaviye giden (04.02.2020 )


Sanayileşmenin memleketin bereketli ovalarını fazla etkilemediği eski zamanlarda Manisa Gediz Ovasında Mayıs sıcakları ile bağlarda çekirdeksiz üzümler yavaş yavaş büyür gelişirdi. Bağ sahipleri üzümün daha bol bereketli olması için emek verirken, hanımları da onlarla beraber bağa giderler, ama başka işlerle uğraşırlardı. Yaprak toplama.
Hanımın yakın arkadaşları, ahbap ve yarenleri veya komşuları tarafından bu yaprakların en ince ve geniş olanları, ilaçlar atılmadan evvel toplanır, haşlanarak taze taze pişirilir, fazla topladıkları ise kışın pişirmek üzere salamura yapılırdı.
İlk yapraklardan sarılarak taze pişirilmiş sarmanın lezzeti ancak tadabilme şansına sahip olanlar tarafından bilinir.
Özelleştirmenin bilinmediği o günlerde devletin tasarrufu altında işletilen Sümerbank Manisa Pamuklu Mensucat Fabrikası iplik kısmında yıllardır vardiyalı işçi olarak çalışan ve yeni emekli olan İğneci Fatmanım'ın evine önce elinde -kapağı tıngırdayıp duran- bakır bir tencereyle Bozköylü Emine geldi. Ardından evin mavi kapısı yine gürültüyle açılıp, gürültüyle kapandı.
"Emine, bak Ayşe de geliyor sallana sallana" dedi Fatmanım,-"Pazardan yeni aldığı terlikleri de giymiş"

Bahçeye öğle sonrasının gölgesi düşmüştü. Güneşe siper olan asma yapraklarının gölgesi sebebiyle bahçe içeriye göre daha serindi.
Yere bir kilim serdiler, altlığı koyup üzerine sofra bezini yaydılar ve bakır siniyi üzerine yerleştirdiler. Bozköylü Emine evden getirdiği sarma içi ile dolu olan tencereyi sininin ortasına yerleştirdi. Başka bir kaba koydukları haşlanmış, sertliği giderilmiş asma yapraklarını getirdiler. Sininin üzerindeki iç tenceresini biraz kenara ittirip yaprak sahanını yerleştirdiler. İncecik, güneşe doğru tutulunca açık yeşil bir renge bürünen yapraklardı.
Bu arada sokak kapısından gürültüler geldi. Menteşeleri eğrildiği için alt kısmı eşiğe sürten, bu sebeple zorlanarak açılan kapıdan içeri giren Remziye Hanımın elinde ise hala dumanı tüten, soğumasın diye üzeri örtülü çaydanlık vardı.
Yaprak sarmacılar dörtlüsü tamamlanmıştı. Önce içeriden dört tane minder getirdiler.
"İyi oldu, Allah razı olsun Fatmanım kilime oturmayalım beton çeker" dedi Remziye Hanım oflayarak, “Zaten romatizmalarımla uğraşıp duruyorum."
Bozköylü Emine Fatmanın’a hitaben ; "Senelerce sıcak demedin soğuk demedin gidip geldin fabrikaya, çok şükür emekli oldun da rahat rahat dertleşip söyleşebileceğiz" dedi.
Derin bir iç geçirmesiyle Fatmanım ; "Eh! Siz olmasanız dört çocuğu evde bırakıp gece on birlerde şehrin ta alt ucundaki fabrikada vardiyaya gitmek kolay mı? " diyerek cevapladı.
İşe başladılar. Haşlanmış yaprakları açarak sol parmak uçlarının arasına  yerleştiriyor, bir kaşıkla diğer tencereden içi alıp yaprağın içine döküyor ve ustalıkla yaprağı sarıyorlardı. Erkeklerin tütün tabakasından aldıkları  tütünü sigara kâğıdına sarmasına benziyordu. Her birinin farklı bir stili vardı. Kimi ince ve sıkı, kimi kalın, bol içli sarıyordu. Ve sardıkları yaprakları bağdaş kurdukları dizlerinin arasına yerleştirdikleri  küçük tencerelere sıralıyorlardı.
Her birinin önündeki tencerelerin içindeki sarmalara bakarak, sıralamanın biçiminden saranın yapısı karakteri anlaşılabilirdi. Gelişigüzel sıralayanın aceleci ve savruk, sicim gibi sarıp, baklava gibi sıralayanın ise titiz ve intizamlı bir karakterde olduğunu dikkatli bir gözlemci sezebilirdi. Bu durum tütün dizenler için de geçerli olabilir.
Tencereler yavaş yavaş dolmaya başlamıştı.
Çevreye yayılan sıcak ve koku davetsiz misafirleri de çağırıyordu. Sayısı artan sinekleri kovalamak için yanlarında bulunan bezi sininin üzerine doğru ara sıra sallıyorlardı.
Serçe, kırlangıç, kumru sesleri ve sinek vızıltıları arasında, kendi dünyalarında kişisel hülyalarına dalıp sessizce yaprak sarmaya devam ederlerken, biraz ötelerinde bulunan  mavi demir kapı gıcırtıyla tıngırtıyla yine açıldı. Kapıya baktılar ve yüzlerinde bir gülümseme belirdi.
Acıma, şefkat ve iyimserliğin harman olduğu bir gülümseme... Gelen İğneci Fatma Hanımın Muş'tan göçen yeni kiracısı Halis 'in karısıydı. Kadın ince zayıf bir yapıdaydı. Yaşı da belli ki onlara göre çok daha gençti. Hatta çocukları yaşındaydı. Yanlarına gelerek bir şeyler söyledi kısık kısık. Oturdu. İhtiyarlar da bir şeyler söylediler. Konuşmaya anlaşmaya uğraştılar,
İsmini sordular zar zor. Gelin "Mori" dedi. İhtiyarlar tekrar sordular. Gelin boynunda sıralanmış boncuklarını göstererek tekrar "Mori" dedi.  Ama "Mori" Remziye Hanımın İşkodra'dan Manisa'ya Balkan Harbi zamanında göçen annesinden babasından  duyduğu kadar sanki evsaybine (sahibine) sesleniyordu. “Fatmanım seni söylüyor" dedi. Sonra mori ile huri arasında huri de karar kıldılar. Gülümsedi gelinin hoşuna gitmişti. "Huri" yi o da biliyordu. "Huri Gelin’e de yaprak sarmayı öğretmeye çalıştılar.
Ama bir tutukluk vardı yeni gelende. Gurbetin, yalnızlığın, yurdundan yuvasından uzaklaşan kuşların tedirginliği gibi bir tedirginlik. Bakıyor, dinliyor, acemiliğinin verdiği güvensizlikle titreyen elleriyle onların gösterdiği gibi sarmaya çalışsa da, işi bilen ihtiyarlar ise şöyle tut kızım böyle tut kızım dese de, o anladığı değil gözlemlediği kadarıyla sarmaya çalışıyordu.

Ev sahibi Fatmanım ise gülümseyen yüzünün mimiklerinde kısa bir an görünüp kaybolan hüzün ile acaba memleketi olan Balıkesir Savaştepe Köy Enstitüsünde okurken tanışıp evlendiği, mezun olunca öğretmen olarak doğup büyüdüğü yerdeki okuluna tayini çıkan ve genç yaşta rahmetli olan ilk eşiyle Kütahya’nın Gediz köylerinde geçen günlerini mi hatırlıyordu.
"Hay Allah! Çayı unuttuk. Demlenmiştir artık. Çaylarımızı soğutmadan içelim bari" dedi. Bozköylü Emine. Fatmanım bardakları almaya gitti, yardımcı olmak için kiracısı da ardından seyirtti mutfağa doğru. Biraz sonra Huri Gelin çay tepsisiyle yanlarına geldi ve çayları dağıttı.
Çayları içerken oturdukları hayatın batı duvarı arkasında bulunan evinden gelen bir  ağlama sesi üzerine gelin, pitik pitik diyerek hemen kalktı, gülümsedi. Ancak giderken Fatmanım elinde son sardığı sarmayı tenceresine koymadan uzattı Huri geline;
 "Yavrum pişince veririm ama şimdilik şunu  pişmemiş de olsa bir tane al da tadıver, canın çekmesin" dedi.
Gelin sözleri tam anlamasa da uzatılan sarmayı aldı. Çünkü nice korku, tedirginlik, tereddüt içinde bilmediği bir kentte karşılaştığı bu güngörmüş insanların samimiyeti içini ferahlatmıştı. Almazsa olmazdı, daha ilk günden üzmüş olurdu belki de. İsteksizce aldı. İhtiyarlar isteksizliğini utangaçlığına yormuşlardı. Sokak kapısına doğru hızla yürüdü.
Kapıya doğru yürürken parmaklarının ucuyla tuttuğu  sarmadan azıcık ısırdı. İlk defa tattığı çiğ sarmanın garip lezzeti nedeniyle boğazı, gırtlağı gerilmiş, yüzü buruşmuştu. Suratında hiç bilmediği ekşi kekremsi bir tadın memnuniyetsizliği vardı. Kapıya yaklaştığında arkasına öylesine baktı. Kadınlar kendi telaşlarındaydı.
Onlar fark etmeden sokak kapısının sağ tarafında bulunan zeytin ağacına doğru fırlatıverdi elindekini.
...
O ise 9 yaşlarındaydı. Fatmanım'ın oğlu arkadaşı Muzafferle avlularında kapı yanında bulunan zeytin ağacının üstünde kuş avlıyordu. Ağlayan bebeğin sesi dikkatini çekmiş aşağıya bakıyordu.
Zeytin ağacının altından hızla geçen kadının sağ elindeki sarmayı fırlatışını  -gayri ihtiyari- görmüştü.
(Bu hatıranın yaklaşık kırk beş yıl sonra Gökmaviye konu olacağını nereden bilecekti.) ( Düzeltme trh. 04.02.2020)





İlkbahar (24.3.2021)

Mart ayının ilk günlerindeyiz. Artık kış mevsimi geride kaldı. Bu günlerde fırtınalar,  kar yağışları, kara bulutlar  olsa da ilkbaharın gelişi kesinleşti. 

Günlerin uzaması, güneşin sıcaklığının daha  çok hissedilmesi, doğanın yeniden canlanması insanın içini hoşnut ediyor. 

Gelecek günlerin ilkbaharın coşkusu gibi sevinçli neşeli mutlu olaylarla dolmasını istiyor. 

İnşallah öyle olur.

İnsanın yüzündeki gülümseme ile ilkbahar güneşinin  aydınlık, ısıtan  havası arasında bir bağlantı var.  Sanki  mevsimlerin en gülümseyeni ilkbahar.  

O nedenle İlkbahar gülüşlü olmak isterim. (24.03.2021)


Bitpazarı hakkında (01.04.2021)

     Günlerden perşembe idi. Perşembe, bit pazarında eski eşya satıcılarının ve alıcılarının arayıcılarının buluştuğu eşyalarını sergileyenlerin yoğunlaştığı bir gündür. Tarihini bilmediği eski zamanlardan beri uzun yıllardır bu toplanma devam eder. İzmir'den ve ilçelerden alıcılar ve satıcılar o gün eski şehir garajının kuzey ve doğusuna yayılmış sokak aralarında yayılmış sergilerde buluşurlar. 

    Eski eşyalara yeni isimler de verilmiştir. Bazısı spot ürün der, kimi ikinci el, kimi de eski eşya, kullanılmış eşya der. Sonuçta ambalajı açılmış bir ürün el değmemiş olsa bile artık ikinci eldir. Kullanılmamış olması o eşyanın bit pazarındaki değerini biraz arttırır. Ancak  malı alacak kişi satanın satma isteğinin veya mecburiyetinin farkına varırsa fiyatı o oranda düşürür. Pazarlık, alıcının alma isteğine satıcının satma isteğine razı olduğu uygun rakama geldiğinde satış gerçekleşir. Psikolojik bir yönü olduğu kadar alıcının vicdanıyla da ilgilidir. Kendi aralarında bir malın ikinci el piyasa değerinin çok altında bir bedele satıcıyı ikna etmeye baskılamaya çalışana da ölücü derler. malı satacak kişi ürünün piyasa değerinin altına,  ya paraya çok ihtiyacı olduğundan ya da her hangi bir emek vermeden aldığı (hırsızlık ve ya miras) için satar. 

   Hırsızlık malı ürünler de gelebilir. Alıcı fiyatın değerini çok altında olmasından ve satıcının davranışlarından şüphelenebilir ve satıcı ne kadar düşürürse düşürsün o malı almaz. Belki alanlar da vardır. Zaten bu işi yapan dışlanmayı göze alacak kadar hırslı kişilik yapısındadır.  Ama bu tür malları satmak üzere alıp satanlar her ne kadar yüzlerine bir şey denmese de bilinir ve onlarla ilişkiler alt düzeyde sürdürülür. Dışlanırlar. Her piyasanın kendi içinde yazılı olmayan kaideleri vardır.    

    Yüksek okulların açıldığı, memur tayinlerinin çok olduğu Ağustos Eylül aylarında ve fabrikaların iş genişletip işçi aldığı değişik zamanlarda alıcılar artar. Yaz başlangıcında okullar tatile girdiğinde, ekonomi krize girdiğinde ise eski eşya satan işyerlerine eşyaları satmak isteyen satıcılar artar. 

    O gün de bitpazarında mutad gezisini yapmış dinlenmek için uygun bir yer arıyordu.(01.04.2021)


Yeni bir başlangıç (22.02.2023)

 22.02.2023/ Nice zamandır sayfaya yazmak istediği halde yazamıyordu. Bu sabah yazacağım diye söz verdi kendine.  Ama akşam olduğu halde bir türlü aklına gelip de yazamadığını akşam iş çıkışına birkaç dakika kalınca  fark etti ve sözünü yerine getirmek adına bu satırları karaladı. Çok şükür. Devamının geleceği kanaatiyle  klavyeyi bıraktı. 17.30

Hareket (09.06.2023)

Gece uykuya dalmadan önce aklına gelenlerin hiçbirini hatırlamıyordu. Sadece uykudan önce yarın sabah ne yazmalıyım kısmı hatırındaydı. Her gün bir önceki günün benzeri bir işlem sırasıyla güne başlamasının getirdiği bir otomatikleşmenin düşüncelerini tembelleştirmesi miydi? Otomatikleşince düşünmeye gerek yoktu. Sanki bisiklet biner gibi ilerliyordu gün içindeki faaliyetleri, akıyordu. Saatler geçiyordu ve akşam oluyordu. Mesai çıkışında  işyeri duvarındaki borulara bağladığı eski bisikletine biniyor yine bisiklete biner gibi otomatik eylemlerle evine gidiyordu. 

Eve geldiğinde hanımefendinin bugün neler yaptın sorularına bazı cevaplar veriyor, otomatik olarak televizyonu açıyor ve bir önceki akşam izlediği belgesel programını buluyor, Yarı uykulu halde belgeseli izlerken eşi bir bardak çay ikram ediyor. Hanımefendi sorgulayan gözlerle onu seyrediyor. Soruları var ama beyinin yüzündeki bezginlikten tedirgin olduğu için yutkunup soramıyor. Zaten sorsa da çok yorgun olduğunu bu konuyu daha sonra  sakin yorgun olmadığı bir zamanda konuşalım diyeceğini biliyor. Ve yine biliyor ki beyinin o sakin yorgun olmadığı gelecek zamanı bir türlü gelmeyecek. Beyi sorulardan ve sorunlardan kaçış için çözüm gayretini belirsiz bir geleceğe havale ediyor. Beyi  kendisine, kendi emeğine ve gayretine güveni kalmamış gibi zamandan medet umuyor. Hanımefendi ev ve çocuklarla ilgili kafasındaki önceki dönemlerden kalan sorulara bir yeni soru daha ekleyip soru bankasına kaldırıyor.

Öylesine beklemekten haklı olarak sıkılan hanımefendi derin bir nefes çekerek mutfağa gitmek üzere yerinden kalkıyor, yavaş adımlarla ilerlerken televizyonun önünden geçişi esnasında belgeselde aslanların vahşi saldırılarının heyecanlı macerası bir an kesintiye uğrayınca, beyefendi macerayı daha iyi görebilmek için hareketleniyor, başını yana doğru uzatıyor. 

Ve belgeselde aslanların macerası aynı hızla devam ediyor. (09.06.2023)

Beklenen An 28.02.2023

Uzun süredir beklenen an geldi. Büyük oğlum geçen yıl başvurduğu kısa dönem askerlik için yarın Ankara Mamak'a giderek birliğine teslim olacak. Kardeşlerim, komşular bir kısım ahbaplar oğluma hazırladıkları hediyeleri getiriyorlar. Evde kısa bir dönem olsa da askere gitmenin bir efkarı oluştu. Etrafa belli etmesek de, bazen eşim de ben de cız deseler ağlayacak hallere giriftar oluyoruz. 

Ayrılığın hayatın bir parçası olduğunu biliyoruz. Ama başa geldiğinde hemen  kabullenilemiyor. Kızımızın düğün günü de benzer bir durgunluk hakimdi evimizde.

Sonrasında kavuşma ihtimali olan ayrılıkların hüznü ile deprem bölgesinde bir anda sevdiklerinden  ayrı düşenlerin acı  halini düşününce yaşadıklarının ne kadar zor olduğunu -küçük bir parça dahi olsa- anlamaya çalışıyorsun...  

Allah cümlemize kolaylıklar versin. Zorlukları aşabilme gücü versin...28.02.2023

Geri çekilmek. 08.05.2023

Dün öğleden sonra eşiyle beraber kayınpederi ve kayınvalidesini köydeki evlerine götürmüştü. Köye varınca sol ayağındaki sızıyı azaltmak için yarım bir parol içti. İlaç zaman ilerledikçe tesirini gösterdi. Daha sonra, planladıkları gibi kardeşinin bahçesine gittiklerinde kadınların kendi arasında derin ve neşeli bir sohbete daldıklarını görünce sessizce üst kata gidip -ilacın sızıları azaltmasının verdiği rahatlıkla- biraz uzanıverdi. 

Şimdi ise yaklaşık yirmi dört saat önce içtiği o hapın vücudunda hala etkisi vardı.  Ayağının ağrısı azalmış rahatlamıştı. Yaşının getirdiği sükunet mi, ilacın vücuduna tesiri mi anlayamamıştı. Ama dünden bu yana çok daha sakin, yaşamakta olduğu hayatın canını sıkan sorunlarını kabulleniş halinin de olduğunu anlıyordu. Böylesi daha iyi diye düşündü.

Kimsenin tavuğuna kışt demeden, eşeğine çüş demeden  kendi halinde evden işe işten eve, şehirde kendi halinde dönüp durmak, kaldırımları adımlamak, yeşil parklarda uygun bir kenara sabitlenmiş banklara oturarak rüzgarda yaprakların menevişlenmelerini seyretmek, bazen dallara konup telaşlı telaşlı ötüşen kuşlara bakmak, bazen gagalarıyla bir yem alıp hemen çevreye bakıp yeniden yemi alarak pır pır uçan minik serçeleri seyretmek. 

Bunları düşünürken artık hayatın yeni bir merhalesine daha ulaştığını kavrayıverdi. Yaşlanıyordu. Yavaşça elden ayaktan şehrin hareketli devranından uzaklaşıyor. Geri çekiliyordu. Bulunduğu hayat sahnesinin odak noktasından yavaşça, sükunetle perde gerisine doğru geçmeye hazırlanıyordu. Vücudu zihni ve beyni, onu bu duruma  hazırlıyordu. Sanki bu durumdan memnundu. Demek ki bıkmıştı ya da yorulmuştu belki de bezmişti. . 

Hazırlasın dedi. Zamanı geldi. Geri çekilmek lazım.  (08.05.2023 )

İrade yok (31.03.2021)

Bir yazıya başlamak için açtığım sayfayı yazmadan kaydedip kapatmışım günler önce ve  sayfa "adsız" olarak kalmış. Bazen içimden geldiğini düşünerek sayfayı açıyorum. Ama o anda içimden gelenin tekrar içime girip, gönlümün karanlık kıvrımlarına saklanıverdiğini anlayamadığımdan açtığım sayfa öylece kalıyor. Anladığıma göre; içimdeki hemen ortaya çıkıveren tiynette bir şey değil. Öylece korkudan ya da utançtan veya çekingenlikten gönlümün benim de bilmediğim karanlık köşesinde beklemesini bir süre sürdürüyor. Sonra onu ne tetikliyorsa yine aniden hayal dünyamın gösteri meydanına çıkıveriyor. O meydana çıktığında sırtındaki heybesinde bir sürü malzeme oluyor. Heybeyi döküp içindekileri ayıklamaya başlayınca da ortaya bir yazı çıkıveriyor. Ancak bu çıkanı bazen beğenmiyor. Beğenmese de silmiyorum taslağa kaydedip ilerde beğeneceği hale getirebileceğimi ümit ediyorum. Dünyevi işlerimin yoğun olduğu zamanlarda ilgilenemeyeceğimi bildiğinden, gönlümde kendi halinde dolaşıyor. Ona gönlümün her yanı açık. Hiç bir kapısına kilit vurmadım. 

Belli olmayan bir süre sonra iç dünyamda mayalanmış hamurun kabarması misali bir şişkinlik oluşmaya başlıyor. Akabinde bir cesaret, yazma gayreti, anlatma isteği depreşiyor ve yazıyorum. Yani düzenli planlı dengeli istikrarlı değil, öylesine çalakalem bir blog karalaması bu...

Ama keşke her gün üzerine eğilebilsem planlı olarak çalışabilsem çok daha iyi olacağına gelişeceğine inanıyorum. Fakat bunu gerçekleştirecek irade yok...(31.03.2021)

Pes etmek

Bu gün perşembe. Evden çıkıp işe doğru bisikletiyle gelirken sabah güneşi gözlerini kamaştırdığından çevresine pek dikkat edemeden birkaç günden beri bisikletini bağladığı işyerinin batısındaki metal bahçe çitlerine  yanaştı. Günlük eşyalarını taşıdığı plastik poşetini gidondan çıkardı. Sükunetle işyerinin merdivenlerine doğru yürüdü.  

Sükunetle merdivenlerden çıktı. Rastladığı insanlara selam verdi. Büroya girip kendisine tahsis edilmiş masasına oturdu. Sükuneti devam ediyordu. Bugün durgun günlerimden biri olacak galiba diye düşündü.

Ağzını bıçak açmayacak derecede bir halde işine başladı. Radyoyu açtı. Önceki zamanlar keyfini artıran türküler bugün keyfinin artmasına yaramıyordu. Sükunetine sebep olan her ne ise bu gün başarılıydı. Günlük hayatını etkilemiş  her hal ve  hareketinde sükunetini korumasını sağlamıştı. Neydi onu etkileyerek bu hale getiren sebep?

Bıkkınlık mı? Günlük koşuşturmasının sebebi olan ekonomik faaliyetlerin zorluğu mu, ailesinin huzur ve düzeni için göstermeye çalıştığı gayretin başarılı olamaması  mı. Babasının sağlık durumu, eşi çocukları, işi, arkadaşları mı? Ülkeden ve dünyadan duyduğu olumsuz haberler mi? Eldeki imkanlarını geliştirebilmek ya da eldeki imkanlarla hayatının standardını düşürmeden hayatını sürdürme mücadelesinin zorlukları mı? Sürekli mücadele etmekten zihninin ve bedeninin pes etmesi mi? ...

İlk satırları yazdığı andan itibaren zamanın hiç durmadan  dört saat ilerlediğini ve işyerinde saat öğleden sonra 15.00 yaklaştığında ağzından çıkan cümlelerin sayısının on parmağını geçmediğini fark etti. 

İnşallah iç dünyasında süren bu dalgalanmalardan başarıyla çıkar ve son nefesine kadar mücadelesine devam eder.

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...