18 Haziran 2018 Pazartesi

Seçim

Yaklaşık bir haftadan bu yana şehrin havası değişmese de gürültüsü değişmeye başladı. Sekiz havuzunun yakınındaki yollardan karşıya geçmeye çalışırken, araçların ve araç kornalarının sesi son günlerde duyulmuyor artık. Çünkü seçim çadırlarının -mı desek çardaklarının mı desek- önündeki hoparlörler bir yandan, yolda hareket halinde olan seçim propaganda araçlarının şarkılı türkülü yayınları öte yandan, ortalığı tam bir keşmekeşe çeviriyor. Allah o bölgede oturan yaşlı, hasta ve küçük çocuklular ile gece vardiyasında çalışan ve gündüz uyumak zorunda olanlara kolaylık ve sabır versin.
Ancak şu gerçeği de kabul etmek gerek; Çünkü seçim müzikleri yalnız, sessiz bir ortamda dinlendiğinde dinleyicinin hislerinde  bir farklılık oluşturuyor. Hislerine göre seçim yapacak olanlar seçsinler artık. hangi müzik güzel çalıyorsa o partiyi.
Ama başlarına başkan, meclise vekil seçmek isteyenlerin durumu daha karmaşık, daha zor. Çünkü onlar, kulaklarına gelen hoş tınıların coşkusuyla değil mantıklarıyla sonuca ulaşmak istiyorlar. Ki memlekette en zor iş mantık kullanmak olduğundan düşünceli düşünceli -Nasrettin Hocanın pazara çıkardığı düşünceli hindiler gibi- başları önlerinde şehrin sokaklarını arşınlıyorlar.
Seçim mi, geçim mi ?
...
Ve sonra beklenen gün geldi çattı. Şehir sakinleri sabahın şafağında terli yastıklarında derin uykularında iken,  uyuyanlarca hissedilmeyen bir devinim başlamıştı. Sandık görevlileri zamana karşı bir yarış içinde seçim bölgelerine yetişme telaşındaydı.
Sandık düzenleme faaliyetleri biter bitmez yavaş yavaş seçmenler sandıklara gelmeye başladılar. Görevliler  hata yapmamak için pür dikkatle işlerini yapar, seçmeni gözetirken saat 17.00 yi buldu. Prosedürleri uygulaya uygulaya en son tutanağı da imzaladıktan sonra sandık heyeti vedalaştı. Başkan  çuval elinde merkeze gitmek üzere bir polis gözetiminde binadan ayrıldı.
Teslim merkezine indiğinde diğerleri gibi sandığından bir üye ile teslimi beklerken yanında  üç dört genç peydah oldu. Gençler elleri önlerinde sessizce biraz uzağında bekliyorlardı ve kendisiyle değil yanındaki sandık üyesi ile  konuşuyorlardı. Öfkelendi, gençleri rencide etmemek için üyeye yavaşca seslendi. "Bunlara söyle beklemesinler." Sandık üyesi onları "siz gidebilirsiniz ben buradayım " diyerek gönderdi.  Ardından üye de gittti.
Teslim merkezi  çeşitli engellerle donatılan bir askeri eğitim alanındaki gibi sandık başkanlarının ellerinde bulunan çuvalları almamak için elinden gelen gayreti gösteriyordu.( Her seçimde olduğu gibi)
Saat 20.30 dan 23.00 e kadar süren ayaktaki uzun bekleyişten sonra kendisine de sıra geldi. Tek tek çuvaldakileri teslim ederek  biraz öfkeli ama çok yorgun- bitkin bir halde merkezden ayrıldı.

Eve geldiğinde saat 12.00 yi bulmuştu. Televizyonu seyreden çocuklarının heyecansız halinden her şeyin bir önceki gün gibi -normal- olduğunu -istikrarın sürdüğünü anladı. Kendisi de biraz baktı, her hangi bir anormallik yoktu. "Asayiş berkemal"di. Hatta bazı haber kanalları seçim programlarını erken kapatmıştı." Eh"dedi." Vakit geldi artık daha da fazla dayanamam" deyip kendini yatağın yumuşak zeminine teslim etti...

Ancak bir gün sonra işyerine geldiğinde anladı ki, seçime katılan tüm liderler sonuçları sükunetle karşılamış ve  memleketin dahilinde -bilmediği ama varlığını hissettiği birileri tarafından- asayişin berkemal hale getirildiğini farketmişti!

"Önce vatan sağolsun gerisi zamanla yoluna girer" diye düşünerek bu sayfayı kapattı.

Hayırlısı olsun.

Ramazan Sonrası

Nihayet Ramazan ayı da bitti. Üç gün üç gece süren kutlamalar yaparak, bayram yaparak  uğurladık gelecek seneye kadar. Ama Ramazan'ın o sükuneti hala bünyemizi etkilemeye devam ediyor. Bedenimizin, özellikle midemizin terbiyeli terbiyeli yerinde durması, kazınmaması, yiyecek diye azıtmaması ne hoş. Bu rahatlık ister istemez ruhumuzu da olumlu yönde etkiliyor. Gıda ürünlerine, yiyeceklere, dünyanın ahvaline karşı bu kayıtsızlık -ne zamana kadar süreceğini bilemesek de- bu sükunet gerçekten hoşnutluk veriyor. 
Eğer bu durumu uzun süre devam ettirebilse insan, bir dervişin dünyaya bakışını, bir hint fakirinin umursamazlığını, bir fransisken papazının vurdumduymazlığını yakalayabilir. Dağ başlarında yaşayan hayatı idame derdindekiler gibi, bir lokma bir hırka, sadece hayatı sürdürebilecek yeterlilikteki ihtiyaçlarının karşılanmasıyla mutluluğunu çoğaltabilir.  
Kendine yetebilmek, hırslarını yenerek fazlalıklardan vazgeçmek, her ne kadar üretim ve tüketim ekonomisinin çarklarının dönmesini olumsuz yönde etkilese de dünyadaki kaynakların daha uzun süre yetmesine ve bozulmamasına yol açacaktır. 
Ne ozon tabakasının delinmesi, ne küresel ısınma, ne buzulların erimesi, ne de kuraklığın ekvator çizgisinden aşama aşama kuzey yarım küreye doğru etki alanını genişletmesi olacaktır. Her şey aslına doğru rücu edecektir.
(1985 li yıllarda Çernobil Nükleer Santralinin patlamasıyla beraber çevresindeki büyük bir alan insanlar radyasyondan etkilenmesin diye çok hızlı boşaltılmış, insansız alan  haline getirilmişti. Geçen günlerde bir televizyon ekibi gerekli tedbirleri alarak o bölgeyi gezmiş. Kütüphanelerde kitaplar dağılmış ve yıpranmış, binalar yıkılmış, demir eşyalar çürümüş, o bölgenin ana  yeşillik örtüsü yavaş yavaş ortaya çıkmış ve kurtlar çoğalmış. Kurt, yaban hayatının temel canlılarındandır. Özetle, insanlığın içinde kendi nesline bile zararı olan bir kısım adem oğlu, kirli ellerini geri çekince doğa aslına dönmeye başlıyor...)
Bu konuda;1995 yılında Yellowstone Milli Parkına salınan 14 kurdun yarattığı değişimler doğanın muhteşem yapısına örnek olacak cinsten kurtların milli parka bırakılmasının ardından parkın ekosisteminde hayret edilecek cinsten değişimler gerçekleşiyor. 
(https://odatv.com/14-kurt-neyi-degistirir-demeyin-2805171200.html)
Türkiye de de böyle bir girişim için 5 kurt doğaya bırakılıyor. Bir yıl sonra 3 ü ölüyor.
Yani geri çekildiğinde arsız insanlık doğa kendini tamire yeniden başlıyor.
Savaşlar, paylaşım savaşları da olmayacaktır. Büyük sermaye sahiplerinin dünyayı çıkarları için kullanması, manupule etmesi de olmayacaktır. 

Elindeki ile yetinmek, elindeki ile yaşamı sürdürmeye çalışmak...
Yunus Emre;
Mal da yalan mülk te yalan. 
Var biraz da sen oyalan. 
Mal sahibi mülk sahibi. 
Hani bunun ilk sahibi" diye ne güzel söyleyivermiş.

Sadece kanaat... "kanaat tükenmez hazinedir" deyimi de bu  anlatılanları özetleyen bir ifadedir. 

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...