21 Ekim 2016 Cuma

Bugün Cuma

Bir günün sonuna daha vasıl olduk. Bugün Cuma saat 16.49. Haftanın son, iki günlük tatilin ilk saatleri. Çok çalışan (!) kamu görevlileri iki gün dinlenecek ve Pazartesi günü dinç bir zihin ve bedenle işine başlayacak, verimli istekli olarak  vazifelerini  yapacak. Ancak zamanla kanıksanıyor bir kısım şeyler ve sıradanlaşıyor. 1975 li yıllarda hafta tatili iki gün olduğunda öğrenciydim. Cumartesi öğleye kadar ders yapardık. Öğrenciliğin yapısı gereği cumartesi tatiline sevinmiştik.Sonra muhtelif iş kollarında çalıştık. Bir ara 1979 yılı yaz döneminde hiç hafta  tatilimin olmadığı  fırında çalışmıştım. Okullar açılınca ayrıldım. Ancak fırında  eleman olmadığı zamanlarda ev yakın olduğundan beni çağırırlardı. Gecenin bir vakti Fırıncı Ramiz Abi çekinerek evimizin kapıyı tıklatır ve  "gelirmisin Sertif hasta oldu. Onun yerine çalışır mısın fırında" - Tamam derdim. Çünkü para kazanacaktım. Sabah saat 07.30 sıraları okul arkadaşım Muhlis fırının önünden geçerken beni görüp gelir "hadi hazırlan Okul saati geldi" derdi. Hemen eve gider bir çırpıda giyinir. Kitaplarımı alır Muhlisle okula giderdim. Okulda hareketli dersler olduğunda zaman geçip  giderdi. Ancak tarih dersi olduğunda, ne yaparsam yapayım gece çalışmasının yorgunluğuyla derinliklere -uykunun derinliklerine- dalardım. Hocam sağolsun hoşgörüyle karşılar hadi  gidip yüzünüzü yıkayıp gelin derdi.
O günler geldi geçti... Bu günlerde gelip geçecek...Hayırlısı.

11 Ekim 2016 Salı

Kahvehaneler Üzerine Şef Garson.

Önceleri Habeşistan'da, sonra Yemen'de yetişen ilk kahve bitkilerinin Osmanlı'ya gelmeye başladığı tarih XIV. yüzyıldır.[4]
1550'lerde de İstanbul'da ilk kahvehane açıldı ve kısa sürede yakın ve uzak ülkelere yayıldı. 17. yüzyılda, kahvehane Osmanlı Devleti sınırlarının dışında, Avrupa'da görülmeye başlandı ve kısa zamanda popüler oldu.
Kısa zaman içerisinde kahvehane sayısı hızla arttı, kahve içmek ve yarenlik etmek amacıyla buralarda toplanan muhtelif zümrelerden ve değişik kültür seviyelerinden insanlar, çok hızlı gelişen bir kültürel birikim ortamı, sosyalleşme mekânı, siyasî iktidar karşısında seslerini duyurabildikleri bir kamusal alan meydana getirdiler.

Osmanlı'da kahvehane

Osmanlı geleneksel toplum kültürünü şekillendiren saraymedrese ve cami dışında, “sivil” bir anlayışla ortaya çıkan kahvehane, XVI. ve XVII. yüzyılların İstanbul’unda, pek sık rastlanmayan bir tepkiyle karşılaştı. ‘Miskinlerin buluşma mekânı ve fitne yuvası’ olarak görülen kahvehane, başta iktidar olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinin tepkisini çekti.
1567 yılında başta Suriçi İstanbul olmak üzere İstanbul’daki bütün kahvehaneler kapatıldı. Hatta IV. Murat, bu gerekçelerle kahvehaneleri top yekûn kapatmaya yönelik şiddetli ve kapsamlı girişimlerde bulundu. Sadece Eyüp ve çevresinde 120 kahvehane kapatıldı. XVI. yüzyılın ikinci yarısında ve XVII. yüzyılın ilk yarısında ‘tehlikeli yerler’ olarak görülen kahvehaneler ‘külliyen’ kapatılırken XVII. yüzyılın ortalarından itibaren otorite, ‘tehlikeyi’ önlemek için toptan kapatmak ve yıkmak yerine, yekdiğerlerine ‘ibret olsun’ babında tek tek bazı kahvehaneleri kapatarak bir tür yıldırma siyaseti takip etti.
Ancak kahvehanelerin sayısı günden güne artmaya devam etti. Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlığının son dönemlerinde İstanbul’da 50 kahvehane bulunduğu belirtilirken, bu sayı, XVI. yüzyılın sonunda altı yüze ulaştı. XIX. yüzyılın başlarında ise 2.500’lere kadar çıktı. Hem sayı olarak, hem de itibar olarak kahvehanelerin önemi arttı. 18. yüzyılda yeniçeriler toplum hayatının her alanına müdahale etmekteydi. Zorba olarak bilinen bazı yeniçeri üyeleri çeteler kurdular. Bağlı bulundukları ortalardan üyeler toplayan zorbalar, kahvehaneler satın alarak çetelerinin "mafya mekanı" olarak kullandılar. İşlerini buradan yönettiler. Bu zorbalardan bazıları lüks kahvehaneler kurmakla nam salmıştı. Bu zenginliğin kaynağı kanun dışı topladıkları paralardı.[5] Dönemin kahvehane sahibi ünlü zorbalarından: Kahvecioğlu Burunsuz Mustafa Kuledibi Kahvehanesi'ne, Darıcalı İbrahim Çavuş Hendek Kahvehanesi'ne, Galatalı Hüseyin Ağa Çardak İskelesi Kahvehanesi'ne, Tiflisli Ali Toygar Tepesi Kahvehanesi'ne sahipti.[6]
Kahvehane zaman içerisinde mevcut kültürel ve toplumsal hayatın içerisine dâhil olmayı başardı. Kültürün üretildiği ve tüketildiği bir mekân haline geldi. Birçok değişikliklere uğrayarak hayatiyetini devam ettirdi. Her ne kadar sadece erkek sosyalliğini barındırsa da Osmanlı şehrindeki kamusal yaşamın önemli bir kısmını oluşturdu. İlk başlarda marjinal bir yenilik olarak görülen kahvehane, çok geçmeden normalleşti ve toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan merkezî bir konuma geldi.


Vikipedia kısaca böyle anlatıyor.
Bugün de kahvehaneler için hala geçerliliği olan eleştiriler var.
Ve hala miskinliğin, boş zaman geçirmenin mekanlarından. Sınırlı ekonomik düzeydeki halk kesimlerinin sosyalleştiği alanlar da denebilir. Başlangıcındaki ilk amacı kıraat olsa da sadece iri puntolu gazetelerin öncelikle sporla pardon futbolla alakalı arka sayfalarının kıraat edildiği hanelerdir. Bazı kıraathanelerde tozlu bir raf üstünde güneşten ve sıcaktan bozulmuş ciltleri ve sayfalarıyla var olan kitapları da sayarsak  göstermelik olarak isminin gereğini yerine getiriyorlar denebilir. Sözlü kültürün geliştiği mekanlar olarak da sınıflandırılabilir.
  • Türkiye’deki kahvehane ve kütüphane sayılarının kıyaslaması şöyledir; 
  • Kütüphane sayısı: 1.412-
  • Kahvehane sayısı: 570.000-
  • Buna göre 49.000 kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşmektedir. 
  • Maalesef Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri sıralamasında kitaplar 235. Sırada yer almaktadır.
  • Türk çocukları kitap okuma konusunda çoğu Afrika Ülkelerinin gerisinde kalmış durumdadır. Japonya’da toplumun % 14 ü, Amerika’da % 12 si, İngiltere’de ve Fransa’da %21i düzenli kitap okurken Türkiye ‘de yalnız 10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor.
  • Nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken,73 milyon nüfuslu Türkiye’de bu rakam 2-3 bin civarında kalıyor.
  • Türkiye’de 1 kişinin kitap okumaya ayırdığı zamanın; bir Norveçli 300, Amerikalı 210, İngiliz ve Japon 87 katını ayırıyor dünya. Ortalaması da Türklerin ayırdığı zamandan 3 kat fazla.
  • Türk halkı kitap okumaya yılda yalnızca 6 saat ayırıyor. Türkiye kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkesinin gerisinde kalmış durumda.
  • Türkiye’de 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor. (http://www.ozetkitap.com/tr/bunlari-biliyor-musunuz)

Şehremini-Şehrkızı adlı kitabının 62. sayfasında Orhan Koloğlu; "...Bir saraylının, Yemen Valisi Özdemir Paşanın 1540 larda oradan kahveyi getirmesi, bir dönüşü başlatmıştı....Valimizin hemen arkasından, 1554 de Halepli Hakem ile Şamlı Şems adlı iki Arap'ın Tahtakale'de birer kahvehane  açmalarıyla yepyeni bir çağın ilk adımı olur. Mecma-i Zürefa diye nitelenen i Saraya erişemeyen okuryazarların burada sohbet toplantıları başlatması ilgiyi arttırır...İmamlar ve müzezzinler "halk kahvehaneye müptela oldu,mescitlere kimse gelmez oldu."dediler.Ulema ise " Messavihanedür" (kötülükler yeri),ana varamktan meyhaneye varmak evladur" ... diye ifade etmektedir.

Çocukluğumun geçtiği Semtteki kahvelerle ilgili gözlemlerim:

Manisa Şehrinin güzide semtlerinden olan Karaköy kahvelerinde dostlarla bir çay içip dertleşmek de öyle kabarık faturalar getirmezdi.
Şimdiki kahve dünyası kafeleri gibi değildi. Kasa, adisyon v.s. standartlar, misyon,vizyon bilinmezdi. Nevi şahsına münhasır denir, kahvelerin de bulunduğu semte göre şekillenen mahalli kaideleri vardı.Yurt çapındaki kahvelerin ortak kuralları tabii ki vardı. Ben o kadarını bilemem ancak bölgesel gözlemlerim üzerinden bazı sonuçlara varabiliyorum. Birbirinin halini, derdini tasasını bilen insanlar topluluğunun, mahallenin bir parçasıydı. Vakıfbank'ın müşteri arttırmak için kullandığı "halden anlamak" reklam kelimesi olarak değil gerçek anlamıyla vardı.

Sadece ekonomik bir getiri amaçları yoktu.  Günün her saatinde belli insan grupları bulunurdu. Gündüz saatlerinde ihtiyarlar dertleşirler, sohbet ederler, tavla başında rekabet ederlerdi. Şehrin diğer kısımlarında işlerinden dönenlerin oturup sohbet edip kısa kağıt oyunlar çevirdikleri zamanlar akşam üzerleri ve akşam yemeği sonrasıydı. Mahalle kahveleri bir başka açıdan meclis, forum olarak işlev görüyor diyebiliriz. Siyasi düşüncelerin analiz edilerek genel kanaatlerin oluştuğu mekanlardı. Mahallede, kahve bakkal,cami varsa hamam birbirine yakın yerlerde olurdu. Berber, bazen kahvenin bir köşesinde çalışırdı. Hırs,kâr yoktu. Kanaat ve paylaşım vardı.O günler için geçinmek kelimesinin insan onuruna yakışan anlamları vardı.

Doğal olarak şehirleşme köyden kente hızlı göç mahallede oturanların sayısını arttırdı.Yüksek dağlarda oluşan yağmurun karın sel olarak gelip akarsuyu bulandırdığı gibi sanayileşme kent nüfusunu arttırdı. Mukim dostluklar gitgide azaldı, kendi kabuklarına çekilir oldu insanlar, dertlerini paylaşacak sadece ruh doktorları ve psikologlar kaldı.Stres aldı yürüdü. İnsanlar kendi meselelerini çözemez oldular, intiharların oranı artmaya başladı.

Kemerinin yan tarafındaki bozuk para cüzdanını şıkırdatarak dolaşan şef garsonlar ise insaflı ve inisiyatif sahibiydi. Bazen es geçer, hesap düzlerdi, fakir fukaradan -içini acıtanlardan- para almazdı. Durumu bilen hali vakti yerinde bir kısım devamlı müşterisi de şef garsondan para üstü almazdı. İfşa edilmez, açık açık konuşulmazdı. Gözler ve gülümsemeler, bazen bir göz kırpışla şef garson durumu anlardı.

Kahveden ayrılmak, hesap ödemek isteyen müşteri ayağa kalkar hesap diye seslenirdi. Ve hızla yanına yetişmek hesabı almak zorundaydı şef garson. Koşa koşa  ya da hızlı adımlarla yürürken  -istemeseler de  o kadar çok bozuk para yüzünden- cüzdan her adımda  şıngırdardı.
(Eski -gençlik zamanlarımın- hatıraları arasında güler yüzlü hareketli bir şefi hatırlıyorum Ahmet (Dolay) Abi. O da diğer şefler gibi müşteri çağırdığında, madeni paraların şıngırtısını azaltmak için sağ eli deri bozuk para kesesinde göbeği oynayarak  (cüzdan mı desem) koşar giderdi müşterinin yanına, sessizce hesabı yapar ve ücreti alırdı.
Yüzündeki tebessümden bilirdik onun içhalini,Oğulları Vedat ve Fuat ta bir süre babalarının mesleğini yaptılar.Vedat iyi futbol oynardı.O da sessiz bir yapıya sahipti. Sonra biri yangın tüpü imalatçılığına,diğeri futbol sektörüne girdiler...)

Şimdiki "cafe"lerde elinizde adisyon makbuzuyla kasaya gidip ücretinizi ödersiniz. Hesap denetimi bakımından da rasyonel bir yöntem olsa da, eski gördüklerimiz bize daha samimi geliyor.


6 Ekim 2016 Perşembe

Verim.

Zamanı verimli kullanmak. Bu cümlenin gereğini layıkıyla yerine getirebilmek zor. Ancak bu zor amaca ne kadar yakınlaşılırsa o kadar iyi. İnsan maddi ve manevi yönleri olan bir varlık.Manevi yönden zaafa düştüğünde maddi kuvvetini kamil anlamında kullanamamaya başlıyor. Sünepeleşiyor, bezginleşip bitkinleşiyor.Ya da başka bir ifade ile miskinleşiyor.
O nedenle manevi yönünü kuvvetlendirmeli ki maddi yönü de buna bağlı olarak kuvvetlensin.
Hayatta başarı  kazanabilmek için manevi olarak güçlenmek zorunludur. 
Yeni ifadeyle içsel itki, eskilerin deyimiyle manevi tahrik insan denen varlığın bedenini ve beynini daha verimli kullanmasına sebep oluyor.
Çanakkale Savaşında Koca Yusuf'un koca top mermisini kaldırması gibi, Edison'un ampulü bulurken yılmadan başarıncaya kadar çalışması gibi...Ve akla gelmeyen nice örnekler...

Günlerin Getirdiği

 İki Eylülden bu yana  yazmadığımı fark ettim.
Yazmak için gereken eşref saati bekleyeyim derken unutup gittim bloğun satırlarını. Bu arada her saniye değişen dünyada ve dünyamda neler olmadı ki.
Çok şükür, 2 Ekim 23.00 sıraları ta dünyanın öbür ucundan kızım geldi, sağ salim. Onun sevinci neşesi yanında diğer olumsuzlukları boş veriyorum. Dünyada her şeyimizin dört dörtlük olması için mücadele etmeye, problemlerle uğraşmaya, ya da eldekilerin kaybetme riski ve korkusuyla pasifliğimi analiz etmeye boş veriyorum.
Allah'ın izniyle bizde var olan, bizlere bahşedilen nice nimetleri fark edip şükretmek varken, neden olmayanlar için üzülüyoruz ki. Olmamasında da vardır bir Hikmet deyip es geçebilmeliyiz.
Okullar açıldı küçük oğlan lise ikiye yani 10 sınıfa başladı. Geçen hafta İzmir'deki bir maçta bileğini incitmiş sağ kolu alçılı alçılı dolaşıp duruyor.
Yine 10 gün kadar önce büyük oğlum da dershaneye başladı. Hareketlerinde bir heyecan, yeniden başlamanın tatlı güzel bir telaşı var. Başarma azim ve gayreti içinde görüyorum. belki birkaç küçük aksaklık olabilir. Aşar gider, neleri aşmadı ki. Her şeye rağmen amacına kilitlenip başarıya ulaşacağını düşünüyorum ve güveniyorum. İnşallah her üçü de muvaffak olacaklar.
Biz de, anne baba olarak her üçüne elimizden gelen desteği veriyoruz. Her ne kadar bazen isteklerini tam karşılayamasak da, elimizdeki imkanların durumunu ve böyle olmasının sebeplerini izah ederek ikna etmeye çalışıyoruz.
Dünyada her şey bizim isteklerimize göre ilerlemiyor. Bazen yeni bir gelişme için imkanlarımızı riske atabiliyorken, bazen de var olan dengeyi koruma refleksiyle isteklerimizi gelecekteki beklentilere göre sıraya alıyoruz. Bu da hemen sonuç almak ve amaca hemen ulaşmak düşüncesinde olanlarda kırılganlıklara sebep oluyor. Doğal olarak ana sebep, imkan/istek dengesine her birimizin farklı bakmasıdır. Sorunun çözümü birbirimizin isteklerini yeni bir noktada, yeni bir denge kurarak karşılayabilirsek bulunabilir. Çözüm birbirimize imkanlarımızı, amaçlarımızı ve korkularımızı iyice anlatabilmekle açık iletişimle bağlantılı diye düşünüyorum.
Hayat akıp gidiyor üzülsek sıkılsak, boşversek de... Akıp giden zaman içinde sadece kayda geçen eylemlerimizin sorumluluğu omuzlarımızda bir klasör yükü olarak dolaşıyor ömrümüzün sonuna dek.
Eğer eylemlerimiz pozitif , insani ve maddi çevremize yararlı eylemlerse bu klasör yükünü taşımak mutlu bir haberi, müjdeyi taşımak gibi yormuyor insanı. Işıltılar içinde güzel bir yolda ilerliyormuş hissiyle yürüyorsun... 
Eğer omuzundaki klasör negatif eylemlerle doluysa, sanki ağır, pis kokulu kirli, ayıplarla dolu bir çuvalı omuzlarında istemeyerek taşımaya çalışıyor, sürüklüyor gibisindir. Bataklık, karanlık gizli korkularla dolu bir yolda   bir gizli yer bulup atmak istersin ya öyle bir şey... 
Fakat,o pis çuvaldan ve yoldan  gerçekten tam anlamıyla kurtulmak istersen onun da kolaylıkları var... Sadece pozitif eylemlerle dolu klasörleri taşıyanların yoluna girmeye  niyetlendikten ve son kararını verdikten sonra, iç dünyanı arındırıp kolayca geçebilirsin.
En güzeli; bir şekilde kafamızın önemli bir bölümünü olumlu ya da olumsuz olarak  işgal eden o klasör çuvalından unutarak kurtulmak ve hiç bir şey yokmuş gibi sıfırdan pozitif bir sayfa açarak başlamak... 

Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır. 

Her şey sende başlar ve sende biter.
İşte böyle, mevzuya nereden girdik nereden çıktık,

Yine iç hesaplaşmalarımın dışavurumunu paylaştım gayri ihtiyari olarak.

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...