22 Ağustos 2016 Pazartesi

Karanlık kuyulardan Aydınlık Kıyılara Doğru

İnsan her yeni gün olumsuz haberler duymaktan dolayı ne televizyon, ne internet haber veren hiçbir kaynağı görmek istemiyor. Sıkıntılar üzüntüler ülkede yaşayan bireyleri kaygıların derin kuyularına düşürüyor. İnşallah tez zamanda elem ve kaygılarla dolu derin kuyulardan, umut neşe, barış ve huzur dolu aydınlık kıyılara ulaşılır. 
Düşman zihnen ve bedenen felç etmeye uğraşıyor. Ülkede yaşayanlanları atalet içinde pasif olmasını olayları uzaktan seyretmesini ya da kendi istediği eylemleri yapması için farklı yönlerden manupule etmeye çalışıyor. Asimetrik savaş yaşanıyor.Düşman net olarak ortada görülmüyor. Sadece birilerinin düşmanın çıkarlarına hizmet eden eylemleri ile varlığı anlaşılıyor. Yeni savaş biçimi bu,  Ülkenin nadide kurumlarının bir an evvel yeni savaş çeşitlerine göre mücadele edecek bir yapıda düzenlenmesi gerekmektedir. Sadece güvenlik kuvvetleri açısından değil stratejik öneme sahip diğer devlet kurumlarının da buna dahil edilmesi şarttır. Haberlerde anlatılan acı olaylardan çıkarılan sonuç bu. 
Doğal olarak düşman  düşmanlığın yapacaktır. Doğal olmayan savunma reflekslerinin dumura uğramasıdır. Bir an önce  gaflet uykusundan uyanarak devletin ve milletin varlığını tehdit eden şer odaklarına / ocaklarına karşı yapılması elzem olanı yapabilmektir. 
Allah memleketin dirliği ve birliği için gayret gösterenlere yardım etsin. Güç, kuvvet versin.

18 Ağustos 2016 Perşembe

Ne olacak bu memleketin hali.

      Ülkenin batısında yaşayan bizler, sadece gelen haberlerden izlediğimiz doğudaki terör olaylarına üzülüp kahroluyoruz.Kendi aramızda,dost sohbetlerinde üzüntümüzün belirten ifadeler kullanıyoruz. Vatandaşlar olarak gerçekten, samimiyetle her hangi bir art niyet taşımadan içimizden geçenler bunlar. 
     Ancak yeterli mi ? Bir kötülük gördüğünde eliyle düzeltmeye çalışmak, güç yetmezse diliyle yanlışı ifade ederek düzeltilmesine destek olmak , o da olmazsa kalbiyle buğzetmek (Ki imanın en zayıf noktası budur.) Peygamber tavsiyesidir.  
   Ülke günden güne karanlık bir kaosun, bir girdabın içine sürükleniyor. İçimiz, ruhumuz durgunlaşarak, bezgince izliyoruz -film izleyen bir seyirci gibi- olan biteni. 
     "Devlet,organize olmuş toplulukların,milletlerin  ideallerinin iradesini temsil eder" diye tanımlar devleti bir düşünür. Atalarımız "ya devlet başa ya kuzgun leşe" demişler. Yine " besle kargayı oysun gözünü" ata sözünü de söylemişler.
   Devletimizin başında bulunanların akıllıca düşünüp hızlı, etkin, acil çözümler ve tedbirleri uygulamaya koymaları gerekiyor. 

    Bizler, Anadolu coğrafyasının batı ucunda yaşayan Türk milletinin fertleri olarak neler yapmalıyız?

    Dünyanın egemenleri, emperyal çıkarlarına engel olduklarını düşündükleri ülkelerle aklın mantığın almadığı yöntemlerle -istediklerini kabul ettirinceye kadar - mücadele ederler.
Saldırı altındaki ülkenin idarecileri -eğer sağduyularını kaybederlerse- ülke adına yararlı yaptıklarına inandıkları bir kısım eylemin aslında düşmana yaradığını farketmeyebilirler.
     Bu gibi zamanlarda düşmana karşı birleşerek ortak akılla, iştişare ile düşünce üreterek, akılcı eylemlerle soğukkanlı ama hızlı ve etkin bir şekilde mücadele edilmelidir. "Mevzu Vatansa Gerisi Teferruattır" sözünü düstur alarak kişisel ya da politik kavgaları bir yana bırakmalıdır.
Etrafımızda son yirmi yıllık sosyal, siyasal ve askeri olaylara baktığımızda, düşmanın kendi amaçları için  kullandığı insanlarla teslim aldığı ülkelerin nasıl bir acı, yıkım  ve kaos ortamında bulunduklarına hep beraber şahidiz.
   Irak'ta bir zengin ile bir fakirin huzursuzluk ve endişesini düşünün,Bir memlekette huzur kalmadığında ne zenginliğin ne paranın ne de malın mülkün anlamı kalıyor. Huzursuz Irak'ta zengin bir insan olmak mı? Huzurlu bir Irak'ta bir fakir olmak mı? Burada ülke ismini değiştirebilirsiniz. Eskiler "Allah dirlik ve düzenimizi bozmasın" derken bunu kastediyorlardı.
    Düşman keşke her zaman mertçe topuyla tüfeğiyle karşımıza çıkabilecek cesareti gösterebilse. Binlerce yıldan bu yana doğuda Çin sınırında, batıda Viyana önlerine kadar ve Kore ve Kıbrıs dahil ne zaman karşımıza çıksa dersini almıştır. O nedenle dersini aldığından başka  yöntemlerle işini gördürmektedir. Vatandaşlarımızın içindeki iyiniyetleri, inancı,imanı manupüle ederek, niyetlerini örterek kandırmaktadır. Bazen din kisvesi altında, bazen ırk, bazen mezhep çatışması bahaneleriyle birliğimizi beraberliğimizi kardeşliğimizi hedef almaktadır. Mertçe değil, kalleşçe devam eden örtülü bir savaşın göbeğindeyiz.
   Ümitliyiz, nice sıkıntıları aşmış Yüce Türk Milleti bu günleri de Allah'ın izniyle, evlatlarının fedakarlıkları ve ferasetiyle aşacaktır.













17 Ağustos 2016 Çarşamba

Gerçeğin Sadık Bekçisi Olmak.

Bugün odatv internet sitesinde emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz'un Cumhurbaşkanımıza yazdığı bir açık mektup vardı.Okudum. Açık mektubunda gündeme dair tecrübelerini, önerilerini ve isteklerini iletiyordu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası emekli bir komutanın düşüncelerinin ilgili makamlarca önemseneceği kanaatindeyim. Mektubun içindeki aşağıdaki  cümle dikkatimi çekti;
"Her dediğinize “evet” diyen ve size ve ülkenin geleceğine zerrece katkısı olmadığı açığa çıkmış bazı danışmanlarınızı da etrafınızdan uzaklaştırmanızı, gerçeğin sadık bekçilerine çevrenizde yer vermenizi bekliyoruz."
Özellikle  "Gerçeğin sadık bekçisi olmak" kelimesi keşke herbirimizce uygulanabilse.O zaman ülkenin bir çok sorununun düzeleceğine inanıyorum.
Yani araştırmaları ve deneyimleriyle doğruluğunu test edip kanıtladığı fikirlerinden taviz vermeden,eğilip bükülmeden duran mert insanlara ihtiyacımız var. Her rüzgarda fırıldak gibi dönmeyen,baskı karşısında fikirlerinin haklılığını söylemekten vazgeçmeden bekleyenler lazım memleketimize.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Altıncı Yıl

Blogda ilk yazıyı 8 Temmuz 2011 tarihinde yazmışım.Bu gün ise 15.Ağustos 2016.Aradan geçen zaman içinde hayatımda bir çok şey değişti.Gelişti...
Öncelikle, aynaya baktığımda 2011 deki ben değilim gördüğüm. Çevremde nice yakınlarım gitgide eksiliyor.Kimi ebedi hayata yolcu oluyor, bazısı da uzaklara göçüyor. Ancak hep aynı yerlerde gezip dolaştığımdan değişenleri farkedemiyorum. Çünkü değişim denilen şey bir anda oluşmuyor. Eskilerin deyimiyle tedricen -yani yavaş yavaş - oluşuyor. Değişim aniden olursa zihninde yer ediyor insanın.
Öyle işte, öylesine ...
Sonra eskisi gibi yeniliklere hevesim kalmadığını,dolabımdaki eşyaların yıllar içinde fazla değişmediğini farkediyorum. "Şu ayakkabı alalı beş yıl olmuş, şu ceketi alalı onüç yıl olmuş" diyorum kendi kendime...
Sonra evden eskisi kadar sık ve heyecanlı çıkmadığımı, günden güne daha durgunlaştığımı hissediyorum.

12 Ağustos 2016 Cuma

San antonio texas 2 / Mankurt

Sonunda o gün geldi.
Biraz buruk biraz üzüntü serpilmiş bir akşam vakti kızımı,arkadaşını ve büyük oğlumu uğurladık İstanbul'a gitmek üzere İzmir'den.
Büyük oğlum İstanbul Yeşilköy'de kalacak okuluna gidecek, Kızım ve Arkadaşı ise başka bir uçakla önce Paris'e ,oradan da Houston şehrine uçacaklar.
Yolculuk esnasında sağlıklı haberleşemedik. Ara ara mesajlar gönderdiler. En son Houston'a indiklerini üç buçuk saatlik bir karayolu yolculuğu yaptıklarını yaklaşık kırkbeş dk sonra San Antonia ya ulaşacaklarını ifade etti.

...

Zaman geçti. 
Şu an 12 ağustos 2016 yaklaşık iki aylık süre zarfında memlekette neler oldu neler bitti, neler geçti.
Başlıbaşına acı bir olay 15.Temmuz'u yaşadık. İnanamadık köprüye yerleşen tanklara ve halkına silah doğrultan askerlere ve ateş eden ve cana kıyan... 
Nasıl bir cinnettir bu. 
Dualı peygamber ocağını bu hale sokanlara lanet olsun.!  Helikopterlerle  güvenlik güçlerimizin üzerlerine, binalarına takır takır mermi atan hainlere ve onları bu hale -mankurt haline- getirenlere lanet olsun.
Ve yaklaşık 27 gün geçmesine rağmen hatırladıkça kelimelerin yetersiz kaldığı bir sıkıntıya duçar oluyorum. Gerçekten ya dar kelime dağarcığımın etkisi, ya da bu laneti bir insan olarak nasıl yapabildiklerine hala anlam verememem. 
İnşallah gereken dersleri, lüzum eden tedbirleri alıp böyle bir acıyı bir daha yaşamayız.
Yapılacak olan adaletle, akılla, bilimle ve 5000 yıllık tecrübe ile devlet idaresini yeniden düzene sokmak...
"Tedbir iyidir ama güvenmemek daha iyidir" demiş bir düşünür...

Saat 15.25 yazısı.27.06.2016

Yarı uykulu gözlerle bakıp duruyorum ekrana. Nedenini tam çözemediğim bir bezginlik içindeyim. Oruç mu, uykusuzluk mu, atalet mi,motivasyonsuzluk mu? Bir şeyler yazarak ataleti yenmek için uğraşmaya başladım. İnşallah hayırlı bir sonucunu görürüz. Günler gelip geçiyor. Ben ise yol kenarından geçen günlere bakıyorum. Günün içindeyim ama sanki dışarıdan seyrediyorum. Kendi tekdüzeliğimi, yeknesaklığımı. Konuşmak da gelmiyor içimden. Bazen etrafımdakileri de kırdığım oluyor. Bu durum yaşla ilgili sanırım. Andropoz kelimesi. Tip 2 diyabet rahatsızlığı ile birlikte androjen hormonlarının azalması bitkinlik, bezginlik, sinirlilik yapıyor olabilir. Bezginliklerimin sebebini buldum mu?

Şehirde dün ikindiden sonra hava kapanmaya bulutlanmaya başladı.Bu sabah hava yine bulutluydu.Yaz aylarına denk gelen Ramazan günlerinde havanın serinlemesi oruç tutanların rahatlamasını sağlıyor. Şehirde imkanı olanların evlerindeki klimalar gürül çalışıyor. Ne gecenin sessizliği,ne sabahın sükuneti kaldı. İçeride serinlik, dışarıda gürültü... Kliması olmayanlar serinlemek için pencerelerini açıyorlar. Klimaların gürültüsü odalara giriyor. Uyumaya çalışanların kulaklarında yan komşudaki dış klima ünitelerinin odayı serinletmek için asenkron motorların pompa ve pervane çevirirken ortaya çıkan mekanik seslerini dinlemek mecburiyetinde kalıyorlar. 
Yani apartman,elektrik,teknoloji ,kolaylık, konfor ve huzursuzluk. Birileri rahata ererken diğerleri sıkılıyor. Otopark, yoğunluk, sıkışıklık, huzursuzluk. Çarpık kentleşme, şehirleri bırakıp köylere mi kaçmalı...İmkan bulursan yap.

...Yine takıldım.Ne yazayım ki diye düşünmeye başladım. Konular bulmak, yazmak mecburiyetin deymişim gibi uğraşıyorum. Bu çabaların insana yararı olabilir. Klavyeye bakmak beyninden geçenleri klavye üzerinden bilgisayarın ekranına ve hafızasına aktarıvermek. 

Mümin Sekman'ın Ataleti yenmek kitabını okuyorum. Şu anda bilgisayarda kendimi zorlamamın sebebi de bu.İçimden gelen boş ver bırak akışına  iç sözlerinin akıntısına direnmeye çalışıyorum. Başaracağım. İçimden bana seslenen olumsuz fısıltıları, az duyan sol kulağıma aktaracağım ki duymayayım. Sağ kulağımda ise fısıltısını arasıra duyduğum güzel sözlerin artması için beynimin bu sözleri söyleten nöronlarını uyandırağım, iç benliğimdeki olumlu sesleri teşvik edeceğim.

İlk Işık

İnsan sabah uyanıp şöyle bir  çevresine bakıp da  -güneşin ilk ışıklarının dünyaya sunduğu güzellikleri fark ettiğinde-  içinde umutlar, sevinçler pır pır etmeye başlıyor.
Sabahın  insan hayatında önemli bir yeri var. Hayatın zorlu mücadelesine umutla başlayabileceği manevi kuvveti topluyor.
Güneşin ilk ışıkları doğu dağlarının zirvelerinden göründüğünde, ilk ziyalar vurduğunda bulunduğunuz yana, dünyanın canlandığı hissedilir.
Şafaktan sonra hava aydınlandıkça kuş cıvıltıları gitgide artmaya başlar.
Bir sükunet vardır ortamda, dinlenmiş, uykusunu almış insanların sakin yürüyüşleri, mutlu gülümsemeleri, neşeli konuşmaları...
Havanın aydınlığı arttıkça gürültüler de yavaş yavaş artmaya başlar.
Uzak dağların doruklarında, gri kayalardan yansıyan ilk ışıklar, biraz aşağıda sabah sislerinin arasında nazlı nazlı sallanan uzun çamların tepeleri belli belirsiz fark edilir.
Daha da aşağılarda sararmış kırların, bodur ağaçların batıya doğru uzanmış gölgeleri görünür.
İlk ışıklar herbirini ayrı ayrı aydınlatır, artmaya başlayan ısısıyla gecenin serinliğini unutmalarını sağlar...
Gecenin sonunda, ilk aydınlığın işareti göründüğünde, gecenin derdini çekenler için -diğer geceye kadar- tasaların bittiğini anlatır  ufuktan ta uzaklardan ancak ulaşan ilk ışık pırıltısı ...

11 Ağustos 2016 Perşembe

Köprüler

Köprüler vardır yolları birbirine bağlayan,
Yolları bağlayan bir uzun köprü,uzak gönülleri de birbirine bağlar.Küçük köprüler de vardır,yakın görülen ama birleşemeyen yolları ve gönülleri birbirine bağlayan.
Köprünün uzunluğu,geçtiği suyun genişliğine bağlıdır. Ve bu tür uzun köprüler uzun emeklerin,çabaların sonucunda iki yakayı birleştirirler. İşte bazen uzak ve birbirinden ayrı gönülleri birleştirmek için de benzer  çabayı  göstermek gerekir.
Kısa köprüler,bazen derin uçurumların,  dibi görünmeyen yarıkların üzerinden iki yakayı bağlarlar.Ve bu köprüleri yaparken oluşacak bir hata köprü inşasında çalışan kişinin / kişlerin derin uçurumlara düşmesine hayatını kaybetmesine yol açar.
Bazı gönüllerin arasında da derin ayrılıklar vardır. En küçük bir hata gönül köprüsünü yapmaya uğraşanın hayatını etkiler.
Yunus Emre ne demiş." Gönüller yapmaya geldim." Çevresindeki insanlarla "köprüleri atmış" kişiler vardır. Kendi kabuğunda herşeye ve herkese uzak kalan, şüpheyle bakan. İşte gönül köprüsü ustaları bu insanların köprülerini tamir etmeye uğraşırlar.
Anadolu bozkırlarının yanık sesi, Rahmetli Neşat ERTAŞ'ta "Köprüden geçti gelin,saç bağı düştü gelin" diye bahseder köprülerden. İçinde hüznün ve özlemin sarmal olduğu bir türküdür bu. Yurdundan, yuvasından uzaklarda gurbetin bitmez derinliklerinde ekmek peşinde koşan,  sıla hasretiyle boğazları düğümlenen bozkır çocuklarının bir isyanını mı terennüm etmekte acaba diye düşündüğüm de olmuştur.
"Malabadi Köprüsü burda başladı bitti şu garibin öyküsü" diye Selçuk Alagüz 1970 yıllarda söylediği bir parça da aklımda kalmış.

Yine fethin coşkusunu veya işgalin hüznünü bağrında saklayan köprüler de vardır. Bence İvo Andriç'in "Drina Köprüsü" romanı köprü konusunda bir başyapıttır.

Şehirlerin kaderini etkileyen nehirlerin şehirlerle nişan yüzüğü gibidir köprüler.  Birbirlerine birleştirir. O yaka ile bu yakayı. 
Her şehrin geçmişten günümüze kadar gelen tarihinde köprülerle ilgili nice acılar, hüzünler, mutluluklar saklıdır. Bazen nehre düşen birine ağıttır, (Şu Fırat'ın suyu akar derindir) Bazen fetih alaylarının davullarla zurnalarla karşılandığı bir duraktır.

Manisa'dan Saruhanlı'ya  doğru giden İzmir İstanbul karayolunun hemen Manisa çıkışında Gediz nehri üzerinde bir demir köprü vardı. Trafiğin az olduğu yıllar boyunca kullanıldı. Yol dar gelmeye başladığında yanına yeni büyük bir beton köprü yapıldı. Fakat eski dar ve alçak  demir köprü de yerinde duruyordu.
Batı Anadolunun İç Anadoluya sınır olduğu yüce dağların başındaki karlar, baharda erimeye başladığında ya da günlerce süren yağmurlardan sonra, önce dereler kabarır. Ardından Gediz Nehri ile  köprünün hemen yanında nehirle birleşen Kemalpaşa dağlarının sularını getiren Nif çayı da yavaş yavaş yükselmeye başlardı. Önce alçakta olan eski  demir köprü tasan sulara teslim olur, ardından su seviyesi yeni beton köprünün hizasına kadar gelirdi. Yoldan köprüden  gelip geçenlerde geçiş anında bir kalp çarpıntısı olurdu. Hızla akan kabarık suyun gücü bir kısım insanları heyecana garkederdi. Hamile kadınların mümkünse biraz daha beklemesini salık verirdi güngörmüş ihtiyarlar. Ne olur ne olmaz derlerdi. Hamile olana fazla heyecan gerekmez.
 Her iki tarafta işlerinden dolayı köprüden yararlanmak zorunda olanlar endişelenir."Gediz yine taşar bu gidişle" diye bağlarına bahçelerine köprüden geçerek gidecek olanları bir tedirginlik sarardı. 
Manisa'nın Karaköy kahvelerinde sobanın etrafına,  ellerinde yiyecek çıkınlarıyla oturmuş bağcılar, budakçılar gelecek at arabasını/aracı beklerken böyle konuşurlardı. Çünkü Gediz taşmışsa işe gidemeyecek ve yevmiyelerinden olacaklardı.
Her ne kadar korkarlarsa korksunlar sonunda korktukları başlarına gelirdi. Bir sabah uyandıklarında köprünün sular altında kaldığını karşıya geçilemeyeceğini görürler ve çaresizce beklemeye başlarlardı. Bu bazen dört bazen altı yedi günü bulurdu. Sadece köprü değil nehrin kenarındaki bağları ovanın çukur (su seviyesine yakın) yerlerini de su basardı. Belli bir süre şehrin gündemi bu olurdu. Bir kısım genç ve dinç meraklılar üşenmeden Ulucami ve daha yukarılardan ovaya bakar ve durumu Karaköy kahvelerinde bekleyen ihtiyar bağcılarla paylaşırlardı. Akşam yeni gelen bilgilerle yeni muhabbetler kurulur, eski bağcılar yine eski zamanlardan kalmış hatıralarını paylaşırlardı.
Günler sonra konu unutulmaya, normalleşmeye başladığı bir sabah "sular çekildi" haberleri doluşurdu kahvelere.Gençlerde bir telaş.  Babalarına gelirler " hadi baba atı arabayı hazırlayalım, ovaya gidelim" derlerdi. Babalar ya da ihtiyarlar hiç istiflerini bozmazlar,"sakin ol oğlum ovaya bir haftadan evvel inilmez, arabaları batırırız, bağların arasında çamurdan dolaşamayız,biraz daha beklemeliyiz" diyerek onları sakinleştirirlerdi. 
Bir yaz günü ikindi sonrası arkadaşlarla istasyondan demir köprüye kadar yürümüş ve aşağıda suya girenleri seyrediyorduk. O sırada At arabasıyla bağından gelen ihtiyar bir amcanın  köprüden geçerken hayıflandığını,kendi kendine söylendiğini kızdığını  farkettim. Başını kızgınlıkla sallayarak "Hala bu demir köprüyü kullanıyoruz,yuh olsun bize" dedi...
Soramadım neden böyle dediğini,yolun darlığına kızdığını düşündüm.

(GEDİZ HAVZASINDA TARİHİ KÖPRÜLER VE FONKSİYONEL ÖZELLİKLERİ Historical Bridges in the Gediz Basin and Their Functional Features Doç. Dr. Mehmet Akif CEYLAN*
http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunidcd/article/viewFile/1021007375/1021006613)










Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...