11 Ekim 2022 Salı

Gözyaşı

Eşinin GAP turuna gittiği ikinci gündü. Evde iki günden bu yana bir sessizlik bir sakinlik ya da bir eksiklik vardı. Yukarıda kalan oğlu da artık aşağıda yatmaya başladı. Akşamları eşinin önceden hazırladığı yemekleri buzdolabından çıkarıp ısıtıyorlar. Bazen kendilerine göre yemek yapıyorlar. Bu sabah birkaç günlük ekmeklerin çoğaldığını görünce dilimleyip yumurtaya buladı. üzerine domates, peynir ve sucuk kesti. Önceden ısıtılmış fırına saldı. Bu arada çay demlenmeye başladı. Bir süre sonra ekmekler kızarmış, üzerine döşediği domatesler peynirler birbirinin içinde erimiş olarak fırından çıkardı. Dolaptan zeytini  peyniri de masaya  koydu, Çaylarını yudumlayarak kenarları biraz fazla kızarmış ekmeklerini kısa sürece bitirivermişlerdi. Nasıl olmuş dedi oğluna. On üzerinden beş dedi gülümseyerek. Ama  sormasına gerek yoktu. Çünkü hazırlayıp kızarttığı dilimler bitmişti. 

Telaşla evden çıkış hazırlıkları başladı. Yemek esnasında  çayı hızlı içtiği için sıcak çayın etkisiyle hararet basar terlerdi. Bu sebeple gömleğini kapıdan çıkmadan önce giyer ve öyle çıkardı. Gömleğini de giydi. Üzerine de -her ne kadar renk ve zevk olarak eski zamanların bir eşyası olsa da - krem rengi montunu giyerek kapıdan besmeleyle çıktı. Oğlunda önceki zamanların gerginliği öfkesi yoktu. Neşeli sözlerle iğneliyordu babasını... 

Otomobille doğuya doğru yola çıktılar. Hatuniye Camisinin üst kısmında araçtan inerek hızlı adımlarla işyerine yürümeye başladı. Yol kenarındaki palmiye ağaçlarının diplerinde ıslaklıklar vardı.Sanki her ağacın dibine birileri su damlatmıştı. Ağaçlara bakarak yürürken parkın alt köşesindeki trafik ışıklarında yeşil ışığın ona geç demesini beklerken, palmiyenin üzerindeki büyük üzüm salkımlarına benzeyen meyvalarını ya da tohumlarını farketti. Bu salkımlardan bir mayi, bir sıvı damlıyordu ağacın dibine. Her canlının bir zamanı var diye düşündü. O palmiye anavatanında meyvaları olgunlaşıp sarktığında nice canlı besleniyordu. Ama bu uzak diyarlarda insanlarını estetik zevki olsun diye dikildiği bu yol kenarında meyvalarını ne bilen vardı ne de yiyen. Meyvalar oluyor ve yerlere dökülüp çevreye yapış yapış bir ortam bırakıyordu. Yoldan gelip geçenler tarafından meyvaların ezilişi sonrasında  onu söylenerek temizleyecek bir temizlik görevlisini bekliyordu. 

Belki de palmiye kendi kaderine bahtına ağlıyordu. Meyvalarından sızan gözyaşları mıydı?

8 Eylül 2022 Perşembe

Örtüşme

İşyerinde yarı uykulu öğleden sonrası faaliyetleri içerisinde iken birden büronun her yanını titreten güçlü bir müzik sesiyle irkildim. Ancak odadaki arkadaşlarda herhangi bir irkilme emaresi yoktu. Etkilenen sadece bendim. Yan masada oturan arkadaşım ise gülümseyerek . "Bu akşam İbrahim Tatlıses kurtuluş konseri verecek, orkestra akşama hazırlık yapıyor, müzik aletlerinin akortlarını yapıyorlar." dedi.  
...
1986 senesinde İzmir Fuar Trafo Merkezinde elektrikçilik yaparken İzmir Fuarındaki Lunapark Gazinosunda sahneye çıkan İbrahim Tatlıses'i bir ay boyunca akşam nöbetlerinde dinlemiştim. Görev yerinde çalışırken, otururken, gezerken her an Tatlıses'in şarkıları kulaklarımda idi. Çünkü onun şarkı söylediği gazino ile benim nöbet tuttuğum işyerinin kuzeyindeki duvarı bitişikti. 
O günün şartlarında müzik aletlerinin ve  güçlü amfiler ile yüksek sesli hoparlörlerin  gümbürtüsünü durduracak imkanım yoktu. Mecburdum dinlemeye. Hergün aynı şarkılarla başlayan (Gülüm Benim ) konserinde söylenecek şarkıların sırasını ezberlemiştim. Ve artık benim için  Tatlıses'i canlı dinlemek sıradan hale gelmişti. İlk gün dinlediğimde dikkatimi çekmişti, ancak günler günleri kovaladıkça sesler, müzikler, konuşmalar sıradanlaşıyordu. (Sadece bir akşam konsere girizgah  yaptığı gülüm benim şarkısının yerine yemen türküsünü söylemişti.) Bir yönüyle uzaktaki ekipten olmuştum. Elektrik giderse müzik de yoktu. Çünkü o günlerde jeneratörler yaygın değildi. 
Yıllar yılları kovalayıp hayat masalımın nihai noktalarına doğru yaklaştığım bu günlerde yine bir Eylül akşam üzeri, yine çalıştığım işyerinin kuzeyinde, yine bir Tatlıses konseri ile karşılaşmak bir tesadüf olsa da acaba  farketmem gereken bir mesaj mıydı?  Sadece bir örtüşme miydi? 
Çalıştığım tarihi binanın önünde kurtuluş gününün sevincini kutlamak isteyen şehrimin insanları toplanacak eğlenecek mutlu olacaklardı. Hazırlık yapılan alanı ve sahneyi inceleyen işyerinde bir arkadaşım bir hafta önce Bodrum yolunda kaza geçirdiği ve kaza sebebiyle ayağından rahatsızlığı olduğundan Tatlıses için sahnenin ortasına bir koltuk yerleştirildiğini söyledi.
Bu sabah saat onda şehrin ileri gelenleri Cumhuriyet Meydanındaki anıtın önünde bir araya gelerek  8 Eylül hakkında önemli konuşmalar yaptılar. Asker polis memurlar siyasi parti temsilcileri halktan bir kısım insanlar yaklaşık bir buçuk saat süren tören süreci boyunca bir aradaydılar. Cumhuriyet Meydanın kuzey kısmındaki anıtın önündeki kitle meydanın üçte birini ancak dolduruyordu. 
Önceki yıllarda çocukluğunun ve gençliğinin törenlerin düşündüğümde şehirdeki coşkunun o yıllara göre azaldığını gözlemledim. Acaba yaşımın ilerlemesinin hormonlarına etkisi nedeniyle durgunlaşmasından mıydı bu gözlem? Diye düşünerek olumsuz  bir kanaat geliştirmemeye çalıştım. Fakat işyeri arkadaşımın eşi tören sonrası büroya geldiğinde sohbet esnasında "coşku gitgide azalıyor" diyerek düşüncesini ifade edince sadece sustum.
Sekiz Eylül'ün nedenleri, niçinleri, yeniden benzer durumlara düşülmemesi için yapılması gerekenler nelerdir? soruları cevapsız kaldı. Belki de artık önemsiz sorulardır.
Düşman çizmesi altında türlü türlü eza ve cefa cekerek katledilen atalarımıza, kurtuluş için canını feda eden şehitlerimize ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'le beraber tüm  gazilerimize Rahmet ve Minnetle... 

23 Ağustos 2022 Salı

Bu sabah

İçeriye girer girmez akşamdan kalan ter kokusunun havaya sindiğini  anladı. Hemen kuzeye ve doğuya bakan ahşap pencereleri açtı. Oda  kapısı açık olduğundan  hava yavaş yavaş değişmeye başladı. Masasına oturmadan radyoyu gördü. Tuşuna bastığında Karacaoğlan'dan  "Ela gözlüm ben bu elden gidersem" türküsünün tınıları başlamıştı.

Daha sonra Erzurumlu Hanımefendi girdi odaya. Adından Saruhanlı Bahadır Köyünde yetişen diğer genç pehlivan selam vererek geldi. 

Birkaç dakika önce sessiz olan odaya karşılıklı sohbet, bir neşe bir canlılık getirdi. Radyo çalsa da eski önemini yitirmişti. "Sabah sabah bu kadar konuyu bu kadar muhabbeti nereden buluyorlar bu gençler" diye düşündü. Kendisine sorsalar elinde sıcak orta demli bir çayı höpürdeterek sessiz bir köşede TRT Türkü dinlemek isterdi. 

Ama hayatın kenara çekilmesini engelleyen mecburiyetleri onun bu hayalini ileri zamanlara iteliyordu.

Gürültü her tarafta gitgide artıyordu. En son koroya kağıt kırpma makinesinin  motorlu bıçaklarının gürültüsü eklendi.

Saat dokuza doğru ilerlerken 110 yıllık şehrin en eski resmi binasının doğu kısmında bulunan bölümlerinde gün böyle başlıyordu.


11 Ağustos 2022 Perşembe

Ayakkabı

On yılı aşan bir zamandan beri mesai saatleri içinde adımladığı binanın orta katındaki orta koridorda bugün de kendi ayak seslerini dinledi. Ayağına giydiği ayakkabısı daha önceki günlerde giydiği plastik tabanlı plastik topuklu ayakkabılarına göre  farklı idi. Halis siyah deriden gerçek kösele tabanlı ve tahta topuklu olarak imal edilmişti.  Kullanılmamış olarak uzun yıllardır ayakkabı dolabında duruyordu. 

Bir kaç ay önce kızının düğün zamanı gelip çattığında dolabında yeni olan ya da  kullanılmayan ayakkabılarını gözden geçirmişti. Numarası küçük olduğundan ayağını sıktığı için giymediği bu ayakkabıyı ayakkabı tamircisine götürerek genişletmeyi düşündü. Ayakkabıcı önceki durumuna göre biraz genişletince hemen denedi. Ayakkabıyı daha rahat giyebildiğini, ayağını sıkmadığını anladı. Sevindi. Evde oğlunun amcasının düğününden bu yana uzun süredir giymediği diğer ayakkabıyı da tamirciye getirmişti. Onu da denedi. Her iki ayakkabı da ayağına olmuştu. Böylece  araştırma ve yeniden değerlendirme  sonucu günlük kullanabileceği iki ayakkabısı daha olmuştu.

Niçin dolabın içinden çıkarmadığını önceki işyerinde teknoloji, bilgisayar, telefon, internet, kablo, modem, iletişim gibi kelimelerin bol bol kullanıldığı bir ortamda kullanılmaya da uygun düşmediğini hatırladı. Hem başkasına vermeye kıyamıyordu. Hem de ayağına giymeye cesaret edemiyordu. Belki de dar geldi sözü bir bahaneydi.   

İşte bugün o ayakkabısı ile koridor etrafındaki odalarda çalışan görevlilere koridorda yürüdüğünü fark ettiriyordu. 

Ayakkabı, eskilerin faytoncu ayakkabısı dedikleri biraz külhanbeyi giyimini andırsa da rahattı, doğaldı. Bu ayakkabıyı giyenin eline tamamlayıcı parça olarak güzel bir kehribar tesbih yakışırdı. Ancak şehrin en ciddi ve yüksek amirlerinin bulunduğu bu 114 yıllık tarihi binada tahta topuklu ayakkabı giyerek tesbih sallamak yakışık almazdı. O sebeple tesbih sallamayı boş verip  sadece ayakkabısının koridordaki tıkırtısının çevresinde oluşturduğu "farkındalık" ile yetinecekti.

13 Mayıs 2022 Cuma

mns yarı maratonu (13.05.2022)

    Cuma namazından geldikten sonra her sabah çıktığı öğleyin de indiği merdivenleri tırmanırken bir ara dış kenar korkuluklarına dayanıp, meydanın kuzey ucundaki kurtuluş anıtına doğru baktığında, alanın Vestel  ve anlamını bilemediği mns kısaltmalı flamalarla donatıldığını gördü. Batı kenarına yarım düzine gölgelik kurulmuştu. Bir kısım insanların girip çıktığı bu gölgeliklerde ne olduğunu merak edince, az önce temkinli çıktığı merdivenlerden -merakın da etkisiyle- çabucak indi. Yürürken gölgesinde sallanan kravatını farkedince yavaş ol, öyle paldır küldür gidemezsin, kıyafetinin ağırlığı nisbetinde ağır olmalısın dedi kendine. Ve yavaşladı. Artık az önce merdivenden inerken üzerinde olan telaş ve heyecanın yerini temkinli bir sükunet almıştı.  

    Gölgeliklere doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladı. İlk gölgeliğin altında küçük oğlu ile aynı yaşlarda iki gencin  kendisine doğru dikkatle baktıklarını görünce ; Nedir bu "mns"  sorusuna, "Manisa yarı maratonudur. Cumartesi küçükler pazar günü büyükler için organize edilecek. Maratona katılacakların işlemleri için ve katılacaklara verilecek malzeme için bu çadırlar kuruldu." cevabı üzerine teşekkür ederek, diğer gölgeliklerdeki eşyalara da baka baka meydandan ayrıldı. Ayrıldı ama içinde bir ses katıl, diğer bir ses bilinmeyen ve bütün gözlerin üzerinde olabileceği bir yerde sıkılmayacak mısın diyordu. 

    Hala o tereddüt içinde bekleyip duruyor.

(Emekliliğini doldurup da  aynı işyerinde çalışmaya devam eden bir memurun günlük faaliyetlerinin bir kesitini okudunuz.13.05.2022 )

10 Mayıs 2022 Salı

Yüz on üç

    Gecenin bir vakti apansız uyanmanın getirdiği sonuç olan uykusuzluğa ancak bu ana kadar dayanabilmişti. İstemeyerek kafasını masaya koyduğu anda içi geçivermişti. Garip bir tesadüf o anda da büronun kapısı ansızın açılıvermesin mi? Hemen başını kaldırdı. Elinde bir tomar evrakla giren bölüm sorumlusu başını masadan  kaldırdığının farkına varmadı. Ya da önemsemedi. Çünkü takip ettiği iş hala bekleme aşamasındaydı.  "Abi istersen bugün erken git" deyince fark ettiğini anladı. Sonra bölüm sorumlusu odadan çıktı. Diğer arkadaşları da tek tek evlerine gittiler. 

       Yalnız kalmıştı. yüz on üç yıllık binanın, yüz on üç yıllık duvarları pencereleri arasında yalnız kalmıştı. Dışarıdan temizlik görevlilerinin çöp kovalarını boşaltma seslerine, diğer odalardaki personelin konuşmaları karışıyordu. Yavaş yavaş mesai bitiminde yapılması gereken mutad işler tamamlanıyordu. Biraz sonra yüz on üç yaşındaki binada farklı ayakkabıların tabanlarının yüz on üç yıllık zeminde yüz on üç yıllık karolara çarparak çıkardığı sesler artacak, ardından bina diğer günün sabahının  sekizine kadar dinlenmek üzere yüz on üç yıllık uykularından birine daha dalacaktı. 

    Bu devrana o da Rabbinin kendisine müsaade ettiği süre boyunca şahit olacak ve bir gün devrini tamamlayarak çekilecekti. "Deftere kaydedilenlerin sorulduğu gün geldiğinde, defterini, hesabını verebilecek eylemlerle doldurabilenlerden oluruz  inşallah" diyerek klavyeyi bugünlük bıraktı.

15 Nisan 2022 Cuma

Onbeşinci Gün

Masasının yan tarafında bulunan yazıcının kendisine yakın kenarına  yapıştırdığı  imsakiyede oruçlu geçen günleri çizerken "vay on beş gün olmuş, ne kadar da çabuk geçti. Hem de fazla zorlanmadan"  diye düşündü. Bu Ramazan ömrünün elli sekizinci yılını sürdürdüğü günlere denk gelmişti. Nisan ayının içinde tutmakta olduğu oruçları bir daha otuz beş yıl sonra  yine aynı günlere denk gelecekti. Ama o, büyük ihtimalle o günleri göremeyeceğini tahmin ediyordu. Her yıl bir önceki yıla göre 10 gün erken gelmesi sebebiyle günlerin kısalacağı, havanın  gitgide daha da serin olacağını biliyordu. Bir yönüyle yaz oruçlarına göre daha rahat oruç tutulabilecek Ramazan ayları yaklaşıyordu. Çocukken ve ilk gençlik zamanlarında  Ramazan daha heyecanlı dolu dolu geçiyordu sanki. Yaşı ilerledikçe Ramazanlar da eskisi gibi dolu dolu geçmemeye başlamıştı. 

Aklına takılan, çözemediği nice nice soruları arka arkaya sıralamaya başladı. Aile sorumluluğu omuzlarına bindikçe dünyaya ve hayata daha başka bakmaya mı başlamıştı? Yoksa yaşadığı çevrede daha önce önemsenenler önemsenmemeye, tesirini azaltmaya mı başlamışlardı? Varlıkta gelişim ve inkişaf varken, manevi hayatımızda geriye gidiş mi olmuştu? Maneviyetin hayat sınırlarımızın ötesine doğru itildiği, görünürlüğünü gitgide kaybettiği doğru muydu? Bu doğruysa sebebi neydi? Ama çevresindeki söylemler tam tersini gösteriyordu. Televizyonlarda büyüklerimiz türlü türlü güzel şatafatlı ağdalı sözlerle ve programlarla manevi atmosferimizi anlatıyorlardı. O söylemlerden sonra ortaya konulan eylemlerin birbiriyle tutarlı olamayışı anlatılanların inandırıcılığını azaltıyor, tesirsizleştiriyordu. Ama o atmosfer kirlenmiş,,,


25 Şubat 2022 Cuma

On kuruş

Tuvaletteydi. Çalıştığı işyerinin tuvaletinin boşalmasını beklerken, elini köpürterek yıkayan,  yüzünde derin kırışıkları ve çenesinin üzerinde kesiği olan ihtiyara gözü takıldı. İhtiyar, lavabonun önüne eğilmiş parmak aralarından tırnak aralarına kadar yavaşça titizlikle titreyen ellerini köpürtüyor, temizliyordu.  Bu durumun normal temizlik ritüelllerine göre  aşırı kaçtığını düşünse de sırası geldiğinden ihtiyacını gidermek için içeriye girdi. Ama ihtiyacını giderdikten sonra lavaboya ellerini temizlemek için yeniden geldiğinde, o ihtiyarın hala el temizliğine devam ettiğini görünce biraz garipsese de kapıdan çıkınca unutmuştu bile.

Öğle arasında arkadaşıyla bitpazarının yanındaki kahvede buluştu. Sohbet ederken biraz ilerine oturan ihtiyar dikkatini çekti. Tuvalette ellerini uzun süre temizleyen ihtiyardı, hatırladı.

Arkadaşına "ihtiyarı masaya buyur edelim" dedi. 

İhtiyarı "buyur amca bir çayımızı içermisin" sözüyle davet etti 

Amca ricayı kırmayıp ihtiyarlığın verdiği kendine has yavaşlıkla masalarına geldi, oturdu. "Kusura bakma amca biz seni masamıza davet ettik emrivaki gibi oldu ama bizim masa biraz daha genişti onun için" deyip sohbete girizgah yaptı. İhtiyar bir kaç dakika sık sık nefeslendi, nefeslenirken olumlu anlamda başını sallıyordu." İhtiyarlık böyle bir şey gidersin gelemezsin, gelirsin çıkamazsın. gençliğin dinçliğin kıymetini bilin "

Hal hatır derken tekstil emeklisi olduğunu Makedonya'dan 1950 lerde göçüp şehrin batısına  yerleştirildiklerini, her zaman çarşıya inemediğini, bugün resmi bir iş için geldiğini, oturdukları  kahvenin çocukluğundan beri müdavimi olduğundan bir çay içtiğini, kalkacağı sırada masalarına davet edildiğini, saygılı insanlar olduğunuzu buyur ederken anladığından kıramayıp geldiğini anlattı.

Amca bir rahatsızlığın var mı? 

Neden sordum evladım? 

Şey bugün işyerinde tuvalete gittiğimde sizi elinizi yıkarken gördüm, çıkarken de hala elinizi yıkıyordunuz. Kendimce bir rahatsızlığınız olduğunu düşünerek merak ettim. 

Gülümsedi. "Evet rahatsızlığım var." 

Soran sandalyesinde geriye doğru biraz kaykılarak yanındaki arkadaşına, "bak gördün mü bildim." dercesine baktı.

İhtiyar anlatmaya başladı. 

"Tuvalette cebimden bir şey tıngırdayarak deliğin kenarına düştü. Baktım  madeni paraydı. Önce boş ver dedim. Kalsın. Toparlandım. Ancak paranın orada kalmasına ve delikten lağıma düşüp kaybolmasını içimden bir ses itiraz etti. Mantığım boş ver o kirli yerden nasıl alacaksın çık git dese de, çıkamadım. Uğraştım zorladım hatta terledim. Ama sonunda çıkardım. Parayı ellemiştim. lavaboda o kiri çıkarmak için, içime sininceye kadar yıkadım pakladım ellerimi. Normalde bir iki köpürtüp yıkama yeterliydi, ama, dedim ya, ne paranın orada kalmasına ne de ellerimin kirli kalmasını içime sindiremedim de o yüzden uzun sürdü temizliğim." 

"Amca kaç liraydı?"

 "Kaç lira olması önemli mi?" dedi ihtiyar yeniden.

"Gazi Paşanın tuğrasının orada kaybolmasına gönlüm razı olmadı. Gazi Paşa bu memleket için ömrünü vermiş ben onun tuğrasını kirli bir çukurda bile bile nasıl bırakırım."

Parayı cebinden çıkardı  masaya bıraktı. "İşte bu" dedi.

Masanın üzerinde 10 kuruşluk bir madeni para ışıldıyordu.




31 Ocak 2022 Pazartesi

Bağ

    Bir kaç günden beri kapalı olan gökyüzü bu sabah açılmaya başladı. Güneş, ışıklarını  öğleye doğru şehrin her yanına göndermişti. Nice zamandır gri bir aydınlık içinde kalan şehir ve üzerindekiler  daha aydınlık daha fark edilir olmuştu.   

    Küçük bir çocukken çevresinde bulunan eşyaları gözlemlediği anları düşündü. Avizelerin billur camlarına vuran  gün ışığının, başını oynattıkça farklı renklere bürünmesini, yine ince altın ya da gümüş simli ipliklerle dokunan düğün elbiselerinin üzerine vuran ışığın renk renk pul pul yansımasının ruhuna getirdiği mutluluk hissini hayal etti. Elbiselerden yansıyan ışıltıların onu neden mutlu ettiğini sorguladığında, genellikle tartışmalı olan, sorunların sıkıntıların yorgunlukların yüzlere yansıdığı diğer zamanların dışında düğünlerde büyüklerinin renkli düğün elbiseleri içinde neşeyle oynamalarının etkisi var mıydı?  Çocukluğunda dayısının nişanında annesinin neşeli hali onun hatıralarına ışıltılar içinde bir mutlu zaman olarak kaydedilmişti. Her hangi bir yerde ve zeminde ve zamanda nerede olursa olsun bir billur avize ve simli kumaş görse içinde bir mutlu heyecanın titremesinin sebebi miydi?

    Salihli, ilk çocukluğunun yeşil bağlar arasındaki güneşli ve sakin şehri. Evleri, o güne göre şehrin bağlarla olan güney doğu sınırındaydı. Evlerinin arkası güneye dönüktü. Güneyde uzun kavak ağaçlarının gün ışığıyla oynayan yapraklarının eve düşen hareketli gölgelerini düşündü. Doğu tarafında, evlerinin yakınında yere uzanmış uzun dallarının  geniş yapraklarının arasında salkım salkım üzümleriyle kimin olduğunu bilmediği bağ.  Mutfaktan çıkılan arkadaki küçük bahçenin, briketlerle örülen duvarının yanına bir kaç kavak ağacı da babası dikmişti. Mutfak kapısı ile tulumba arasında siyah çimento ile kaymak gibi sıvanmış zemini ve yazın gölge vermesi için tulumbanın üstüne sardırılan asmayı,  evlerinin salonunda marangozun tavanı ve kenarlarına pervazları kırma metre ile ölçerek dikkatle  çaktığını... 

    Salihli ile ilgili bu kadar ayrıntıyı nasıl unutmadığını düşündü. Özellikle babası Manisa'da tekstil fabrikasında çalışırken annesi ve kendisi dışında kimsenin olmadığı sessiz huzurlu ışıltılı sabah kahvaltılarını, iki kanatlı ahşap sokak kapısından çıkıp üç basamaklı beton merdivenden inince sağında, yani doğusunda kalan bağların üzerindeki kocaman sabah güneşinin gözlerini yakan parlaklığını...Yakınlarda başka bulunmayan demiryolu kenarındaki bakkala kadar yoruldukça annesinin  kucağına aldığı ona uzun gelen yolu, ama bakkala geldiğinde mukavva bisküvi kutularının üzerine geçirilen seyyar cam kapağı açarak kutusundan seçtiği içi karamel dolu küçük sandviç  bisküvilerinin çiğnedikçe damağında şaklayan tadı, bir gün o lezzete bir an önce kavuşabilmek için telaşla açarken kırdığı o cam bisküvi kutusu kapağı yüzünden bakkalın kızdığını, söylendiğini de... Ve üzülerek annesinin bacaklarına sarıldığını da...  Annesiyle eve geri dönerken  elinde birkaç bisküvi, ağzında hala çiğnediği damağındaki lezzetin hazzı ile,  demiryolundan geçen trenlerin  gürültülerini yeri titreten sarsıntılarını bile duymadığı zamanları, büyük dayısının evine giderken içlerinden geçtikleri  tarlalarda bir kaç  ağaçtan, daldan dala  atlayan sincapları  hatırladı...

Bu hatıraları ona hatırlatan okumakta olduğu kitaptı...(31.01.2022)

18 Ocak 2022 Salı

Vefasız

İşyerinde kullandığı bilgisayarın önceki yıllara ait bilgilerin arşivlendiği klasörleri incelemeye başlamıştı. Dosyaların arasında karşısına üç yıl önce taradığı bazı mektuplar çıktı. Bunlar, vefat eden arkadaşının öğrencilik yıllarında kendisine gönderdiği mektuplardı. Mektupları okudukça kendi yazdığı mektuplara karşılık cevapların bulunduğunu gördü. Arkadaşından gelenler karşısında idi ama kendi yazdıklarını hatırlamıyordu. Mektuplarda kendi yazdıklarının tırnak içinde alıntılarını gördükçe merakı daha da arttı. Neler yazmış, nereden aklına gelmişti de o tırnak içinde cümleleri kurmuştu. Ne kadar merak etse de arkadaşının da kendisinin onun mektuplarını sakladığı gibi sakladığını da soramazdı artık. Geçmişti.  Ancak onun yanına gittiğinde sorabilecekti. Cevaplar mahşere kalmıştı. Düşünürken üzülürken son yıllarda arkadaşı rahmetli olana dek çok sık görüşemediğini de idrak etti. Vefasızsın dedi kendine. Vefasızlığı sadece bu arkadaşına değil belki de nice başka arkadaşına da yapmıştı. Vefasızlık, zamanla yerini unutmaya ve bir gün anılarından bile uzaklaştırmaya götürmüştü bazı arkadaşlarını. Geçmişinin bir bölümünü sanki silmişti. Neden yapmıştı bunu. Yeni günler geldikçe ve hayatı geliştikçe geçmişinin yoğunluğunu taşıyamayacağı için miydi? Sanki ağır yük altında kalınca üzerindeki fazla yükleri atmaya çalışan yük hayvanları gibi miydi?

Yine birkaç gün önce vefat eden değerli Abisi ile İzmir'de geçen günlerdeki anılarını düşündü. Yine aynı vefasızlığın bir değişik şekliydi. 

İzmir'de Türkiye Elektrik Kurumunda teknisyen olarak çalışırken, üniversitede öğrenciliği de devam ediyordu. Bir gün arkadaşı Nejat'ın işlettiği Kemeraltı'ndaki İzmir Alsancak Kitabevinde Abisi ile karşılaştığında, Urla'daki araziye nasıl elektrik alınabileceğini sormuştu.  Kapasitesinin üzerinde bir bilgi gerektirdiğini söyleyememişti. Net olmayan tahmini bilgiler vermişti. Ve o sıralar ne zaman denk gelse arasına o soruyu sorardı.  Bu hatırayı yaklaşık kırk yıl sonra Abisinin vefat haberini aldığı günün ertesinde yeniden hatırlayabildi. "Vefasızsın, vefasızdın, vefasız" dedi.

Bunun, yani  vefasızlık denen illetin kendisinde neden, nasıl ortaya çıktığı irdelemesi gerektiğini düşündü. İrdelemek sebeplerini bulmak zorundaydı. Kurtulmak mümkündü. Öncelikle ilgilenemeyeceği kadar çok  dostları, ahbapları, arkadaşları, yoldaşları var mıydı? Vardı. Öyleyse tüm tanıdıklarına aynı samimiyeti göstermeye kendini mecbur mu hissediyordu?

Yaşadığı hayat boyunca alışkanlıkları, ilgi alanları, fikirleri değişiyordu. Bu değişikliklere göre öncelikleri de değişiyordu. Meşgaleleri , sorumlulukları ve sorumluluklarına bağlı endişeleri kaygıları artıyor ya da eksiliyordu. Bu onu bir noktada -önceki yıllarda yaşadığı hayata göre- daha pasif daha hareketsiz, suskun,  hatta parasının hesabına dikkat ederek daha tasarruflu, cimri bir şahıs haline getiriyordu.

Kendini koruma güdüsü denebilir miydi?  Bu güdünün sebepleri arasında kendini ve düşüncelerini beyan ederek savunabileceği konusundaki yetersizliğinin de etkisi var mıydı?

Evlenmişti. Eşi ve çocuklarının ihtiyaçları vardı. Yalnız başına, hür, başı bozuk/başına buyruk bir  halden mesuliyet sahibi bir fert haline gelmesi gerektiğini düşünmesine yaşadığı koşullar zorlamıştı diye düşündü. Bu düşüncesine itiraz etti, ama o günlerde de sorumluğunu bilen iyi olmaya çalışan kendince memleket hakkında idealleri, kişisel hayalleri  olan bir birey olduğunu, kimseye bir zararı olmadığını düşündü. Türkiye Elektrik Kurumunda çalışırken ara sıra yazdığı hatıra defterindeki cümleleri bunu ispatlıyordu.

Hepsi vardı. Hepsi içiçe birlikle birbirini etki ederek onu hayatının bu aşamasına getirmişti. Vefasızlık değil belki de kaçıştı. Diyerek yine klavyeyi bıraktı.18.01.2022

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...