"Şimdi ise, doğuda ışıksız kalanlar, batıya giden ışığın, uzaktan kendilerine vuran yansımalarına muhtaçlar...."
kelimeleri ile bitirilen konuya kaldığı yerden devam,
...
Bu arada sömürünün ilk geliştiği Cenevizlilerin, Venediklilerin, İtalyanların ve İspanyolların dolaştığı eski dünyanın denizlerinde Barbaros Hayrettin Paşa'lar korsanlığın, çapulculuğun önüne geçmiş, Osmanlı o günkü koşullarda batının doğuya sömürüsüne gücü dahilinde set çekmiş, böylece Akdeniz ve Doğuda korsanlık ve sömürü azaldığından, aç kalan sömürücüler yeni sömürü alanları bulmak için, (keşifler çağı) benzer seferleri batıya doğru yapmaya başlamışlar.
Amerikayı ilk keşfetmeye gidenler Avrupanın ipsizleri, hırsızları, katilleri değil miydi? Amerikanın kuzeyinde de güney kısmında da yapmadıkları soykırım, katliam, vurgun, soygun, yıkım kaldı mı?
O toprakların eski medeniyetleri yer ile yeksan oldu. Yeni dünyanın tüm hazineleri yeni batıdan orta batıya (Avrupa'ya) aktı. Sömürü ile zenginleşince de zengin hammadde kaynaklarını hızla işleyebilmek için, tesislerde çalışacak insan gücü ihtiyacı oldu. Köylerde yaşayan derebeylerinin selfleri, kentlerdeki üretim tesislerinde hayvanlardan beter şartlarda üretime katkı sağlamaları için kıyasıya çalıştırıldılar. Ancak o kadar çok hammadde geliyordu ki yetmiyordu insan gücü. İlk buhar gücü ile çalışan makinalar, lokomotifler. Depolar, Hindistandan gemilerle gelen bedavaya yakın maliyetteki pamuk ile doluyordu. Bir çare bulunmalıydı, hız için serilik için, depoların boşaltılıp yeni pamuklara yer açabilmek için. Böylece pamuk eğirme, dokuma makinalarının gelişmesi sanayi devriminin fitilini ateşledi. Buharlı lokomotifler, demiryolları, buharlı gemiler. v.s. geliştikçe gelişti.
Ama sömürülen fabrika çalışanlarının isyanı da büyüyordu. Onlarda ezile ezile teşkilatlandılar. Düşük ücretlerle çalışmayı durdurmak, çalışma saatlerinin sınırlandırılmasını sağlamak için, insan olarak yaşamak için çalışanlar birleşerek seslerini yükselttiler. Güçlendiler, nice acılarla sendikaları geliştirdiler. Muhteris tüccarların dükkanlarında fahiş fiyatlarla satılan ürünleri uygun bedellerle satın almak gayesini de taşıyan kooperatifleri geliştirdiler.
Sanayinin ilk geliştiği yerlere bakılınca demir ve kömürden oluşan bir ada diye tarif edilen İngiltere'ye pamuk balyaları yığılınca, sadece bir kıvılcım gerekiyordu. (Kıvılcım; Altın ve para idi.Bedava gibi pamuk, kömür, ateş, eriyen demir, makina...daha çok servet, zenginlik)
Orta batı; -yani Avrupa- yeni dünyayı,( Yani her iki Amerika,) güneydeki Afrikayı, Ortadoğuyu Uzak doğuyu denizyolları ile kendine bağladı. O kıtalardaki medeniyetlerin ışıklarını söndürdü, odlarına ocaklarına baykuşlar tünedi, ocakları dağıldı, yıkıldılar. Ancak bunları sahip/efendi olarak kabul edenler kaldı.
Farklı yerlerde, değişik yöntemlerle, ya da sebeplerle bunlara dur demek isteyenler, karşı çıkanlar, isyan edenler tabii ki vardı. Sonları Amerikan kızılderilileri gibi, Aztekler ve aklıma gelmeyen niceleri gibi olanlar da, Cezayir gibi kendi dilleri olan Arapçayı unutup Fransızcayı ana dili gibi konuşan topluluklar da oldu.
Bir yönüyle bir noktaya kadar Osmanlıyı ve fakat özellikle 1919 Kurtuluş Savaşını bu açıdan değerlendirmek gerekiyor.
Hindistanın İngilizlerle mücadelesinin kahramanı Gandi'nin, Kurtuluş Savasımız hakkında, "Ben Türkler İngilizleri yeninceye kadar tanrının bile İngiliz olduğunu düşünüyordum."diye bir sözü varmış.
Bu mücadelenin, yeniden - ilk dönemindeki anlamına uygun olarak- devam etmesinın lüzumuna yürekten inanıyorum.
"Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar"ın kalan dişini de, tırnaklarını da sökmek/en azından tesirini azaltmak için sınırdaki son kalede mücadele devam etmeli.
Bazen, bir kısım dostlardan dünyanın ücra bir köşesinde huzur içinde sakin bir hayat sürmek düşüncesini duysak da, burada kalmak uğraşmak, en azından mücadele edenlere manevi destek olmak düşüncesindeyiz..