19 Nisan 2016 Salı

İzmir Caddesi

1976, İzmir Caddesinin ismen değil cismen İzmir Caddesi olduğu son yıldı. Hacı Yahya Camisinden Kırmızı Köprüye doğru ilerlerken sol köşede bulunan "sabahçı kahvesi" yirmidört saat açıktı. Sabaha az bir zaman kala otobüsten inip konaklama imkanı bulamayanların, yola çıkacakların bekleme, dinlenme mekanıydı. Sandalyeye oturup kollarını masaya kavuşturduktan sonra kapanıp uyuyanlara karşı kayıtsızlığım o günlerdendir. Bir türküde geçer "Bize mesken oldu kahveler hanlar" doğrudur. Yokluğun, sınırlı maddi imkanların arasında bir kolaylık tesisiydi bu ve benzeri işlev gören kahveler.



Bu cadde İzmir'den İstanbul yönüne giden ve gelen  otobüslerin geçiş güzergahı idi.

Caddenin, garaja varmadan önceki son en önemli noktası ise Sultan Camisi önündeki kavşaktı. Düz giderseniz garaja, sola dönerseniz İstanbul'a yönlenirsiniz. Sağınızda Saruhanbey anıtı ve biraz ileride Muradiye Camisi bulunurdu.
Muradiye Camisinin batı kısmında sürücü eğitimi verilen araçlar park ederdi. Ehliyet sınavları da bir zamanlar Muradiye Camisi yakınlarında yapılmıştı. Direksiyon kursu araçları vızır vızır dolaşırdı. Beyaz bir Murat 124'ün ön kapılarında "Ayrancı Direksiyon Kursu" yazısını hatırlıyorum.

Karaköy halkı, bir sabah kalktıklarında semtin sessizleştiğini   yılların  hareketini azaltamadığı İzmir Caddesinin boşaldığını farkettiler. Ve cadde boyu, ta garaja kadar olan her yer. Ve garaj da. Garaj o günden sonra eski garaj olarak bilindi.
O sabahtan itibaren otobüs gürültüleri, havalı kornalar, muavinlerin seslenişleri, sabahçı kahvesindeki beklemeler bitti. Karaköy dinginleşti. Sakin bir semt oldu. Bunu kestirenler yeni garajın etrafında konumlanmıştı. Kestiremeyen, imkan bulamayanlar sessizliğin içinde kaybolup gittiler.
2006 yapımı Arabalar 1 animasyon filmindeki Radyatör Kasabası gibi olmuştu. Karaköy semti yeni bir döneme girmişti. Ancak onu kurtaracak Şimşek McQuen hala çıkmadı. 

Yeni Otogar törenle açılmıştı. Artık otobüsler İzmir-Bursa sürat yolu olarak adlandırılan yolu kullanmaya başlamışlardı. Otobüs gürültüleri de yeni Otogarın etrafına. Ve şehir dağ yamaçlarından aşağı doğru  büyüdükçe Gediz Ovası da yavaş yavaş toprak kaybediyordu.

Lise yıllarım başlamıştı ve günlerim Karaköy İzmir Caddesinden çok çarşıda meslek lisesi etrafında geçmeye başlamıştı. Bu nedenle Karaköy'deki değişikliği layıkıyla  gözlemleyemedim.

Anarsi yıllarıydı.  Şehir ülkücüler- solcular olarak  kamplaşmıştı.  Ulupark - Fatih Parkı arasında şehir yeni gayri resmi bölgelere   ayrılmıştı.  Faşistlerden / komünistlerden kurtarılmıştı.(!) Anneler, Babalar okula giden, sokağa çıkan çocuklarının başına bir şey gelir, bir kör kurşun deyer korkusuna kapıldılar. Bir sokak üstümüzde evleri aynı sırada olan iki arkadaşımın abileri biri sağcı diye Adliyenin yanında, diğeri solcu diye Trabzon'da vurulmuştu.(1979) İlkokulda, doğumuzdaki Ön lisans kavşağından Arap alanına çıkan sokakta oturan benden üç yaş büyük bir abimiz ise lise'de okurken öldürülmüştü. Hala hatırımdalar.(1977)  Allah Rahmet Eylesin.






15 Nisan 2016 Cuma

Manisa Bitpazarı da Değişti.

Manisa Bitpazarı da değişti.Manisa Bit Pazarı zenit 122 �le


1976 yılına kadar şehrin garajı buradaydı. Şehrin hal'i (taze meyva ve sebze toptancılarının bulunduğu yer) buradaydı. Oto tamirhaneleri garajın etrafına yayılmışlardı. 1977 yılından 2010 lu yıllara kadar şehrin en önemli pazarı perşembe günleri bu bölgede kurulurdu. Önce garaj gitti yeni İstanbul yolunun yanına. Ardından yeni garajın doğu kısmına yeni hal yapıldı ve taşındı. En son perşembe pazarı yeni hal'in yanına taşındı.

Şehrin bu muhiti gitgide sessizleşti. Sakinleşti. Sokaklarından bir günde geçen insan sayısı çok düştü. Boş dükkanlar çoğaldı. Bir kısmı depo oldu. Bir bölümü harabe oldu. Öyle ki bu semtin üst kısımlarındaki mahallelerde  oturanlar gece saatlerinde bu sokak aralarından geçmeye korkar oldu.

En eski oto garajının kuyumcular çarşısı tarafında, yani kuzey  kısmında ise bedesten vardır. Garaj işlerken bu bedestende neler yapılırdı hatırlamıyorum. Ancak garaj kalktıktan sonraki yıllarda eski kapı pencere, dolap, çatı yıkıntılarından çıkan uzun ağaçların, sırıkların boy boy sıralanıp satıldığı bir mekan idi. İşte bu Rum Mehmet Paşa Bedesteni Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından içi boşaltılarak nikah ve toplantı  salonu haline getirildi. Bedesten duvarına yaslanan  her iki yanındaki dükkanlar da restore (!) edildi.
Siyah renkli kepenkleriyle hangi tarihi dönemi simgelemek amacıyla yapıldığı anlaşılamayan bu dükkanlar şimdilik kapalı duruyor. Restore edilmeden evvel buralarda ayakta zar zor duran küçük esnaf barınırdı. Şimdi onlarda yok. Nerelere gittiler ?

Bedesten etrafında ömür geçirmiş eski sakinleri  restorasyon konusunda ne düşünüyorlar ? Ayakkabı tamircileri, semerciler, demirciler, kavafiye malzemesi satanlar, terziler, saatçiler neredeler? Sessizce kimseye bir şey diyemeden hayatımızın görünen kısmından kaybolup çekildiler. Bedestenin her iki tarafından aşağıya inen sokaklarında, bir tarafta siyah kepenkleri kapalı işlemeyen dükkanlar, diğer tarafından ayakta durmaya çalışan esnaf.

Bu bölgede  bir hareketsizlik oluşmuş. İnşallah hayırlı bir değişimin başlangıcı olur.

Seyyar satıcıların konuşlandığı doğu kısmında ise; Büyükşehir Belediyesi tarafından takip edilen bir proje ile bu bölgedeki dükkanların dış görünüşleri eski haline dönüştürüldü.

Batı kısmına göre bu bölgenin canlılığı 2012 den bu yana bir hayli arttı. Özellikle Suriye krizinden sonra yurda giren ve göç dalgasının etkisiyle  kendini Manisa'da bulan mültecilerin ihtiyaçları için en ekonomik alış veriş mekanı oldu. Perşembe günleri boş olan sokaklar günden güne yeni satıcılarla doldu. Ancak genellikle eski elbise satıcıları ve temel ev eşyası satıcılarının yoğunluğu artıyor.. Bu bölgedeki kapalı dükkanlar da yeniden açılmaya başladı.

Bu bölge ile ilgili bir başka husus ise Siirtlilerin ve Bitlislilerin toplanma mekanı. Bir çok küçük kahve,çay ocağı  var. Kahveler Çeşnigir Camiinde öğle ezanı okunurken birden boşalıyor. Oturanlar namaz saati cemaat oluyor, namazdan sonra yeniden kahve müdavimi. Ve muhabbetler kaldığı yerden bazen Türkçe, bazen memleket şivesiyle ikindiye devam edip gidiyor.  Bazı tarikatların müridlerinin toplandığı kahveler ve toplantı mekanları da mevcut.

Şehirde sükunet ve huzur arayanların, iddiasız abartısız bir gün geçirmek isteyenlerin, yaşı kemale ermiş büyüklerimizin vakit geçirebileceği bir bölge olarak da tasnif edilebilir.

Perşembe günleri satış yapmak için açılan yer sergilerinde artışın olduğu gözlemlense de haftanın diğer günlerinde sabit esnafın alışverişlerinde canlanmaların olduğu ifade ediliyor. Konuştuğumuz bir kısım esnaf önceki yıllara göre durumdan oldukça memnunlar.

Ancak canlanma halkın alım gücünün  azalması sonucu da oluşabilir. Suriyeliler ve Manisa Şehrinin orta tabakasının durumu pazarda hareketlenmeye mi yol açtı?
Yoksa nostalji peşinde koşan antika meraklıları mı? diye düşündüğümüzde ise eski giyim ve ev eşyası satıcılarının artışı gerçeği,  antika meraklılarının etkisini gölgeliyor.

Perşembe günlerini iple çeken bit pazarı müdavimleri ise son durumdan memnun değiller. Çünkü piyasada alıcıların çoğalması satıcıların umudunu / pazarlık gücünü  arttırıyor. Müdavimlerin pazarlık gücünü azaltıyor.

Pazarda eski huzuru bulamadıklarını, ortalığın gitgide kalabalıklaştığını anlattı bir müdavim.

Onlar hobileri, merakları için bu düşünce içinde olsalar da, esnafın memnuniyeti daha ağır basıyor.

Mali durumu kötüleşen halkın sınırlı gelirini hayati gıda harcamalarına ayırdığı, gelir kaynaklarından artan kısım ile diğer ihtiyaçlarını ikinci el eşya pazarlarından karşıladığı sonucuna da varılabilir.

Suriyeliler, orta direk, müdavimler ve esnafın durumlarını gözden geçirerek memleketin Manisa bit pazarından görünüşünü irdelediğimizde, memlekette fakir fukaranın çoğalması sebebiyle eskiye rağbetin arttığı anlaşılıyor.

Her ne kadar atalarımız "Eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına nur yağardı." deselerde..





14 Nisan 2016 Perşembe

Sanal Orman

Uçsuz bucaksız sanal ormanda ne arayanın olur ne de soranın.
Sadece dünyanın işinden gücünden, kafandaki karmaşıklıktan fırsat bulup aklına gelirse ara sıra bir kaç tuşa dokunup, içindeki sesi monitörle paylaşmak...
Bilinmeze yazmak.
Havaya ellerinle bir yazı yazarsın ya yanındaki arkadaşın okusun diye.
Öyle bir şey...

Eski Yazılar

İkibinonüç yılının aralık ayının ilk on günü de bitti. Durgunluk var hayatımda. Dingin,durgun bir haldeyim.
Sanki birşeyleri bekleyen insanlar gibiyim. İstasyonda, gelecek trenden inecek bir yolcuyu / dostu bekler gibi.
Ya da postacının kapıyı çalıpta ümitlendiği bir konuda haber getirmesini bekleyenlerin sıkıntılı bekleyişine de benziyor.
Sabah işe geliyorum. Hiçbir şeye dokunmak istemiyorum. Öylece akşamın oluvermesini bekliyorum.
Bir şeyler yaparsam, başka bir şeyleri kaybedecekmişim, başka bir şeylerden uzaklaşacakmışım gibi bir halim var. Gözlemek gözlemlemek, bakmak, uzaktan takip etmek istiyorum. Neyi, neden, nasıl,bilmiyorum. Tereddüt, kararsızlık bu duruma getirdi beni.
Birşeyler yaparken ya eldekileri de kaybedersem tedirginliği var. Sağlık olsun.
Derin bir nefes çekerek kapatıyorum sayfamı...

Uyanış

Mart bitti, Nisanın ortalarına geldik. Hava bazen serin bazen sıcak ama gitgide ısınıyor. Güneyimizde bulunun dağlara yemyeşil kadifeler seriyor tabiat. Tüm canlılarda bir başka coşku oluşmasına yol açıyor. Hayatımızda Malta semti ile Çarşı arasında yürümekten başka hafta içi faaliyet olmadığından ancak güneydeki dağın yeşile bürünen yamaçlarını seyretmekle yetiniyoruz.

Tabiat Yaratanın kendisine bahşettiği döngü içinde güzelliklerini sergileyerek görevini yerine getiriyor. Mevsimden mevsime farklı hallere bürünüyor. Baharda uyanıyor her zerresiyle, yazın olgunlaşıyor ve güzün yavaş yavaş sararıyor, havalar serinledikçe içine kapanıyor. Uzun kış soğuklarını atlatmak için uykuya dalıyor. Yaşamak için, kendisine tevdi edilen görevi yerine getirmek gayesiyle renkten renge,şekilden şekile dönüşüyor, kendini koruyor ve geliştiriyor. Dallarıyla, yapraklarıyla, tomurcuklarıyla, çiçekleriyle, meyvalarıyla, dökülen yapraklarıyla. Kuşlar, kuzular, bilcümle diğer canlılarda kendi devranlarını yaşıyor ve gelişiyorlar.

İnsanoğlu da bunun parçası ama kendini tabiatın akışına bıraktığında böyle. Fakat genellikle son yıllarda farklı hallere bürünmeye başladı sanki insanoğlu. Tabiatla beraber değilde savaşır gibi, rakip gibi oldu. Kirlenen hava, kirlenen su, deniz, daha çok kazanma uğruna bozulan dünya dengesi. Kısaca eskilerin ifadesiyle dünya hırsı, daha çok kazanma, üretme derdi olmuş insanoğlunun. Egoist, benmerkezci bir bakış kaplamış gözünü, ruhunu. Açı, açığı, yoksulu, fakiri, yeşili, çiçeği, böceği gördüğü yok. Varsa yoksa daha çok yemek ve kazanmak ana amacı olmuş insanoğlunun egemenlerinin ve onu örnek alan benzerlerinin.  Daha çok ye, daha çok harca, daha çok tüket. Daha çok üretim, daha çok tüketim...

Bize bahşedilen dünya nimetlerinin sınırları olduğu bilinmesine rağmen zaptedilemeyen hırslar yüzünden gitgide dünyada huzuru, mutluluğu bulamaz oluyoruz. Sonra psikolog kapılarında elimize verilecek birkaç hap için sağlık dilenciliği yapıyoruz. Suni çözümler içinde bazılarımız.
İfadem kendini düzenleyerek insanca yaşayabilme imkanı olduğu halde, doğal dengeyi kaybedenler için geçerli tabii ki. Yoksa gerçekten ihtiyacı olanlara değil.

Bilsen de, bulsan da, farketsen de bir şey değiştiremiyorsun. Her birimiz tek tek  yakalanmışız hazlarımızdan, tüketim çılgınlığı bırakamıyoruz...

Uyanmak.
Sabah yatakta gözlerimizi açtığımızda uyku aleminden dünyaya uyanıyoruz ama  dünya aleminde bir başka uykunun içine çekiliyoruz.

İnşallah gerçekten uyanacağımız günler yakındır.

12 Nisan 2016 Salı

san antonio texas

Nasip olursa 2016 yılı yazında -yani bu yaz- Hacettepe Üniversitesinde İngilizce mütercim tercümanlık bölümünde okuyan kızım San Antonio da  dondurma pizza hediyelik eşya satan bir işyerinde yabancı dilini geliştirecek.
Kafam karışık, kız başına uzaklara gitmesi beni tedirgin ediyor.
Yanında çok sevdiği arkadaşı da var ama bakalım nasıl olacak.
Riske girmeden de gelişme zor oluyor.
Bir aşamadan sonra biz anne babalar onların kararlarına danışmanlık yapmaktan öteye karışamıyoruz. Karar veriyorlar ve o kararın nasıl daha yararlı ve az riskli hale getirilebileceği ile ekonomi yönünde katkılar konusunda yardımlarımız talep ediliyor.
Çok şükür soruyorlar. Etrafımızda sormadan eyleme geçenler de var.
Bir başka açıdan da biz hayattayken onların uçabildiklerini (!)  hayatı başarma gayretlerini görmemiz bize kıvanç veriyor.
Karmaşık duygular.
İçinden bir ses "müdahale" etmeni, başka bir ses "uzaktan takip et uçuyorlarsa kanatlarına dokunma" diyor.
Doğru olan iyi hedeflere doğru uçmalarına karışmamak mı, ya da iyi kötü nereye uçarlarsa uçsunlar, ine çıka doğru yönü bulabileceklerine inanarak beklemek mi? Çünkü her iniş bir tecrübedir.
İnşallah hayırlısıyla, mutlulukla gidip sevinçle dönerler.

8 Nisan 2016 Cuma

Murakabe

Saat 16.42, günlerden Cuma, Ayın sekizi, Aylardan Nisan, Yıllardan 2016
Yine bir iş gününün son dakikalarındayız. Bastıran yağmur sıcağı ve bungun hava dışarıda hareket etmeyi zorlaştırıyor. Hemen terlemeye başlıyoruz. Güneybatıdan gelecek yağmurun ön habercisi nemli ve sıcak bungun hava. İş yerinin camları açık, dışarıdan mı içerden mi geldiğini anlayamadığım ince sesli bir arabeskçinin bezdiren musikileri ortalığı daha da sıkıcı hale getiriyor.
Sol kulağımda çınlama var. Sesleri eskisi kadar net algılayamıyorum. Bazen kelimeleri anlayamayıp anladığım en yakın kelimeye göre tefsir edip cevaplar veriyorum. Bu da odadaki gençlerin yüzünde bir tebessüme yol açıyor. Ben tebessümlerinden anlıyorum yine bir gariplik yaptığımı. Tekrar sorduğumda anlamam için daha yüksek sesle cevaplıyorlar. Eğer konu bir şaka,muziplikse bana tekrar edinceye kadar soğuyor  ve anlamını yitiriyor. O nedenle her şeyi dinlemeye,anlamaya çalışmayacağım. Yetsin artık bu güne kadar dinlediğim ve anladıklarım. İçe dönüp tefekkür zamanı geldi. Hayatı ve yaşadıklarımı muhasebe / murakebe edip hazırlıklarımı tamamlamaya çalışmalıyım.

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...