14 Ocak 2016 Perşembe

Hayata Pamuk İpliğiyle Bağlıyız.

Geçen hafta ( 28/8/2015 ) Cuma günü saat sabah 5 sıraları baldızın kızı "Enişte enişte yetiş babama bir şeyler oluyor" diye haykırarak kapıya koştu.Telaşla bacanağın evine  indim. Bacanak kan ter içinde kasılmış zor nefes alıyordu.Büyük oğlum ve eşim de inmişti. Oğlum hemen 112 yi aradı. Biz çaresizce ne yapacağımızı bilemeden beklerken nefes aralıkları da gitgide azaldı. Nefesi kesildi. Bir süre sonra derin bir nefes aldı.Yeniden kesildi. Kaç dakika geçtiğini bilmiyoruz.

 O arada acil 112 nin personeli içeriye geldi.Allah Razı Olsun.Hemen yapılması gerekenleri hızlı ama sükunetle yapmaya başladılar.Biz felç mi beyin kanaması mı diye düşünürken onlar kalbin durduğunu yeniden çalıştırdıklarını tekrar durmasına fırsat vermeden acele araca indirerek hastaneye götürmeleri gerektiğini söylediler.Beraberce araca indirdik.
 Ve bacanak hastaneye gitti.
Ben kararsızlık içinde yalınayak apartman dış kapısının önünde sokakta beklediğimi hatırlıyorum. Baldız ve oğlum ve kızları birlikte hastaneye gittiler.Giyinip biz de hastaneye gittik.Yoğun bakımda girmemiz yasak.Ne olduğunu anlayamadık. Mecburen eve döndük.
Sonra düşünmeye ne olduğunu farketmeye başladık. Allah Razı Olsun.Allah devlete zeval vermesin. Eğer 112 acil zamanında gelmeseydi.Şu an hem bacanak hem de biz çok başka bir noktada olacaktık...
Allah tüm hastalara,zor durumda olanlara şifalar versin.
 Hayata pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuzu bir kez daha anladık.
Ancak zaman geçtikçe yeniden dünyanın telaşı bizi içine alıyor.Sanki bizim başımıza gelmeyecekmiş gibi bir garip düşünceyle, yeni bir şok dalgasına kadar,hayatın keşmekeşine dalıp    -Ziya Paşa'nın "Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldur" sözündeki gibi-  sonumuzu unutuyoruz.

 İbret almamız, hayatı ona göre yaşamamız gerektiği halde...

Dua

2015 Eylül ayının16.günündeyiz.
Kurban Bayramı 8 gün sonra.Büyük oğlum Gediz de,kızım Çamköy de kayınvalidenin yanında.Küçük oğlum halasının büyük oğlu ile evde gece gündüz bilgisayar başında internette savaş oyunlarıyla meşgul.Eşim evde kız kardeşi ile ve yeğeniyle beraber eniştesinin sağlığının düzelmesi için dua ediyor.
Bacanak ise evvelki gün yoğun bakımdan çıkarılmış normal servise -özel odaya- alınmış.Dün akşam yanına gittim kızkardeşi bekliyordu.Uyuduğu için konuşamadım.
Bir yanında serum bir yanında idrar torbası uyuyordu.15 dakika kadar bekledim ayrıldım.
İnşallah kısa zamanda iyileşir.

Yatağına Kırgın Irmaklar

Ne zamandır oğlum Alper'e aldığım kitapları iade etmek için kütüphaneye uğrama niyetindeydim.Çok şükür geçen perşembe günü bu niyetimi gerçekleştirebildim. Akşamüzeri işten çıkınca saat 17.30 sıraları kütüphaneye girdiğimde kapıda Telekomdan arkadaşım İsmail karşıladı.Saat geciktiğinden İsmail'le fazla konuşamadan kitapları teslim etmek üzere okuma salonuna girdim.
Gençler masalarda ders çalışıyorlardı.Sağ tarafta teslim bölümünde oturan görevliye kitapları teslim ettim.Zaman var mı kitap bakabilir miyim dedim.Olumlu cevabıyla şöyle bir kitapları incelemeye başladım.
Yeni gelen kitaplar bölümünde Ahmet Turan Alkan'ın "Yatağına Kırgın Irmaklar" adlı eserini gördüm. Ahmet Turan Alkan yıllar önce Zaman gazetesinde üçüncü sayfadaki köşesinde yazarken okurdum ve yazdıklarını takdir ederdim.Fakat son yıllarda yazılarında o eski havayı bulamamaya başladığımdan takip etmeyi bırakmıştım.Cumartesi Pazar günleri ek sayfalarda yazdıklarını ise Ona yakıştıramadığımdan okumuyordum.
İnsanların değişeceğini kabul etsem de keyif benim keyfimdi.Son zamanlarını beğenmiyordum.Sanki ciddi,vakur,düşünür Ahmet Turan Alkan gitmiş başka bir yazar gelmişti. Acaba Zaman Gazetesinin Selahattin Duman'ı olmak mı istiyordu. (Selahattin Abimin gönlümdeki yeri ve mevkisi ayrıdır müstesnadır.) Şimdi hatırladım."Altıncı Şehir" adlı eserini de geçen yıllarda okumak üzere kütüphaneden almıştım.Gazetedeki hafta sonu yazılarına kızdığımdan mıdır nedir.Biraz okumuş sonunu getirememiştim.O kitapta da Sivas üzerinden ülkedeki değişimi ele aldığı bölümleri hatırlıyorum.Ülkedeki tüm şehirler birbirinin aynı kübik binalarla doldurulmuş.Şehirlerin alameti farikaları kalmamış,bir şehrin diğerinden ayıran binaların yapım şekilleri v.s. bölgesel özellikler yok olmuş diyor,müteahhitlere kızıyordu.Doğru söylüyordu.Ama okuyamadım.Süresi dolunca iade ettim kütüphaneye.
Yeniden okumak üzere aldığım "Yatağına Kırgın Irmaklar" da Ustalardan bahsediyor.Seri üretimin,ucuzlayan teknolojinin kurbanı olan ustalardan,esnaflardan...Üzülüyor hayıflanıyorum. Çünkü doğru söylüyor.Ramazanlardan bahsediyor.Çocukken dinlediği masallardan.Yazdıklarını takdir ediyorum.
İslam Dünyasının sorunlarıyla ilgili düşüncelerine de katılıyorum.Bu bölüme kadar yazdıklarını takdir ediyordum.Ancak kitabının bir bölümünde Timsahlardan (!) bahsediyor. Timsahları ve timsahlığı anlattığı bölümün bazı kısımlarına katılsam da tümüne katılmıyorum. Bence kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Ahmet Turan Alkan'ın Ankara Siteler yurdunda sessiz ve yalnız Ramazanlar geçirdiği yıllarda ben de tek maaşıyla 4 çocuk büyütmeye çalışan bir tekstil işçisi babanın çocuğu olarak Manisa da Meslek Lisesi öğrencisiydim.

1979 yılı yaz dönemi okul tatilinde harçlığımı çıkarmak amacıyla fırında çalışmaya başlamıştım. Manisa Karaköy Semtinde İzmir Caddesi üzerinde Kömürcü Muharrem Amcanın kömür deposunun karşısında bulunan eski ismi Çifte Yani /yeni ismi Yeni Doğan olan bu fırında,Rahmetli Fırıncı Ramiz Abinin yanında tezgahtarlık yaparken, yazarımızın timsah olarak adlandırdığı kimselerin bazılarından (eski tarihli) Hergün gazetesi almak zorunda kaldığımı hatırlıyorum.
İstersen alma! (Almazsan ya ben mimlenir okul yolunda dayak yerdim.Ya da dükkan mimlenir bilinmez bir zamanda camları iniverirdi.) Zaten kıt olan harçlığımdan elime zorla tutuşturularak almak mecburiyetinde kaldığım gazeteden paramı boşa atmamış olmak niyetiyle / yararlanmak için bu gazeteyi okuyordum. Para vermişim atamıyor,okuyordum.(Timsahlara saygım biraz eksikse bir sebebi de bu olabilir.) Taha Akyol'un, Enver Altaylı'nın birkaç gün öncesine ait fikirlerini geç de olsa öğreniyordum. Taha Akyol'un yazılarını çok takip etmem. Bir öğretmen edasıyla ders dikte ettirir gibi gelir bana. Ama bir sebebi de 1980 öncesinde mecburen okuduğum Hergün Gazetesinin en arka sayfasındaki yazılarına olan kızgınlığım / bıkkınlığım mı?
Bahse konu ettiğim gazeteyi daha önceki sene köydeyken sessizlikten ve durgunluktan sıkıldığım zamanlar okuduğumda olmuştu. Bir şeyler yapmak can sıkıntımı geçirmek için köye 5 km uzaklıkta olan ilçeye giderdim.( Kütahya/Gediz)
Dedemin dükkanının biraz ilerisinde bulunan Ulu caminin karşısındaki gazete bayisinin önünde durur gazetelere bakardım.Bir kaç defa bu gazeteyi aldığımda olmuştu.

Fakat bir yıl sonra fırında çalışırken yapılan baskı ve mecburiyet bir şeyleri tekrar düşünmeme yol açtı.

Yeni bir hatıra. Türk Telekomda çalışırken Ahmet Beyin timsahlarının iktidar olduğu yakın zamanda ise Ankara dan bir yayınevi  İl Müdüründen aldığı izinle "Sizin İl Müdüründen isminizin olduğu listeyi aldık, o listeye göre sizi ziyaret ediyoruz. Kitap setlerimizden beğendiğinizi alın,taksitle ödeyin"sözleriyle psikolojik baskı ile bir kısım çalışana kitap seti satmış idi.Taksitlerde güzel rakamlardı.Eskiden kalan tecrübemle (Hergün gazetesi tecrübesi) bu defa direnebildim ve bir manevrayla kitap seti almaktan kurtulmuştum.Çalışanlar iş yerinde sıkıntı olur tedirginliği ile bila mecburi kitap setlerinden birini seçip almak durumunda kalıyorlardı.

Okumak güzel bir şey ama gönül rızasıyla olursa çok daha güzel ...

Özlem

        Dağların rüzgarını özlemişim. Dağların yeşilliğini,güneşini,çamların kokusunu özlemişim.Ne zaman şehrin güneyine dönsem," gel " diye seslenen dağların yamaçlarını,gel diye el sallayan çamların, selvilerin dallarını farkediyorum. Yukarılardaki bulutları görüyorum,bembeyaz dişleriyle bana gülümseyen,bazen de kızıp kapkara bir renkle bakan bulutları...

        O sükuneti,durgunluğu arıyorum şehrin karmaşasından iyice sıkıldığım anlarda.
Akşam iş dönüşü yorgun vücudumu zorla taşıyan ayaklarım beni eve getirdiğinde televizyonun karşısına uzanıveriyorum. Elime tutuşturulan uzaktan kumandada önce 188 kanaldan itibaren sıralanmış yayınlara bakıyorum.Dağları tek başına gezen maceracıları arıyorum. Bulursam yemeğe kadar izliyorum. 

        Spil Dağındaki kaleyi ne zamandan beri dolaşamadım. Kalenin yukarısında bulunan iç kaleye çıkmak oradan şehri seyretmek istiyorum. Ancak yalnız çıkmak keyif vermiyor. Kafanızın uyduğu bir arkadaşla beraber gezip dolaşmak daha hoş oluyor.

       Bozköy semtinin yukarısında kent ormanı var.Gezip dolaşmaya uygun. Bir zamanlar her hafta sonu yürüyüşe çıkardık. İnşallah yeniden başlarım.

        Benimki özlem mi yoksa kaçış mı? Şehrin keşmekeşi ve evin uzayıp giden sorunlarından bir kaç saatliğine de olsa kaçış mı acaba ?

         Dertleşmek mi,boşalmak mı? Yakın arkadaşımla adımlarken dağları tepeleri , çözemediğimiz sorunlarımızı birbirimize anlatıp çözümler arıyoruz.Yanlışlıklara kızıp söyleniyoruz.

          Yürümek bedenimize sağlık katarken,dertleşmek de gönlümüze ferahlık veriyor. İçini boşaltmanın rahatlığını sunuyor. Ve dağların ıssızlığı ayak seslerimizi de, dilimizden çıkan gönül seslerini de kendi derinliği içinde yutuyor. 


8 Ocak 2016 Cuma

Doğan Kardeş

1973 yılıydı sanırım. Saruhanbey İlkokulunda üçten dörde geçtiğim yazdı. Sıcak günlerin birinde aylak aylak gezerken Manisa Karaköy'de kitapçı Nazif (Anginer) Amcanın dükkanının önünde buldum kendimi. Dükkan önünde sergilediği kartpostallara, dergilere bakarken renkli bir dergi ilişti gözüme, elime aldım. Sayfalarını çevirmeye başladım,hoşuma gitti,adı "Doğan Kardeş" ti. Haftalık bir dergiydi. Fiyatı 150 kuruş yada 125 kuruş olabilir.Biriktirdiğim kıymetli paralarıma kıyabilecek nitelikte bir dergi olduğuna kanaat getirdim. Nazif Amcaya ücretini ödeyerek aldım.Eve geldim. Okumaya başladım.İçi renkli resimli macera dizileriyle doluydu.Aklımda kalan biri"Sihirli Ayakkabı", diğeri "Uçan çocuklar"dı.
Fotoğraf 1
Sihirli Ayakkabı'da İngiltere'de yaşayan futbol oynamayı seven ancak çok başarılı olamayan bizim yaşlarda yoksul bir çocuk eski ayakkabıcıda bir ayakkabı bulur.Eskici" bunu tamir edeyim de giy, bu sihirli bir ayakkabıdır"der....

Eski tip pırpırlı pervaneli  uçakları kullanan bir kaç çocuğun bulunduğu diğer macerada ise devam eden olaylar zinciri tam heyecanlı yerinde sona ererdi.Uçağı kullanan benmişim gibi heyecan duyardım.

Ben de aynı heyecanla dergiyi beklerdim. Derginin geldiği günü iple çeker olmuştum. Harçlığımı biriktirip beklerdim. Hemen alıp resimli hikayeleri kaldığı herden hızla okumaya başlardım. Arka sayfalarda okuyucu mektupları,fotoğrafları ve resimleri yayınlanırdı .Ne kadar niyetlendimse de bir türlü yazı,resim ve fotoğraf gönderme cesaretini kendimde bulamadım. Resimlerini gönderen, dergiyi okuyan takip eden arkadaşların  yayınlanan vesikalık fotoğraflardan tanıdık biri var mıdır acaba düşüncesiyle uzun uzun incelerdim. Melike Sarıöz aklımda kalan isimlerden biri, çevremde  tanıdığım birine benzetiyordum ama. kimdi, neredeydi. Çıkaramıyordum. Hala çıkaramadım.

Yaz tatillerinde ayakkabı imalathanesinde çıraklık yaptığım dönemlerde de devam etti dergi müptelalığı. Haftalığımı aldıktan sonra öncelikli işim çalıştığım işyerine en yakın kitapçıya gazeteciye uğramak olurdu.

Şimdiki Manisa Garanti Bankasının karşısında belediye dükkanları vardı. Veli Yazan isimli spor malzemeleri satan işyerinin yanında bulunan kitapçıdan dergilere Doğan Kardeş'in yeni sayısı var mı acaba diye baktığımı,eğer yeni sayı geldi ise aldığımı hatırlıyorum.

1970 li yılların Manisa Şehri daha güneşli, daha aydınlıktı.Şehrin içinde yüksek binalar yoktu.Her yerden gökyüzünü,günü güneşi rahatlıkla seyredebiliyorduk.Günü güneşi,göğün maviliklerini,gezen bulutları,cıvıldayarak uçan kuşları,kumru seslerini,damlarda uzun uzun miyavlayan kedi seslerini,baharda uyanan ağaç dallarını yapraklarını görerek yaşadığında insan hayata daha iyimser bakıyor.

Daha umutluyduk gelecekten, iyimserlik dostluk, arkadaşlık, komşuluk, yardımlaşma, paylaşım,sohbet her yerde vardı.

Ancak; hız,lüks,şatafat,parlak vitrinler,ihtişamlı lokantalar, son model arabalar,uzaktan kumandalar, asansörler, pırıltılı geceler, hatta bazı yerlerde elektrik bile yoktu.

O günlerde ince parlak kağıtlara basılmış renkli çocuk dergileri de yoktu. Doğan Kardeş'in orta sayfasında renkli posterler olurdu.Posterlerden birinde kaleci Yasin Özdenak'ın sarı kırmızılı forması ile kale önünde bir pozu ve altında imzası vardı.

Bu dergileri uzun zaman sakladım.

Bir gün mahalledeki arkadaşlarla kitaplar dergiler  hakkında konuşurken, biriktirdiğim Doğan Kardeş dergilerinden, içindeki sürükleyici resimli hikayelerden bahsetmiştim.
Bizi dinleyen sokak komşumuz ( Pele gibi futbol oynadığında mıdır, ten renginin benzerliğinden midir Pele diye lakap taktığımız ) Şaban Abinin oğlu Pele İlhan bakmak için dergi kolleksiyonunu istedi benden.
Eve gidip dergileri gizlediğim (*) yerden çıkararak tomarın tümünü İlhan Oğulcan'a verdim.


Keşke tümünü vermeyip "birini oku getir diğerini vereyim" deseydim.

Gidiş o gidiş bir daha geri gelmedi güzelim dergilerim... Doğan Kardeş hatıralarımda sadece hayalleri kalan bir dergi oldu...

Şu anda arasam da benzer dergiler yok. Doğan Kardeş başkaydı, bambaşkaydı...

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(*) Evde dergileri gizliyordum.Çünkü iki küçük kardeşimin en çok merak ettikleri ve yırtmaktan hoşlandıkları şeyler dergilerimdi. Bakmaları için ellerine eski gazete kitap defter verdiğimde dokunmazlar,ben bir şeyi okuyorsam daldığım bir anda aniden alıp (yüzlerindeki garip bir memnuniyetle ağızları yayılmış halde)  yırtıverirlerdi.

Bu nedenle evin yüksek kısımlarına yerleştirdiğim kitaplara ve dergilere; "Acaba Abimin evin bizim uzanamayacağımız yerlerine gizledikleri neydi?" merakı içinde duvarlara tutunarak ilerleyip elimdeki dergilere  bakarlardı. Keşke onlara verseydim de baksalardı. Büyüyünce bakarlar düşüncesindeydim.

Daha önce kütüphaneden emanet aldığım bir kitabı erkek kardeşim parçalamıştı. Kitabı o halde görünce hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Babam şeffaf bant getirdi.Kitabın yırtık parçalarını tek tek birleştirdi. Ben de korkuyla karışık tedirginlik içinde Haydar Barçın Çocuk Kütüphanesine kitabı teslim etmeye gittim.O gün sayım telaşı vardı.kitabı uzaktan gösterip sırasına koydum. Kurtulmuştum.

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...