31 Mart 2016 Perşembe

Yeni Bahar

Yazmak gelmiyor içimden. Masa başında oturup bilgisayarda interneti açarak sabah okuduğum haberleri yeniden göz gezdirmek de can sıkıcı.
Geçenlerde -boş zamanlarımda okumak niyetiyle- evden kitap getirdim. Kitap masamın üzerinde iki üç gün bana baktı -oku beni demek ister gibi-ben de ona baktım ancak okuyamadım. Okumak için bana eşref saat lazım. Zaman ve ortam uygun olduğu halde eşref olmayan saatlerimde okuma dışında gereksiz işlerle ilgileniyorum. Belki kendimi bu bahaneyle teselli ediyorum.

Takip ettiğim -evde beni sabırla bekleyen- dergilerim var. Sistemli olarak okumakta güçlük çekiyorum.
İş dönüşleri yemeği beklerken evde televizyonun karşısında yarı uyur yarı uyanık vaziyette kablo tv den bilimsel, teknik kanalları bulup seyrediyorum. Bu yayınlar ilgimi çekse de zamanla annemden dinlediğim  tatlı ninniler gibi geliyor...

Beşinci katta bulunan eve çıkınca yeniden aşağıya inmek içinden gelmiyor. Bir yorgunluk çöküyor, En azından yemekten sonra hareketli olmalı, vücuttaki enerjiyi harcamalıyım. Bu defa da yemek sonrası rehavet sebebiyle uzanıyorum televizyon başındaki uzun koltuğa. 

Bahar geldi. Hafta sonları bisikletle kısa turlar planlamalıyım. Aktif hale gelmeli, kış uykusundan uyanmalıyım. 

Önceki yıllarda arkadaşlarla birlikte bazen bisikletlerle gezilerimiz ,bazen de yaya yürüyüşlerimiz olurdu. Eve döndüğümde görevini yerine getirmiş insanların huzuru içinde hissederdim kendimi. Daha mutlu,daha pozitif bir gün geçirirdim.

İnşallah yeniden başlarım,başarırım. (31.03.2016 Perşembe 15.11)


28 Mart 2016 Pazartesi

Bitkinlik-Bezginlik

Dün gece saatler ileri alındığı için sabah daha erken uyandım. Hazırlandım. Kahvaltımı yaptım. Mutfak penceresinden doğuya baktım.Hava bulutluydu. Ancak dün havanın serinliği hissettiğimden tedbir olarak ceketimin altına süveterimi giydim. Dışarı çıktım.

Evin güneyinde bulunan sokaktan aşağıya doğru adımlamaya başladım. Bu yol hiç bir yere sapmadan doğruca gideceğim yerin yakınına kadar beni götürüyordu.
Yolun sağından doğuya yürürken karşıdan esen ürpertici serin bir rüzgarla karşılaşınca hemen sol tarafa geçerek siperlenerek yürümeye devam ettim.

Aynı yollardan, aynı kaldırımlardan, aynı vitrin önlerinden, aynı apartman girişlerinden, aynı pencere önlerinden geçe geçe sonunda işyerinin -yılların yıprattığı- mermer merdivenlerine ulaştım.  Ama nefesimin azizliği, hızlı yürüyüşün yorgunluğu sebebiyle adım adım tırmandım giriş kapısına. Büroya girdiğimde arkadaşlar benden önce gelmişlerdi.Selam vererek oturdum.
...
Akşama kadar yine her zamanki mutadlık içinde vakit geçivermişti. Saat  16 olduğunda  bir yorgunluk çöktü göz kapaklarımın üstlerine, kapattım. Düşündüm. "Böyle beklemektense aç blog sayfasını da bir şeyler doldur" dedi içimdeki ses.Yazının başlığını bitkinlik mi,bezginlik mi..Şu an saat 16.56...

25 Mart 2016 Cuma

Güvenlik

Lodos dün sabahtan beri bazen hızlı bazen yavaş esip duruyor Manisa Şehrinin üstünde.
Yerden havalanan çöpler buldukları başka bir köşeye döne döne iniyor. Sokakları temizlemekle görevli işçiler defalarca aynı noktayı temizlemek zorunda kalıyorlar.
Salı gününden itibaren bir telaş işyerinde hazırlık, ön hazırlık yapılıyor. Bir büyük misafirin geleceği anlaşılıyor.

Çarşamba sabah işyerinin merdivenlerinden çıkarken rüzgara karşı mücadele eden temizlikçileri yine gördüm. Rüzgar yaptıkları temizliği anında dağıtıyordu. Onlar da ellerinde sürekli bulunan süpürgelerle sabırla yeniden süpürüyorlardı. Yan tarafta sepetli bir  araç duruyordu.
Güvenlik noktasından geçip sola döndüm kapıdan içeri girip bilgisayarı açtım. Hızlı geldiğimden yorulmuştum. Nefeslendim.

Sağ tarafımda odanın kuzeyindeki pencerede bir karaltı gördüm. Aşağıda bulunan aracın sepeti cama yaklaşmıştı ve içinde bulunan bir şahıs üstten başlayarak tek tek camları siliyordu. Camlar monte edildiğinden bu yana dıştan temizlenmemişti. Silme işini yapan kişinin bareti,emniyet kemeri vardı. Ve yüzündeki ciddiyetten işini iyi yapmaya çalıştığı farkediliyordu.

İş arkadaşlarından birisi Memati'ye benziyor dedi. Kurtlar Vadisi uzmanı diğer arkadaş ta baktı ve "evet benziyor"diyerek teyit etti.
Memati, rüzgarın azizliğine rağmen akşama kadar binanın dış camlarının hepsini temizledi.

Perşembe günü bazı birimlerde daha başka bir telaş hüküm sürmeye başladı.Binanın dört bir yanına güvenlik barikatları yerleştirildi. Sadece Cuma gününe mahsus basın mensuplarına ve işyerinde kalacak personele ait giriş kartları hazırlandı.

Misafir Cuma günü gelecekti.O nedenle Cuma günü  sabah ile öğle arası hazırlıkların kontrol edildiği son aşamaydı. Misafir geldiği anda binada bulunması gerekenlere giriş ve görev kartları dağıtıldı.
Bu işyerinde yeni göreve başladığım için şahsıma ait kimlik kartı değiştirileceğinden kimliksizdim. Özel görev kartım da yoktu. Böylece güvenlik nedeniyle Cuma'dan sonra işyerine giremeyecektim. Misafirlerin güvenliği kurumun işinden ve işleyişinden daha önemlidir. Zaten kurum, personel sayısı ve verimlilik açısından değerlendirildiğinde bu kadar personel çoktu. Giriş izni verilen personelin dışında diğerlerinin şişkinlik  olduğu bir kez daha anlaşılıyordu.

İşin şakası bir yana güvenlik önemli,terörün nerede, nasıl bir lanet eylem ortaya koyacağı belirsiz.
Allah hepimize barış ve huzur içinde bir vatanda/dünyada yaşamak nasip etsin.





22 Mart 2016 Salı

Huri Gelin

Manisa'da Haziran sıcakları yeni başlamıştı. Manisa Pamuklu Mensucat Fabrikası iplik kısmında yıllardır vardiyalı işçi olarak çalışan ve yeni emekli olan İğneci Fatmanım'ın evine önce elinde bakır bir tencereyle Bozköylü Emine geldi. Ardından evin mavi kapısı yine gürültüyle açılıp, gürültüyle kapandı.
"Emine,bak Ayşe de geliyor sallana sallana" dedi Fatmanım,-"Pazardan yeni aldığı terlikleri de giymiş"
Bahçeye öğlen sonrasının gölgesi düşmüştü.Asma yapraklarının gölgesi içerisinin sıcaklığına göre daha serindi.
Yere bir kilim serdiler,üzerine sofra bezini yaydılar, altlığı da koyup bakır siniyi üzerine yerleştirdiler. Bozköylü Emine evden getirdiği tencereyi sininin ortasına yerleştirdi. Mutfaktan bir kaba koydukları yaprakları getirdiler.Yapraklar incecikti.Güneşe doğru tuttuğunda açık yeşil bir renge bürünen yapraklardı.Sininin üzerindeki iç tenceresini biraz kenara ittirip yaprak sahanını yerleştirdiler. Elinde yeni pişirdiği çayı getirdiği çaydanlıkla, kapıyı  zorla açıp içeri giren ise Remziye Hanımdı.
Yaprak sarmacılar dörtlüsü tamamlanmıştı.Önce içeriden dört tane minder getirdiler.
"İyi oldu Allah Razı olsun Fatmanım kilime oturmayalım beton çeker" dedi Remziye Hanım oflayarak."Zaten romatizmalarımla uğraşıp duruyorum."
Bozköylü Emine ; "Senelerce yaz demedin kış demedin gidip geldin fabrikaya, çok şükür emekli oldun da rahat rahat dertleşip söyleşebileceğiz" dedi.
Derin bir iç geçirmesiyle Fatmanım ; "Eh ! Siz olmasanız dört çocuğu evde bırakıp gece onbirlerde şehrin taa alt ucundaki fabrikada vardiyaya gitmek kolay mı ? " diyerek cevapladı.
 İşe başladılar. Haşlanmış yaprakları açarak sol parmak uçlarının arasına  yerleştiriyor, bir kaşıkla diğer tencereden içi alıp yaprağın içine döküyor ve ustalıkla yaprağı sarıyorlardı. Erkeklerin tütün tabakasından aldıkları  tütünü sigara kağıdına sarmasına benziyordu.Her birinin farklı bir stili vardi. Kimi ince ve sıkı, kimi kalın, bol içli sarıyordu.Ve sardıkları yaprakları  her birinin kendi önlerindeki bağdaş kurdukları diz aralarına yerleştirdikleri  küçük tencerelere sıralıyorlardı.
Her birinin önündeki sarma tencerelerinin içindeki sarmalara bakarak,sıralamanın biçiminden kadının yapısını anlayabilirsiniz. Gelişigüzel sıralayanın aceleci ve savruk,sicim gibi sarıp,baklava gibi sıralayanın ise titiz ve intizamlı bir karakterde olduğunu sezebilirsiniz.
Bu durum tütün dizenler içinde geçerli olabilir.
Tencereler yavaş yavaş dolmaya başlamıştı.
Kendi dünyalarında kişisel hülyalarına dalıp sessizce yaprak sarmaya devam ederlerken, biraz ötelerinde bulunan  mavi demir kapı tıngırtıyla yine açıldı. Kapıya baktılar ve yüzlerinde bir gülümseme belirdi. Acıma, şefkat ve iyimserliğin harman olduğu bir gülümseme... Gelen İğneci Fatma Hanımın Muş'tan göçen yeni kiracısı Halis 'in karısıydı. Kadın ince zayıf bir yapıdaydı.Yaşı da belli ki onlara göre çok daha gençti. Hatta çocukları yaşındaydı. İçeri yanlarına doğru yürüdü bir şeyler söyledi kısık kısık. Oturdu. İhtiyarlar da bir şeyler söylediler. Konuşmaya anlaşmaya uğraştılar,
İsmini sordular zar zor. Gelin "Mori" dedi. .İhtiyarlar tekrar sordular. Gelin boncuklarını göstererek tekrar "mori" dedi.  Ama "mori" Remziye Hanımın İşkodra'dan Manisa'ya Balkan Harbi zamanında göçen annesinden babasından  duyduğu kadar sanki evsaybine sesleniyordu."Fatmanın seni söylüyor" dedi. Sonra mori ile huri arasında huri de karar kıldılar. Gülümsedi gelin hoşuna gitmişti. "Huri" yi o da biliyordu."Huri Gelin"e yaprak sarmayı öğrettiler.
Ama bir tutukluk vardı yeni gelende. Gurbetin,yalnızlığın,yurdundan yuvasından uzaklaşan kuşların tedirginliği gibi bir tedirginlik. Bakıyor, dinliyor,onların gösterdiği gibi sarmaya çalışıyordu. Ev sahibi ise -kendisi de Balıkesir Savaştepe'den kalkıp öğretmen olan ilk eşiyle Kütahyanın Gediz Kazası Akçaalan Köyündeki günlerini hatırlayıp-yardımcı olmaya çalışıyordu.
"Hay Allah ! Çayı unuttuk. Çaylarımızı soğutmadan içelim bari" dedi. Bozköylü Emine. Fatmanım bardakları almaya gitti , yardımcı olmak için kiracısı da ardından seyirtti mutfağa doğru. Biraz sonra gelin çay tepsisiyle yanlarına geldi ve çayları dağıttı.
Çayları içerken oturdukları duvar arkasında bulunan gelinin evinden gelen bir  ağlama sesi üzerine hemen kalktı gülümsedi ve  giderken Fatmanım uzattı sarmayı Huri geline;
 "yavrum pişince veririm ama,şimdilik şunu  pişmemiş de olsa bir tane al da tadıver, canın çekmesin" dedi.
Gelin sözleri tam anlamasa da uzatılan sarmayı aldı. Çünkü nice korku,tedirginlik,tereddüt içinde bilmediği bir kentte karşılaştığı bu güngörmüş insanların samimiyeti içini ferahlatmıştı. Almasa olmazdı, daha ilk günden üzmüş olurdu belki de. İsteksizce aldı. İhtiyarlar isteksizliğini utangaçlığına yormuşlardı. Sokak kapısına doğru hızla yürüdü.
Bu arada Parmaklarının ucuyla tuttuğu  sarmadan azıcık ısırdı. İlk defa tattığı çiğ sarmanın garip lezzeti nedeniyle boğazı gırtlağı gerilmişti, yüzünde hiç bilmediği bir tadın memnuniyetsizliği vardı. Kapıya yaklaştığında arkasına öylesine baktı. Kadınlar kendi telaşlarındaydı.
Onlar farketmeden kapının sağ tarafında bulunan kömürlüğe doğru fırlatıverdi elindekini...
...
Ben ise 9 yaşlarındaydım. Fatmanım'ın oğlu arkadaşım Muzafferle, avlularında kapı yanında bulunan kömürlüğün kenarındaki zeytin ağacının üstünde kuş avlıyordum.

14 Mart 2016 Pazartesi

Son Uğurlama

1 Ocak 2016 Cuma günü akşamı iki fincan kahve ve bir kaç bardak çay gece uykumu alıp uzaklara götürdüğünden uykusuzdum.Ayaktaydım.Bazen telefonda bir oyuna bazen bir kitaba,bazen televizyonda belgesel programlarından birine bakıyordum.
Vakit sabaha yaklaştığında birden Merve'nin "enişte,enişte" sesini duydum merdivende,"babam yine aynı oldu yetiş sesiyle" koştuk Hocamın yanına . Başında bir buz torbası tutuyordu baldız. Yüzü morarmıştı . Ne yapacağımızı bilemiyorduk. 112 ye telefon ettik, iki defa aradık.112 nin gelişi kısa bir zaman olsa da bizim için çok uzun bir süre gibi geldi. Fatih 112 karşılamak üzere kapının önüne indi. Ben de indim.Ne amaçla indiğimi bilmiyorum.Ama 112 nin çabuk gelmesine bir faydam olur diye düşünmüş olabilirim. Ancak zeminde tam asansörden iniyorken öyle bir titreme aldı ki. Zangır zangır bir titreme. Dışarı çıkamadan hemen yukarı çıkıp kalınca giyindim. 
Dualarla, evin içinde gidip gelmelerle beklerken çok şükür 112 görevlileri geldi. Rahatladık. Cihazlarını kurup, serumlarla, iğnelerle, kalp masajlarıyla, şoklarla, ne gerekiyorsa yapmaya başladılar. Daha önceki tecrübemizden biliyorduk ve umut ediyorduk ki içerden bir mutlu haber gelecek Hocam ambulansla hastaneye gidecek, inşallah düzelecek... 
Ancak zaman ilerledikçe, görevlilerden bir haber gelmedikçe ve hala kalp masajları ve şok cihazının bip bip sesi devam ettikçe, yavaş yavaş korktuğumuz anın yaklaşmakta olduğunu ürpererek anlamaya başladım.(2.Ocak.2016)
Ve sonunda kapı açıldı, görevli hekim üzgün bir yüz ve üzgün bir ses tonuyla; "Başınız sağolsun, elimizdeki tüm imkanları kullandık ama kurtaramadık zaten geldiğimizde de sıkıntılıydı." diyerek ekip arkadaşlarıyla eşyalarını toplayıp, bizi hocamın ölümünün şokuyla baş başa bırakıp gittiler... 

Allah Rahmet Eylesin Hocam.

"Beraber olduğumuz yıllar boyunca birbirimize kötü sözler söylemedik,birbirimize yardımcı olduk...Bana güvendiğini biliyordum. Ancak farklı isteklerle beni zorlamamak istediğini de biliyordum. Birlikte olduğumuz zamanın o andaki gereklilikleri içinde lazım  olanı yaptık. Kendi koşulları ve imkanlarıyla yaptığı yardımlar destekler oldu. Ben de elimden geldiğince  yardımcı olmaya gayret ettim.Son zamanlarda çok faydam olmadı ama gelişmeler etki sahamın dışında olduğu içindi.Ancak 31 Aralık 2015 akşamı telefon edip yeni aldıkları led televizyonu çalıştırmaya yardım için çağırdığında yanına indim. Televizyonu kurduk, çalıştırdık. Konuşurken sesi boğuktu. Bitkinlik, güçsüzlük vardı. "Otur" dedi ama, yormak istemediğimden oturamadım. "Daha iyi olunca oturur konuşuruz" diyerek ayrıldım. Yüzündeki o anki tebessümü hatıramda, hafızamda  son bir kesit olarak inşallah kalacak.  Son görüşmemizmiş. O akşam anının rutin şartları altında  birbirimizden razı olarak ayrılmanın tesellisi biraz rahatlatıyor."

Şu dünyadan hangimizin nasıl ne şartlarda gideceğini sadece Rabbim biliyor.Bizim de o ana hazırlıklı bulunmamız gerekir. Fakat dünyanın renkleri,sesleri,hazları kısaca cazibesi içinde acı gerçeği kaybediyoruz.Unutuyoruz,ne zaman ki bir yakınımız son yolculuğuna uğurlanacak yine hatırlıyoruz. İnsan denen varlığın bir özelliği de bu olsa gerek. Unutmak...

28/8/2015 günü hocamın ilk krizinden sonraki günlerde not aldıklarımla bu günkü notları karşılaştırdığımda sonucu aynı bağladığımı farkettim. Sonuç başka türlü bağlanamaz ki. Teslim olmalıyız.Unutarak ve bilmezden gelerek bir noktaya kadar yaşamaya devam etsek de yalın gerçekle er ya da geç karşılaşıyoruz, karşılaşacağız.

Hayatımızı her an bir yerlere göçecek bir yörüğün denklerini hazırlaması gibi hazır tutmalıyız. Meçhule giden o yol boyunca gereksinimlerimizi aşağı yukarı biliyoruz. O takdirde hazırlanmalıyız. 

10 Mart 2016 Perşembe

Bir İşe Yaramamak

"Bir  işe yaramamak" öyle bir düşünce geçti içimden. Bilgisayarın başında sabahtan beri oturuyorum. Saat 10.30 da bir iş geldi hallettim. Öğlen olunca arkadaşla dışarıya çıktım. Bir başka arkadaş ziyaretime geldi. Gün boyunca arada çaylar kahveler içtik zaman zaman. Dışarıda dolaştım.Aşağıya indim,yukarıya çıktım. Saat hala 16.40 hala bekliyorum saatın 17.00 olmasını. Bekliyorum.Yarın sabah saat sekizde gelecek  yeniden akşamın 17.00 sine kadar sabırla bekleyeceğim.

Çalıştığım -pardon- oturup beklediğim odada beş  personel daha var. Bazen bir konu açılıyor hepimiz fikrini söylüyor bir canlılık oluşuyor. Genellikle önlerindeki bilgisayar ekranında bir şeyler yapıyorlar. Herkesin ekranı kendine dönük olduğundan internette mi geziyorlar,iş mi yapıyorlar belli değil. Ancak servis sorumlusunun hal ve tavrından işlerin yolunda gittiği anlaşılıyor.

Sabahattin Ali'nin "Kuyucaklı Yusuf" kitabında, Edremit Kaymakamı olan kayın babasının yanında geçici bir işe giren Yusuf'un, Kaymakamlıkta işlerin yürüyüşünü görünce merak edip babasına sorduğu soru geliyor aklıma ve babasının cevabı.
(Yusuf ;-"Baba çok fazla görevleri yok akşama kadar bekliyorlar. Neden?" sorusunu,  Baba -"Halkın nazarında devletin devlet olduğu -bir iş yapmasalar dahi -onların orada bulunmasıyla belli olur."diye cevaplıyor.)

Uykum geliyor bazen, gözlerimi kapatıp oturduğum koltukta kollarımı masaya dayayarak dinleniyorum.

Bir şeyler olduğunda, ya bir gürültü, ya da kapının ani gıcırdaması... Hemen gözlerimi açıyorum.
Ancak beynimin arka kısımları uyku modunda, şu an bile.

Kendim mi istedim diye düşündüğümde evet kelimesi geçiyor gönlümden evet, öyleyse şikayet ve sitem hakkım olmamalı , bu diyardan gidinceye kadar,bu deveyi gütmeliyim...

Bu diyardan gidiş için gerekli cesaret ve hareket yeteneği de kısıtlı olduğuna inandığıma göre, (başkalarına göre olmayabilir ama ben böyle düşünüyorum.) bekleyeceğim.  Sabırla bekleyeceğim... Diğer bakış açısıyla pusuya yatmış bir mahluk gibi -en uygun zamanda- fırlayıp kalkmak için,gözlemleyip, hızla harekete geçeceğim. O gün için zinde olmalıyım.

Beklediğim o güne hazırlıklı...Saat 16.57 oldu,bugünlük elveda...

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...