21 Ağustos 2017 Pazartesi

Kavak

İşyerindeyim. Sabahın ilk saatleri ve hala akşamdan tamamlayamadığım uykumun esiriyim. Bir an başımı çalışma masama koydum. O sırada bir arkadaşım internetten " Eklemedir koca konak ekleme "türküsünü dinlemeye başladı. Ben de o türkünün sözleri üzerinden ilk çocukluk çağlarımın geçtiği   güneşli güzel sabahlarıyla hatırladığım Salihli anılarına daldım. 

İnşaatı devam eden evimizin güneyde kalan duvarlarının arkasında sıra sıra kavaklar vardı. Babamın kavakçılar diye bahsettiği bir aile yaşardı. İşleri evlerin çatıları  damlar için kavak satmaktı. Ve kavaklıkları da vardı. Kavaklıklarının şehre en yakın kısmı bizim evin güney duvarında sona eriyor, öğle güneşi şehrin güneyindeki zirveleri karlı Bozdağlar üzerinden batıya yönelirken kavakların küçük yapraklı hareketli gölgeleri evimizi serinletiyordu.

Bahçedeki tulumbamızda sabah güneşinin ışığı altında yüzümüzü yıkarken, öğleden  ikindiye kadar ise serin kavak gölgeleri altında tulumbamızı kullanıyorduk. İkindiden sonra ise evin sağında - batı kısmında- kalan bölümündeki asmanın yaprakları gölgeliyordu. 

Avlumuzun tulumbaya kadar gri çimento ile kaymaklanmış parlak pürüzsüz bir zemini vardı.Tulumbadan öte tarafında birkaç sebze ekilebilecek toprak kısım ile duvar kenarında bulunan dört küçük  kavak  ben doğduğumda dikilmişti. ( Sonra 11 yıl daha büyüdüler ve 1974 senesinde sünnet masraflarım  için kesilip satıldılar.)

Güneyden vuran öğle güneşinin, kavak yapraklarında meydana getirdiği gümüş rengi pırıltı, balık pullarının gümüşi pırıltısını andırıyordu. Balığın kavağa çıkması sözü ile belki de bu benzeyiş vurgulanıyor.

Uzak şehirlere yolculuklar esnasında kıvım kıvrım dolaşırken Anadolunun yollarında, bir su kenarında, bir evin bir damın kenarında, uçsuz bucaksız bozkırı gece gündüz beklerken de görebilirsiniz.

Ressamlar bozkır resmi yapmak için tuvalin başına geçip ellerine fırçayı aldıklarında, kavak o resmin mütemmin cüzüdür.

Bir evde insan yaşadığını bacasından çıkan duman  belli ederse; huzuru sükunu o topraklarda insanın yaşadığını ya da ara sırada bile olsa uğradığını  ancak o resimdeki kavak belli eder.  Kavak olmadan bozkırı, köyü resmederseniz bir şeyler eksik kalır.

Kavak yelleri de vardır baharın sonuna doğru esen, esip de tozu ile gözleri göğüsleri burunları doldurup tıkayan kavak yelleri.

Gençlerin başında, ilk deli çağlarında esen yellerin adı da "kavak yelleri" olarak geçer. Anlatılabilemez. Sezen Aksu bir şarkısında bahsetmiştir. Bu yelin esintisini ancak çarpılan bu yele tutulan bilir.

Biz beton binalar arasında yaşadığımızdan göremesek de kavak hala eski evlerin çatı aralarında bulunmaya devam ediyor.

Şehirlerde apartmanların çatı katlarında yapılan ahşap pergüleler için estetik olmadığından kullanılmasa da, kavun karpuz satıcılarının kurduğu geçici çardakların üst kısımlarında brandanın altında rastlanabilir.  Köylerde yine damların ahırların, eski ahşap binaların çatıları altında, duvarın üst kısmından uçlarını görebilirsiniz. Kabukları alel acele soyulmuş fazla dokunulmamış, ana gövdesini zedelememeye özen gösterilerek sayaların altlarına yerleştirilmişlerdir.Çünkü zaten hafif ve sağlam olmayan yapısıyla bel vermeye hazırdır. Fazla yüke gelmez, azıcık fazla yük ve biraz nem onun esnemesine bel vermesine kamburlaşmasına yol açar.

Kırılmaması çökmemesi için  uygun yerine bir dayak destek konmalıdır. (21 Ağustos 2017 Pazartesi)

4 Ağustos 2017 Cuma

Taşın Altı

Yaptığı hayırlı bir eylemden sonra olumlu bir ruh hali içinde olmalı insan.
Ama gücü yettiğince imkan dahilinde tüm yapılacakları yerine getirdikten sonra, önlemlerini aldıktan sonra, olumlu bir ruh hali içinde, olumlu sonuçlar beklemenin ümidi içinde olmalı.

Yoksa pasif, hareketsiz edilgen bir durumda otur havaya bak ve dua et. Olumlu ümitli, hayırlı dualar et. işe yarar mı? İhtimal düşük. 
Ama amacın için çalıştıktan sonra daha alnında terler kurumadan ellerini açmasan dahi içinden geçen yakarışları duyar Rabbimiz. 
Ve amaca ulaşmak için yapılan eylem/gayret istek sahibinin isteği konusundaki samimiyetini göstermektedir. 
Pasif edilgen durum içinde güzel amaçlar besleyen kişi -dünyanın en acıklı nidasıyla niyaz etse dahi- samimiyetini eylemle ortaya koymadığı için  -amacı için ortaya yapıcı eylem koyana göre- geridedir. 
Yetersizdir. Bu olmayacak duaya amin demektir. 

Olabilecek bir istekse biraz da isteyenin elini taşın altına sokması lazım değil mi?

(Eskilerin deyimiyle " armut piş ağzıma düş.")

Gerçekten muhtaç olanları tenzih ederek; Toplumumuzun bir bölümünün, son zamanlarda yukarıda olumsuzluklarını saydığımız durumda olduğu müşahade edilmektedir.

Özellikle sınırlı kaynakları ile ancak hayatını sürdürecek durumda olan bir kısım zevat sadece kendilerine yapılan sosyal yardımlar için sosyal hizmet kurumlarının kapılarını aşındırmaktadır. Sınırlı kaynaklarının daha da geliştirilebilmesi için imkanlarını genişletecek faaliyetlere girişmemekte ya da  vaz geçmektedirler.

Çünkü üretmek; emek, gayret ve risk içerir. Onun  yerine hayatının beilli bir standardın altında olduğunu resmi olarak ispatlayabildiği takdirde, kendini sosyal devletin şemsiyesi içine atabilmektedir. Bu durumda herhangibir risk kalmamaktadır. Bu gibi kişiler için gelirin artması risk oluşturur. Eğer gelirinin arttığı resmi kayıtlarda belli olursa sosyal yardım çıtasının üstüne çıkacağından yardımsız kalabileceğini düşünerek pasif kalmakta ve devletin kesesinden beslenmeye devam etmektedir. Bu defa devletin elinde sosyal yardım için ayrılan payın artması neticesi kalkınmaya, eğitime  ayrılacak kaynak azalmaktadır. Bu kısır döngü ise tüm halkımızın topyekün fakirleşmesine yol açmaktadır.

Devletin çalışmayı teşvik ederek, çalışanı onurlandıracak ve daha net kriterlerle ihtiyacı olanları ayırabilecek formülleri ortaya koyarak (bir kısım memnuniyetsizlerin oy vermeyeceği endişesiyle) ertelemeden tavizsiz uygulaması gerekmektedir.

3 Ağustos 2017 Perşembe

Yorgunluk

Yılların yorgunluğunu gönlümde hissetmesem de vücudumdaki azalarda hissettiriyor kırgınlıklarım. Sabahları işyerinin kırk kırkbeş adım olduğunu tahmin ettiğim yüz yirmi yıllık mermer merdivenlerini çıkarken daha iyi anlıyorum yorgunluğumu. 

Bir de eski günlerde çevik bir panter gibi her olaya atıldığım gibi atılmıyorum. Önce bakınıyorum, etrafı süzüyorum. Olayı düşünüp yorumluyorum. Harekete geçmemin faydası olacağına kanaat getirirsem eyleme geçiyorum. Yani gücümü daha rasyonel kullanıyorum. Çünkü azaldı.

İşyerine benim çalışmam için tahsis edilen masanın yanında bulunan koltuğa oturduktan sonra ihtiyacım olmasa akşama kadar kalkmayacağım.

Suratımdaki gülümsemeye yarayan kaslar gitgide işlevini yitiriyor, yukarıya doğru gerilemediği için asık suratlı bir şahıs olarak algılanıyorum beni tanımayanlarca. Ama öyle değil desem kim inanacak, bir gülümsemeye bile bahaneler bulan benim gibi bezgin birine.
İçimden bir ses biraz daha sık dişini diyor. Biraz daha. Sanki ne değişecekse. 

Cengiz Aytmatov Rahmetlinin Gülsarı romanında baş kahraman yaptığı "Gülsarı" isimli ihtiyar atın karlı tipili soğuk bir kış günü at arabasını zorla çekerken, sahibinin de arabayı arkadan iterken atının eski günlerini hatırlaması gibi, o yorgun ata benzetiyorum kendimi. Ama o at doru bir kısrakken başkaldırmış, zincirlerini kırmış zaptedilememiş ve Aytmatov'un romanına baş kahraman olmuş.  Ben öylemiydim de kendimi özdeştiriyorum.

Ama ne olursa olsun nefes alıyorum ve tuşlara basacak gücü kendimde buluyorum. 

Buna da şükür.

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Çorba

Gecenin ilk saatleri... İşten eve geldiğimde içtiğim kahvenin üzerine, yemekten sonra arkadaşım Cihangirle kahvede konuşurken bir bardak çay daha ekleyince,  uyku uzak şafaklarda bekler oldu beni.

Gecenin ilk saatlerinde yatağımda uykuya dalma gayretindeyken büyük oğlum yanıma geldi. annesi uyanmasın diye sessizce kulağıma fısıldadı.-"Baba köye gitmek istiyoruz. İzin verir misin.?" Yaşı yirmiiki olan iki çocuğum ve yaşı onaltı olan küçük oğlumun taleplerine nasıl hayır diyeyim.  Ve artık hayatta kendi başlarına inisiyatif alarak bir şeyler yapmalılar diye düşünerek, her ne kadar bütçe eksilerde dolaşsa da "gidin ama dikkatli olun" dedim. 

Üçü de hızlı bir hazırlık safhasından sonra çantalarını alıp ellerimizi öpüp vedalaştılar. Onlar asansöre biner binmez eşim ve ben aceleyle balkona koştuk. Yukarıdan aracı seyretmeye başladık. Çantaları bagaja yerleştirdiler. Kızım öne, küçük arkaya, abisi direksiyona geçti. Tırıltıyla çalıştırıp yavaşça ilerlediler. 
Alalı daha bir hafta olan yeni beyaz aracımız karanlığın arasında arkada kırmızı ışıklarının silüetini yaya yaya gözden kayboldu. Sabah saat beşe doğru bir mesaj geldi kızımdan; "baba köye vardık." 

Her sabah kesintisiz aynı saatte çalan cep telefonunumun alarmını bazen duymadan kalktığım da olur. Ama bugün yorgunum. Zorlanarak kalktı yılların yorgunluğunu taşıyan vücudum. Eşimde gecenin bir vaktine kadar ayaktaydı ve dün Ayvalıktan teyzesini ziyaretten gelmişti. Yorgundu. Kıyamadım. Dolapta akşamdan kalan tarhana çorbasını ısıttım. Kuru ekmekleri bastıra bastıra çorbanın içine gömdüm. Biraz acı biraz tuz. yanında bir parça peynir. Ve kaşıklıktaki en büyük kaşık elimde. Çorbayı içmeye başladım. 

O anda hatırıma,  Babam 1968 li yıllarda Manisa Tekstil Fabrikasına sabah 07 vardiyasına yetişmek için hazırlanırken, Annemin hazırladığı yer sofrasında tıka basa kuru ekmekle doldurduğu  ekşi tarhana çorbasını telaşla ve hohlayarak kaşıklaması  geldi. 

Yıllar sonra ben de aynı durumdayım. Ancak beni takip edecek ve ileride benimle aynı sofrada yediklerime şahitlik edecek hatırlayacak gençler uzaklarda.

İşyerindeyim saat 10.07 olmuş ve karnımın keyfi yerinde. 
Ne yersen ye ama çorba bir başka tad, bir başka keyif ya da ilaç.


(02.08.2017)

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...