27 Mart 2020 Cuma

Yalnızlar

Fransızların ünlü bir askerleri vardı. Mareşal Lyauteh. Mareşal emekliye ayrıldıktan sonra, bir görev verilir. Görevi bitince de-yeni bir görev için beklerken sabırsızlıkla. ..Azizim ben doksan bir yaşıma basıyorum.Eğer kendime yeni bir meslek yapmak istiyorsam işe derhal başlamalıyım." ( Sf 128 Yalnızlar. Tarık Buğra) 
Hayatın fatihi olmak, hiç değilse hayat döküntüsü olmamak için işte bu iştiyak, bu idrak gerekti.

İş, herhangi bir meşgale zamanı değerlendiriyor. Ruhun çürümesini engelliyordu.Yaşamak uğraşmak demekti; didinmek,bir şeyleri ortaya koymak,bir sonuç almak, ne olursa olsun elle tutulur, gözle görülür bir sonuca başkalarının ihtiyacı olan, değeri paylaşılan bir sonuca varmak demekti. İşe yaradığımızı kabul ettirmek, kuvvetli olduğumuzu kendimize ispatlamak demekti:Yenmek demekti, kazanmak demekti. Bunun aksi de, yenilmenin son manası olan ölüme götürürdü.
...
Bir kavgada yenilişi, bir kavganın kaybını ikinciye başlangıç yapmak ve yenilişlerden, kayıplardan birşeyler kurtarabilmek! Önemli olan bu hırs, bu irade, bu enerji idi.hayat bu idi.
Hayatı bir piyango gibi gördüğünü ve ona ancak bir tek biletle katılabileceğine inandığını düşündü.Sanki çekiliş bitmiş,biletine amorti bile çıkmamıştı.Bilet çöplüğe!
Bahtsızlık, kayıplar,yenilişler! Bunlar bütün insanların kaderi idi.Yıkıcı olan bunlar değil,her kaybın yeni bir başlangıç imkanı getirdiğini görmemek, görememekti.
Başarısızlıkları söküp atamamanın zavallılığını duydu:

İnsan ömrü küçücük bir kayıktı. Okyanus onunla aşılacaktı. Yolcusu ona dertlerini, kederlerini, acılarını, başarısızlıklarını doldurmaya kalkışacak olursa, minik sandal, yol daha yarı demeden sulara gömülürdü. ( Sf 129 Yalnızlar. Tarık Buğra) 

 ..."Zavallı pervanecik" diye mırıldandı.
   "Kader" derdi o. Ve insanların kaderin diktiği sonlarına doğru, direnmeden, karşı duramadan sürüklendiklerine inanırdı: İnsan kaderine doğru bir pervanenin mum alevine gidişi gibi uçar!
Yarı alaycı, yarı yenik, böyle demişti bir gün.

 Hiç bir şey istememek... kazanmak için, eldekileri kaçırmamak veya korumak için kılını kıpırdatmayacaksın, sonra da olan bitenlere kader diyecek, sonucun yükünden kurtulacaksın!

Düştüğü, düşürüldüğü yerden bir avuç toprakla kalkmak!

Murad bunu hiç bir zaman başaramayacağını " içini yoklayıp geçen hırsa rağmen" hüzünle düşündü: Didişmeyi arsızlık,şirretlik gibi bir şey sayıyordu. Bunun, mücadele konularını iyi seçemeyeceğinden ileri geldiğini, mücadele konularını -hatta- bilemeyişinden doğduğunu düşünemiyordu.(age sf 131)
 Yaşamaya karşı durduğu ilgiyi zayıflatan başarısızlıklarının önemsizliğini artık görebiliyor, bunların ayaklarına kendi elleriyle taktığı bukağılar olduğunu artık anlayabiliyordu. bu aptallık bukağılarını söküp atacaktı; gidecekti.Gerçek hayata ve hayatının gerçeklerine dönecekti. (age sf. 132)
(23.11.2017)



Olan Olur.

Vahşi doğayı konu alan belgesel filmlerde sık sık rastlanan sahnelerdendir. Sürünün lideri olan hayvan, yaşı ilerleyip de güçten  takatten düşünce, bir gün  kendine güvenen bir genç hayvan çıkar karşısına ve dövüşür. Çoğunlukla da yaşı ilerlemiş olan hayvan bu kavgadan yenik ayrılır. Doğanın değişmez kanunudur bu. Eski sürüsünün etki alanından uzak bir yere, başı önde yavaş yavaş kuyruğunu kıstırarak çeker gider. 
İnsanoğlunun hayatının da böyle olduğunu bir kez daha yaşayarak teyit etti.  Çıkan tartışmalarda genellikle kaybeden taraf olmaya başladığını bir kez daha farkedince son kararını verdi. Hiç bir konuda karar vermeyecek geri çekilecekti. Dünyanın üç beş günlük sınırlı süresi içinde kendini fazla yıpratmaya değmez deyip, uzaklarda kimsenin ulaşamayacağı/rahatsız etmeyeceği bir mekan bularak kafa dinlemeye karar verdi. Yeter dedi kendi kendine. Kimin için bu gerginlikler, herkes kendi kaderini yaşayacak, sürünen sürünsün sana ne dedi. Herşeyi sen mi düzelteceksin, düzeltsen geliştirsen ne olacak. Sonunda hızla davranan açıkgöz biri elinden kapmayacak mı? Kurdun hakim olduğu ve kurt  kanununun geçerli olduğu ve gücünle normal yola sokamadığın etki çevreni niye zorluyorsun ki. Sal, ne fren ne de gaza dokunma.  Akışına bırak, her şey çarpacağı yere çarpsın dedi.
Uğraşıp durduğu emek verdikleri  için en yakınları bile destek çıkmayarak eleştirdiği bir noktada isen, değiştirmeye de, korumaya da gücün yetersiz kalıyor ise;  yapılacak en akıllıca eylem   her şeyi bırakıp "avı" sırtlanlara terketmektir diye düşündü. Yapılan vefasızlıklara rağmen, hala daha iyi ve güvenli gelecek olsun diye  daha fazla emek vermek enayilik, aptallıktır diye düşündü.  
O çatışma saatinden itibaren kendi içinde sürdürdüğü azmini, gayretini ve gelecekle ilgili murakabesini bitirdi, mücadelesini de...  
Olan olur.    29.11.2019

Tedarik

10 Mart 2020 günü yazdığı tahrik başlıklı yazının sonunda < ileride okuyabilirim> düşüncesi ile kitap alanlardan bahsetmişti. Koronavirüs tedbirleri sebebiyle ailesiyle evde beklerken küçük oğlu internetten bazı kitapları beğendiğini söyleyince önce onun istediklerini sipariş ettiler. Yabancı bir yazarın Şibumi, Osman Pamukoğlu Paşa nın yeni bir kitabı ((Trompetler Çalarken) ve Jack London un Vahşetin çağrısı kitaplarıydı. Ardından  kitapları incelemeye devam ederken daha önce okuduğu Alaattin Parmaksız Komutanın yazdığı <Türk Amerikan Savaşı-Kanlı Deprem> kitabının çok uygun bir bedelle satıldığını gördü. Kitapsever dostlarına da hediye etmek gayesiyle kitaptan birkaç tane sipariş verdi. Dört gün içinde kitaplar eve gelmişti. Artık koronavirüslü günleri geçirinceye kadar zihinlerini besleyecek gıdaların bir kısmını tedarik etmişlerdi. 
Bu arada büyük oğlunun biraz uzağında oturduğu koltukta kayıtsızca telefonuyla ilgilendiğini görünce <niye blog sayfasını takip edip de eleştirmiyorsun> diye sitem etti. Oğlu <artık kendi okuyucu kitlesini bulmalı blog yazanlar> diye şakayla karışık cevap verdi. O da <ay sonunda herkes kendi kaynaklarını bulmalı cevabı gelirse üzülme> diye yanıtladı.
Onun bu sayfalarda anlattığı hikayeler; orta halli, bazı sıkıntıları olsa da sırtını devlete dayamış bir vatandaşın koronavirüs meselesine basit / kaderci bir bakışı sayılır. 
Normal şartlarda bile hayatını sürdüremeyenlere, evlerinde maddi ve manevi zorluklar içinde beklemek zorunda olanlara, gelecekle ilgili çeşitli endişeler taşıyanlara,  Allah kolaylıklar versin.        (27.03.2020)

13 Mart 2020 Cuma

Korona günlerinde hayat

 Nilüfer'in  duygulu sesiyle söylediği  çok uzaklarda şarkısını dinlerken radyoda, aklına Aralık Ocak ayı içinde Çin'de Vuhan'da apartmanlarda günlerce mahsur kalan insanlar geldi. Ve  Gabriel Garcia Marquez'in "kolera günlerinde aşk" adlı eserinden çağrışımla yaşananlara korona günlerinde hayat deyiverdi.
Son üç ayda bize göre  çok uzaklarda olan Çin'de ortaya çıkan korona virüsünün adım adım dünyaya yayılmasını  ve ülkemize yaklaşmasını hep beraber izledik. Ve sonunda korktuğumuz önce kapımıza, sonra  başımıza geldi. Korona virüsünün yaygınlığı hakkında halk arasında değişik şüpheler konuşulsa da, resmi olarak şu an itibarı ile 2 olan sayının artmaması dileğimiz temennimizdir.
Belki de sıcak günlerin yaklaşması sıcak iklimde hayatını sürdüren ülkemiz insanları için bir şans.
Ancak kötü haber alınır alınmaz  kısa süren bir durgunluğun ardından tüm şehirlerde koruyucu malzemelerin ve  virüs dezenfekte edicilerin ayrıca kolonyaların çok hızlı olarak raflardan kaybolması da gösteriyor ki bu noktayı bekliyormuşuz. 
Virüsün yayılmasını sağlayan değişik sebeplerin var olduğu görülüyor. İnsanların dünyayı çok sık dolaşması, kalabalık ortamlar, toplumların temizlik hassasiyeti,  insan bünyesinin zayıflığı yani vücut direncinin yetersizliği, yaş, kronik diğer rahatsızlıklar gibi etkenlerin yanında, özellikle bazı ülkelerdeki   umursamazlıkta etkenler arasında sayılabilir.  
Ve son iki günden bu yana yaşadığı şehirde de insanların salgına karşı daha dikkatli davranmaya başladığını gözlemledi. Tokalaşmalar, yakın irtibatlar, temizliğe biraz daha dikkat edilmesi ve yüzlerdeki endişe, yüzler önceki zamanlara göre daha bir asık, daha bir düşük ve muhabbetlerin de gitgide azalması, insanların yavaş yavaş kabuğuna çekilmesi ilk farkedilenlerdi. Okulların tatil edilmesiyle birlikte, çalışan kadınların çocuklarını kime nereye bırakacağı düşüncesiyle izin taleplerinin arttığını gözlemledi.  
Virüs salgını nedeniyle gidip gitmemekte kararsız kaldığı Cuma namazına son dakikalarda yetişti. Cami bahçesinin  dışında  kendisi gibi son anda gelenlerin serdiği bir naylon hasır üstünde namazını kıldı. Mart güneşi altında geçen yaklaşık yarım saatlik zaman süresince biraz terledi. Yan tarafındaki hasırda namaz kılan bir kısım yaşı kemale ermiş cemaatin maske taktığını gördü. Namaz bittiğinde en arka sırada olmanın avantajı ile Camiden ilk çıkanlardandı. Kendince tedbir almıştı işte.
Feleğin çemberinin nasıl dönüp de nice kimselerin tekerine çomak soktuğunu bir kez daha müşahade etti.
Böylece "Kelebek etkisi" olarak adlandırılan teorinin gerçeğe dönüştüğünü, dünyanın herhangi bir yerindeki olayların az ya da çok dünyanın diğer kesimlerine de tesir ettiğini bir kez daha tesbit etti.13.03.2020 

10 Mart 2020 Salı

Tahrik

Bazı insanlar giyim mağazalarının  vitrinleri ve mağazanın içinde sergilenmiş giyim eşyalarıyla ilgilenirler. Bazıları da elektronik mağazalarının vitrinlerini seyrederler. Bu kişiler ellerine fırsat geçince yani maddi imkanları uygun hale gelince gönüllerinde depreşip duran isteklerinin ardından koşa koşa mağazalardan beğendiklerini alırlar. Günlerce, piyasaya yeni bir ürün çıkıncaya kadar o aldıklarının özellikleri ve güzellikleri ile oyalanırlar ne kadar hoş bir eşya aldıklarını çevrelerine sevinçle anlatırlar. Başka bir grup ise bu mağaza vitrinlerinde kısa bir süre oyalanır sadece bakar geçer. Vitrinde sergilenen ürünü ve ürünün üzerindeki etiketi incelerler. Ardından ceplerini kurcalarlar. Bir ellerindeki birikime, bir de vitrinde sergilenen ürüne bakarlar. Yine geçer giderler. Fırsat buldukça bu mağazanın önünden geçmeyi adet edinirler. Ve birgün vitrini seyrettikten sonra gözlerinde parıldayan bir ışıltıyla aniden mağazaya dalıverirler. Çünkü o ürün -yeni bir modeli çıktığı ya da çıkacağı için- fiyat indirimine  girmiştir. O anda akıllarında ödemeleri gereken diğer borçların gelecek hesapları yoktur. Sadece o ürünü alıp giymek, içmek ya da kullanmak vardır. Aç insanın lezzetli bir yemeğin önünde yutkunarak beklemesi gibi, nice zamandır o ürünü beklemekte olduklarından başka bir şey düşünmeden hemen alırlar. Çünkü bu fırsattır. Eğer diğer ihtiyaçlarını düşünecek olurlarsa vazgeçeceklerini ve ağızlarındaki suyun damlamaya devam edeceğini bildikleri için hemen almalıdırlar. Gerisini sonra düşünürler. İhtiyaç öncelikli değildir, haz önceliklidir. Ve bu nedenle reklamlar için, bu hazzı körükleyerek hedef kitleyi tahrik etmeye yarar denebilir.
Aynı vitrin önünden nice başka biçim şekil huy ve tıynette insanlar da geçer gider. Hiç bakmadan geçen bu grubun ise yoksulluğunun ümitsizliği içinde guruldayan karnı önceliğidir. Zaten hal ve gidişleri, giyim biçimlerinin kalitesi de belli eder bu kişileri.
Bir de sık olmasa da, sakin adımlarla yürürken vitrinin ışıltısının gözlerini kamaştırmasından dolayı öylesine bir bakışla başını çevirerek mağazanın önünde durmadan geçip gidenler vardır.
Yürüyüşlerinden de anlaşılır ki bunlar kendilerine hakim, kendileriyle barışık, kendilerinin ne yapması ya da yapmaması konusunda durumlarının bilincinde olan insanlardır. Üzerindeki eski ya da yeni, kaliteli yada kalitesiz olsa da elbiselerinin dizaynında bir tutarlılık vardır. Bakışlarında, duruşlarında bir kararlılık, bir kendine güven vardır. Mağazanın önünde ceplerini karıştırmazlar. Zaten ceplerini ve bütçelerini biliyorlardır. İhtiyaçlarını planlamışlardır. Bu şahıslar mağazalara çok ender olarak girerler. Canının istediklerini değil ihtiyaçlarını alır ve hemen çıkarlar. 
Tüm bu anlatılanların haricinde bir de kitapçıların önünde bakınıp duran değişik giyim ve biçimlerde ama  gözlerinde vitrindeki kitaplara doğru baktıklarında parlayan bir ışıltı olan insan grubu vardır. Bu kişiler de diğer eşya mağazalarının vitrinlerine bakanlar gibi tasnif edilebilseler de, kendilerini geliştirecek ve zihin dünyalarını inkişaf ettirebilecek eylemler içinde olduklarından  istekleri daha masumdur  denebilir mi?  Ama, kitap mağazalarına hırsla dalıp kitapların kendisine ilginç gelenlerini (ya da rafın boyutlarına uygun ebatta kitapları) alıp evde kitap raflarında biriktirmeye, entel görüntü vermeye çalışanlar olduğu gibi; "bu beğendiğim kitaplar ilgi duyduğum konuları içerdiği için şu an okuyamasam da ilerde okuyabilirim ." düşüncesi ile satın alanlar da olabilir.
O nedenle insanların eylemlerini uzaktan bakarak değerlendirmek  her zaman doğru sonuçlara götürmeyebilir. Doğru, objektif değerlendirme yapabilmek için insanların niyetlerini ve hayatının diğer kısımlarındaki eylemlerinin tutarlılığını göz önüne almalıdır. Çünkü bu yazıyı yazan da son grupta olduğunu düşünüyor. Vesselam.

3 Mart 2020 Salı

Enerji

      Çalıştığı işyerinin  güney yönünden geçen yolu,  çevreyi ve etrafındaki devinimi kısık gözlerle seyretti bir süre. Karşıdan vuran Mart güneşi gözlerini kamaştırmasa daha iyi gözlemleyecekti.
     Kısık gözünün önünde  siyah siluetler  oynayıp duruyordu. Kiminin eli cebinde, başı öne eğik on metrelik bir alan içinde bir ileri bir geri adımlıyor. Bir kısmı düşünceli, ama hareketli sol yönü uzun süredir gözlemliyor. Bazısı elinde telefon -hangi iş ve işlemlerin derinliğine dalmışsa- ha bire telefonun yüzüne (ekranına) dokunup duruyor. Bir kaç kişi ise saygı duruşunda bekleyen anıtkabirdeki asker gibi dimdik hareketsiz  bekliyor. Artlarında önemsemeseler de onları bekleyen  onlarla beraber gidip gelen gölgeleri mevcutttu. Soldan sağa doğru  bir çok araç önlerinden hızla gelip geçiyor. Ama onlar hiçbiri ile ilgilenmiyor. Yolun karşı tarafında bulunan parkın öteki ucunda tarihi caminin minaresi ile bahçesindeki ağaçlar da gölgelerini yola doğru uzatmış. Caminin güney kısmındaki dağ ise  sabah sisleri buğuları arasında buzlanmış gibi. 
      Bekleyenlerin  her iki yanında bulunan yaklaşık seksen yıllık palmiye ağaçlarının pürçüklü geniş gövdeleri yolun soluna doğru bakışlarını engellediği için, arasıra yola doğru yanaşıp yine sol tarafa doğru boyunlarını uzatarak ileriyi kontrol ediyorlar. Sonra yine eski hallerinde kimi sessizce ve hareketsizce, kimi adımlayarak kimi cep telefonuyla oynayarak kimi tesbihi sallayarak beklemeye zaman geçirmeye devam ediyorlar. Bir kaç dakika değil yaklaşık sekiz dakika dolduğu halde aynı pozisyondalar. Kime kimsenin yüzüne bakmıyor. herkes kendi aleminde.
      Sola doğru son bakanın hareketlenmesi üzerine diğerleri de hareketlendi ve kaldırım kenarında bir araya toplanmaya başladılar. Bu arada sol yönden geniş ve uzun bir gölge yavaşça  bekleyen grubun önüne yanaştı. Gölgesi bekleyenlerin üzerine düşünce bekleyenler de gölgede kaldılar. Ve büyük gölgenin ön kısmında bir tıs sesi duyuldu. Bekleyenler sırayla azıcık telaş içinde binince yine bir tıs sesi duyuldu. Büyük ve geniş gövdesinin  palmiyelere vuran  gölgesinin sağa doğru ilerlemesiyle yol  yine ışıldadı.
     Bekleyen kalmadığı için palmiyelerin arasında kalan boşlukta güneyden vuran güneşin yerden yansıması daha görünür oldu. Yolun diğer yarısı caminin ve ağaçların gölgesinde kaldı.
      Bir kaç zaman sonra yine aynı boşlukta yeni gölgeler peydah olarak kıpırdamaya başladı. Benzer hareketlerle sol yanlarını eğilerek kontrol ediyorlar bekliyorlardı. Uzun ve büyük gölge yanaşıp tıslayınca, o uzun ve geniş gölgenin karanlığı içinde kayboluyorlar.  Ardından yine.. Bu tekrarlayan eylemler günler aylar yıllar boyunca yinelenip duruyor.
      "Ekseriyet bir gölge gibi geçip gidiyor hayattan. Böyle mi olmalı? Gölgesiz, ışıldayan, aydınlatan, ışığıyla gölgede yaşayanlara yol mu göstermeli? Nasıl olmalı?"
      Bitkin bir sesle kendi kendine; "Ama bunun için enerji lazım !"  Diye bir an düşünerek kapattı bilgisayarını.  Zorlanarak yerinden kalktı, ceketini giydi, bezgin bezgin çıkışa doğru yürümeye başladı. (03.03.2020-17:47)
     

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...