27 Şubat 2017 Pazartesi

Bu Sabah

Sabah evden çıktığımda hava yine  pusluydu. Yükseklerde,durgun rüzgarsiz bir hava hakimdi, mavi gökyüzü ile yeryüzünün birbirini görmesine engelleyen, açık kurşuni renkli bir pus yayılmıştı.  Sabah ilk görevlerimden olan günlük ev artıklarının doldurulduğu poşeti çöp bidonuna attıktan sonra aracımın yanına geldim. Çalıştırdım. Doğu caddesi üzerinden işyerine doğru yola çıktım. Artık gün erken doğduğundan Ocak ayı başındaki alacakaranlık sabahlarda koşuşturanlara rastlanmıyor. Trafik normal seyrinde. Günlük, mutad işlerinin telaşında gibi insanoğlu. 

Hiçbir zaman unutmadığım, araca bindiğimde ilk yaptığım işlerden olan emniyet kemerimi taktıktan sonra kontak anahtarını çevirdim. Akgün mahallesi, Ulupark, Kuyumcular Çarşısı üzerinden Şehitler Ortaokulunun kuzey tarafında ulaştım ve  uygun bir yer bulup park ettim. Yol tarafına denk gelen sağ aynayı kapattım.

Elimde, öğleyin atıştıracağım bir kaç parça yiyeceğin bulunduğu naylon torbayı sallaya sallaya  kırk basamaklı olduğunu tahmin ettiğim merdivenlerini tırmanarak , yüzon yıllık binaya -işyerime- geldim. Yine, yüksek tavanlı geçmiş dönemin ihtişamı ile acılarını, duvarlarının sıvalarında dahi barındıran geniş koridordan yavaş yavaş yürüyerek sol tarafta bulunan kapıya vasıl oldum. 

Sonrası, her zaman yaşadıklarım, otomatik olarak yaptıklarım. Yüzon yıllık kapıyı sağa doğru aç, Selam ver, pardesüyü çıkarıp kapının solundaki elbise askısına as, yiyecek poşeti ile kasketimi oturacağım masanın arkasındaki dolaba yerleştir. Koltuğa otur, bilgisayarı aç, sisteme gir iş durumunu kontrol et....

Ardından  o eski kapı yine açılır. Kısık sesiyle, biraz zordan yaptığını hissettiğim tebessümüyle nazik tavır ve mimikleriyle kibarlığını belli etmeye çalışan erkek müstahdem içeri girer ne içeceğimizi sorar. Siparişleri lüks restoranların garsonları havasında ve endamında alarak gider.
Biraz sonra çaylar gelir, kimi açık kimi duble çaylarını alır, bazen o kadar sipariş alıp kimin ne içeceğini tesbit etmesine rağmen , dalıp unuttuğu için  "-Abi sana biraz sonra getireyim" diye hafifçe sırıtarak çıkar gider.

Erkek müstahdemin orta boyu ve sağa sola hafif yalpalayarak yürüyüşüne, güçlü vücuduna bakınca zamanında pehlivanlık yaptığını tahmin edebilirsiniz. Bir zamanlar sormuş idim. Vakti zamanında boksla uğraştığını söylediği hatırımda kalmış.

Bayan müstahdem ise Tekel İdaresinde işe girmiş, Tekel kapatılınca bu işyerine tayin olmuş. Ve 4/c dedikleri bir statüde ekmeğinin peşinde koşuşturuyor. Yuntdağı köylerinden olduğu halinden ahvalinden, konuşma ve aksanından anlaşılıyor. Güleryüzlü, ancak güleryüzünün içten geldiği hissediliyor. Erkek müstahdeme göre daha  doğal bir davranış ve tavrı var. İşyerinin bir çok noktasında bu 4/c denilen statüde çalışan arkadaşlar var ve bulunduğumuz işyerinin -statü olarak- en alt tabakasındalar. Hindistandaki kast sisteminde parya olarak tasnif edilen- sınıflandırılan- bir kesim gibi her türlü geri hizmet onların mesuliyetinde.
Ekseriyeti doğup büyüdükleri köyde (pardon mahallelerde) yaşıyorlar. Her gün köye gidip geliyorlar.

Bulunduğum işyeri toplama birlik gibi. Kapatılan belediyelerden, Tekel İdaresinden, Araplara satılan Türk Telekomdan, Özelleştirilmesi düşünülen T:C.Ziraat Bankasından, Özelleştirilerek Gediz Elektrik isimli şirkete devredilen TEDAŞ tan gelenlerle, başka kurumlardan geçici olarak görevlendirilenlerden meydana gelen bir birlik. İşler bir şekilde olup gidiyor.

İdari kısımların bir ikisi hariç, sıkıntı stres heyecan telaş bu müessesede çok fazla barınamıyor.

Öyle kendine has,müstesna bir kurum...

(28.02.2017 Salı 12.02)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...