5 Mart 2019 Salı

Zurnacı (Deneme)

Ahşaptan oyma, ağızlık kısmında çıkarılıp temizlenebilen bir parçası olan, sıralı deliklerine bastıkça farklı tizlikte sesler çıkaran, son tarafında sesin rahat dağılımını sağlamak üzere genişleyen bir şekilde yapılmış bir müzik aracıdır. Sesi yakında dinleyenler için rahatsız edicidir. 
TDK Sözlüğünde "Ağaçtan yapılan, iki karış boyunda, ağız bölümü yayvan, keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle (dümbek te denir) birlikte çalınan nefesli çalgı" olarak ifade edilse de  nefesi yetirmek zordur. yanaklar şişer,terler ve tükenir. O nedenle uygun bir yerde oturarak zırtlatılması önemlidir.
Çocukluk yaşlarında  davul zurna  düğünün alamet-i farikası idi. Nasıl ki kambersiz düğün olmazsa davul zurnasız da düğün olmazdı. Düğün öncesi akşam mevlüt okunmalı ve mevlüte gelenlerin her birine kahve ikram edilmeli idi. ( Sünnet düğünlerinde mevlit ve düğün aynı anda gündüz olurdu.Mevlit okunurken sünnet çocuğu konvoyla dolaştırılırdı. Mevlitin sonuna doğru dua sırasında sünnet konvoyu mevlit alanına gelirdi.  Dua biter bitmez davul zurna başlardı. Çocuk arabadan hemen inmez isteklerini sıralardı. Dedesi ninesi anası babası  hediyeler takardı...  ) Ardından mevlitin bir bölümünde şerbet dağıtılmalıydı. Damadın arkadaşları tarafından hizmet işleri organize edilirdi. Hizmet edenlerin sol omuzlarında bir havlu olurdu. Bu havlu misafir ile hizmet edeni ayırmaya, müsafirlerin isteklerini kime bildirmeleri gerektiğini anlatan işaretlerdi. Kahve fincanlarının zamanında ve eksiksiz toplanılması önemliydi. İçindeki kahve içilmeden fincanı almaya uzanmak kadar, biten kahvenin fincanını bekletmek de gevşeklik umarsızlık alametiydi ve düğün sahibi için eksi haneye yazılırdı.
Evlenecek kız ise, kız evi ise; düğünden önceki gece kına gecesi olurdu. Kemancı, dümbelekçi ve tefçinin dahil olduğu dört kişilik Akgün  mahallesi hanımlar matinesi fasıl heyeti de kına gecesinin olmazsa olmazlarından idi. Faytondan iner inmez kırıta kırıta özellikle parlayan renkler seçilerek dikilmiş şalvarlarını sallaya sallaya gelen çalgıcılar önce oturacakları sandalyeleri düzeltirler, ev sahibinden minder isterler, masa yetersizse  su, sürahi, iki paket uzun cigaranın masaya yerleştirilmesini isterlerdi. Bu arada yavaşça ağırdan alarak saz aletlerini akort ederlerdi. Kemancı gıcır gıcır gıcırdatarak telleri uygun gerginliğe getirirdi ki müzik hoş olsun bahşişleri bol olsun. Dümbelekçi ise  önce birkaç defa vurur istediği gibi tımbırdamazsa hemen topladığı bir iki parça kağıt parçasını tutuşturur ve dümbeleğin deri kısmını alevin üzerinde gezdirir. Sonra tekrar çalar. sesi beğenmezse tekrar tekrar  ısıtarak yeniden deneyerek  dümbelek derisini en uygun dımbırtıyı çıkarak  ses inceliğine, tınısına getirirdi ki böylece dümbelek çaldıkça hanımların kalbinde oluşan coşku ve heyecan artsın ve bahşişler gelsindi.  Bu işlem biraz uzun sürerdi, çünkü sandalyeler dolmadığında dinleyici kitlesinin azlığı çalgıcıların motivasyonunu etkilerdi. Dinleyicilerin çokluğu sabırsızlığı ve tepkileri onları şevklendirirdi.
...
Bu işler için günler öncesinden sandalyecilerle sözleşilir, düğün alanının çevresindeki evlerde keşif yapılarak su tuvalet aydınlatma, zemin süpürme ve ıslatma işlemlerinin nasıl olacağı ve kimler tarafından yapılacağı planlanır, düğün mahallinin uygun yerine, duvara  ip gerilerek asılacak bayrağın yeri ayarlanırdı.
Gündüz yapılacak düğün için sabah saat sekiz buçuk sularında, öncelikle ortaya oyun için yer hazırlanır. Geceden kalan sandalyeler yeniden düzenlenir, ortayı görecek şekilde yerleştirilirdi.
Saat ona yaklaştıkça heyecan gitgide artardı. Bir fayton yaklaşır, içinden  düğünü düğün edecek iki kişi sakin adımlarla iner, kendileri için hazırlanan mükellef sofraya oturarak karınlarını doyururlardı. Çünkü aç ayının bile oynamadığı bilindiğine göre iyi bir düğün için doymak doyurmak  gerekirdi. Hatta düğün  sahibi ne kadar sofu olursa olsun, kimseye belli etmeden demlenirlerdi ki bunu ev sahibi belki de görmezden gelirdi. Çünkü düğün keyf ve neşe demekti. Asık suratlı keyifsiz davulcu ve zurnacının düğüne negatif katkısı olacağını o da bilirdi. Gerçekten de davulcu ve zurnacı  ne kadar keyifli ise düğün o kadar keyifli güzel neşeli unutulmaz olurdu. O zamanlar orkestra şefleri, moderatörler, organizatörler, d.j.ler yoktu. Bu işlerin hepsinin odak noktası yıllardır bu işlerde profesyonelleşmiş olan davulcu ve zurnacılardı.
İlk davul sesi ardından zurnanın sesi uzak sokaklarda yankılanmaya başlayınca gençler düğün meydanında ilk harmandalıları dönerken, yavaş yavaş misafirler akın etmeye başlarlardı. Çünkü bazı bilmişlerce erken gelmek de  gelmemezlik gibi bir kusur sayılırdı ve "görmemiş" denerek küçümsenir, ayıplanırdı. Düğüne gelenleri karşılama esnasında bir tepsi içine yerleştirilmiş lokumların yanına bazen sigara da sıralanarak misafirlere seçenek olarak  sunulurdu.
...
O gün, düğün sürerken zurnacının sol yanında oturarak avurtlarını nasıl şişirerek çaldığını, parmaklarını nasıl delikler üzerinde gezdirdiğini seyrederken, önlerindeki kasketin içine atılan beşlikleri gördükçe gözü döndü ve "ne olacak bu işi ben de yaparım" diye düşünmeye başladı. Zurna çalacak para kazanacak ve dümeni püsküllü ince teker bisiklet alacaktı. Bir ara zurnacı tuvalete gittiğinde kimse farketmeden zurnayı aldı ucunu elbisesine sildi ve üfürmeye başladı. Üfürdükçe üfürdü ama nafile, ses çıkaramadı. Ancak  zurnayı üfürmekten dolayı ağzının dip tarafları avurtları birkaç gün ağrıdı durdu.
Daha sonra güneş yön değiştirince zurnacı başka bir gölgeye çekti sandalyesini, artık yüzünü daha iyi seçebiliyordu. Zurnayı çalarken yüzünün ve avurtlarının nasıl zorlandığını, nasıl ter, kan ter içinde kaldığını, yüzünün bazen kıpkırmızı kesildiğini, nefes nefese kalarak durup dinlendiğini gördü. Yorulduğunda zurnayı kenara koymadan önce uç tarafı aşağıda olacak şekilde hızla silkeleyerek zurnanın içinde biriken tükürükleri boşaltırdı. Dinlenirken, oturduğu sandalyesinin ayakları dibinde gazeteye sarılı duran bir şişeyi arasıra yudumladığını, üzerine de su içtiğini görünce, "demek ki kendini güçlendirmek için ilacını yanında taşıyor." diye düşündü. O vakit anladı ki zurnacılık zor bir meslek imiş. 
Zurnacı, zurnaya nefes verdikçe gönlünden o an geçenler zurnanın ucundan dökülürdü. Sanki zurna dinleyenlerle konuşurdu, konuştururdu. Bazen bir oyun havasıyla neşelendirip oyuna davet ederken, bazen de hüzünlü ezgilerle efkar dağıtırdı dinleyenlerin kulaklarına ve gönüllerine. Garip, efsunlu bir müzik aletiydi.
...
Düğün günü her iki aile tarafından belirlendikten sonra seçilen davetiyeler sipariş verilir. birkaç gün sonra matbaadan gelir gelmez, daha mürekkep kokusu gitmemiş kartlar zarflanır. Üzerlerine isimler yazılır. Uzaklara postayla gidecek olanlar öncelikli gönderilir, ardından ev halkı kendi arasında dağıtım planlaması yaptıktan sonra, kapı kapı dolaşılarak tüm hısım dost akraba ve taallukat ile komşulara haber verilirdi. Ve her akşam kime verildi kime verilmedi diye durum değerlendirilmesi yapılır, eksikler, verilemeyenler hatırlanarak bir gün sonraki dağıtım planına dahil edilirdi. Bu en önemli işlerden idi. Ya bir yakın tanıdık unutulursa, bir kırgınlık oluşmasa bile, düğün sahiplerinde suçluluk duygusu oluşurdu. 
Yıllar sonra davetiye veremedikleri tanıdığı görünce eksiklenir ve suçluluk duygusu, yeni bir düğüne o kişiyi davet edinceye kadar gitmezdi... O zamanlar öyle zamanlardı. Samimiyet, yüz yüze doğal ilişkiler vardı. 
Cep telefonlarıyla ya da bin bir  medya kanalıyla, türlü türlü standart mesajlarla günü kurtaran yılışık cıvık, samimi olmayan muhabbetler yok idi.  Açık ve netti. Her şey insanın kendi gücüyle erişileceği bir etki çemberiyle sınırlanmış ve bire bir ilişkiler ağıyla örülmüştü. Ancak bu örülme, ince ince kanaviçe işler gibi yüzyıllar boyunca oluşmuş nice geleneklerin devamıydı. 
...
Ahir zamanda, yani şimdi, hepsi bir arada üç saat içinde sonuçlanan düğün kına gecesi paket programlarıyla olup bitiveren zamane düğünleri ile teselli olup evleniyor, evlendiriyoruz...(05.03.2019)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...