27 Ağustos 2019 Salı

Bozuk Para

Yaz sonu sıcaklarının şehrin her yanına tesir ettiği bugünlerde, çocukluğunun yaz mevsimlerinde hissettiklerini düşündü bir an...

Mevsim yaz, aylardan Ağustos ve sene 1976 olmalı ... Her yer sıcak. Nereye dönsek, nereye otursak, nereye baksak, hep sıcak, hep sıcak. Gölgeler bile kifayet etmiyor. Ancak; Spil'in kuzey yamaçlarına yaslanmış eski taş binaların ovaya bakan açık kuzey taraflarından gelen esinti, kısa bir an için ferahlatıyor. Bir de ulu çınar ağaçlarıyla çevrilmiş olan, yapısının büyük kısmı yaprakların altına gizlenmiş tarihi binaların karanlık gölgeli taş duvarlarına yaklaşabilenler  serinliği hissedebiliyor. Kalın taş duvarlar  sıcağa karşı  savaşta başarılı oluyor.
Öğle ile ikindi arası bir süre sokaklar boşalırdı. İmkanına göre herkes sığınacak serin bir köşe bulmaya çalışır, kavurucu sıcakların geçmesini beklerdi.

Ağlayan Kayanın batı kısmından, dağların arasından kurtularak kuzeydeki ovaya doğru akan derenin çevresinde  irili ufaklı çınar ağaçlarının gölgelerinde çocuk sesleri duyulurdu.  
Elinde gazete kağıtlarına sarılmış şarap şişelerini mümkün olduğunca belli etmemeye çalışarak  sessizce derenin ıssız derinliklerine doğru geçenler de görülürdü. Bunlar şırıldayarak akan derenin gözler uzak yerlerinde göllenmiş su birikintilerinde  içip içip mest olurlardı. Bu nedenle gündüz vakti bile derenin içindeki ağaçların altında demlenenlerin bulunması ihtimalinden dolayı çocuklar için uygun değildi. Yalnızca değirmen kemerinin hemen üstünde bulunan doğal havuz biçimindeki oyukta biriken sularda yüzülebilirdi. Burasının diğer bir  sakıncalı yönü batı tarafındaki çöplüktü. Motorlu araçlar giremediği için dağ yamaçlarındaki sokakları dolaşarak evlerdeki çöpleri eşeklerle toplayan belediye görevlilerinin gizlice çöp döktükleri bir yerdi. (Belki de gizli değildi.) Bir yanda sıcaktan kızışarak kokuşan envai çeşit çöp ile uçuşan ya da çöpleri karıştıran haşarat, diğer yanda derenin sularıyla dolan havuzda  keyif yapan çocuklar.
Ağlayan kayanın önündeki derede bulunan değirmen kalıntılarından dağa doğru çıkıldığında, boğaz yukarıdan gelen hava akımının ve yüksek tepelerin etkisiyle, güneş de geç ulaştığından nisbeten serin  olurdu.
...
Tarihi bedestende restorasyon başlıyor
Şehrin içinde ise, Ulucaminin önünde ağaçlarla gölgelenmiş  şehre hakim olan alan  ile bedestenin içinden başka serin yer bilmez idik. Şehri gezip sırlarının ekserisine vakıf olsa idik, farklı serin mekanları da tarif edebilirdik. O sebeple -bildiğimiz bir serin mahal olarak-  yolumuza yakın olan bedestene  bir bahane ile uğramaya çalışır idik.
Yunan yangınından sonra, kavruk kalmış şehrin, Kurtuluş Savaşı sonrası yaralarını iyileştirmeye çalıştığı eski zamanlarda, bit pazarındaki Rum Mehmet Paşa bedesteninin içinde, bit pazarı esnafınca yıkımlardan çıkarılan uzun ağaçlar saklanırdı. Güney ve kuzey taraflarındaki kapıları duvar çekilerek kapatılmış olan bu eski bedestenin,  orta kısmında doğu batı yönünde bulunan  kanatlı ahşap kapıları gün boyu hep açıktı. Sıcak Temmuz Ağustos ayları çarşıya doğru bir işimiz çıktığında Karaköyden yolu sağa doğru biraz uzatır, doğu batı yönüne karşılıklı açılan  o kapılardan geçerdik.
Ve geçerken  bedestenin içindeki buz gibi dingin hava bizi serinletirdi. Bedestenin içindeki ağaç sırıklarını  kemiren böceklerin tıkırtısı dışında sıkıntılı bir sessizlik hüküm sürerdi. Bu sessizlikten ve dingin serin hoş havadan ürperirdik. Neden burası serin diye işkillenirdik.

Yeni gelişen zihnimizin hayal perdelerinde, akşamdan kalan masalların devamını, burada yeniden oynatmaya başlardı korkularımız. 
Kim üflerdi, şehrin alevden bir çember içinde yandığı öğlen sıcağında, bu ıssız yerde, bu kadar serinliği. Sorgulayan gözlerimiz aklımıza gelenler yüzünden kocaman açılırdı. "Cin yatağı." Zaten büyüklerimiz  pisliğin karanlığın küllerin çöplerin olduğu yerlere fazla yanaşmayın derlerdi. 
Demek ki geceleri bizi korkutan bazı arkadaşlarımızın geceleri altının ıslattıran o korktuğumuz  burada da vardı. Acaba gece gaz lambalarının titreyen alevlerinin duvarlarda oynaştırdığı envai çeşit gölgelerin eşlik ettiği,  ninelerin zevkle anlattığı efsunlu masallardaki, bir dudağı yere değen o cin bizi görünce, bize doğru serin nefesini mi üfleyiverirdi? Ve biz de serinlik, korku ve heyecan içinde korkunun esaretine girer, bedestenin içinde fazla duramadan çıkıverir, kaçıverir idik. 
Acaba daha fazla üfleyip de bizi dondurabilir miydi? Cesaretimizi arttıran başka arkadaşlar varsa yeniden dolanır tekrar geçer tekrar ürperir idik. Akşam yatmadan önce karanlıkların içinde bizleri gözetleyenlerin bir kısmının gündüzleri bu bedestenin güney kısmındaki karanlıklarda ağaç sırıkların arasına gizlendiğine emindik. İçerideki serinlik bunun isbatıydı. O zamanlar bu ürpertinin korkudan olduğunu düşünürdük, Ancak soğuktan dolayı da ürpereceğimiz / titreyeceğimiz hiç aklımıza gelmezdi.
Yine de bu korkumuzu ve keşfimizi kimseye söylemezdik. Çünkü bizim söylediğimizi öğrendiğinde orada saklanan korktuğumuz yerinden çıkarak, belki de bizim yatağımızın altına saklanıverecekti.
Sıcağın şehirde girmediği delik bırakmadığı günlerden bir gün, komşumuz İğneci Ayşe Teyzenin oğlu Gazenferle sokakta oynarken dikiş makinasına bir parça almak için çarşıya gönderildiğimizde rotamızı bedestene çevirdik. Bedestenin batı tarafındaki orta kapısından girdik. O sırada Gazanfer elinde tuttuğu ikibuçuk liralık demir parayı düşürdü. Gazanfer  parayı düşürünce kasıldı kaldı. Korkuyordu, ancak paraya da kıyamıyor, bırakıp gidemiyordu.
Üzerinde elinde sigarası ile Kocatepeden aşağıya bakan Atatürk'ün kabartması bulunan ikibuçukluk demir para, yuvarlana yuvarlana güney kısımdaki ağaçların altına doğru ilerledi ve dikine istiflenmiş uzun sırıkların arasına girdi. Ama  yalpalaya yalpalaya ilerlerken parıltısından nereye ilerlediğini takip edebilmiştik. Güneye uzanan koridorun sol tarafındaki ağaç yığınının arasındaydı. Uzun bir çomakla çubukla alınabilecekti. Paraya doğru korkarak ilerlemeye  başlayınca serinliğin geldiği taraftaki ağaç gölgelerinin derinliklerinden gelen tıkırtılar çoğaldı. Yaklaştıkça daha da arttı. sonunda korku ve para arasında seçim yapmak noktasına gelince korkudan yana  karar vererek koşarak dışarıya çıktık.
Gazanfer kapının kenarında taş zemine oturdu. "Bir hafta hurda demir çivi toplayarak kazandığım paramı cinlere kaptırdım." diye ağlarken "bir yandan da senin yüzünden, neden beni buraya getirdin" deyip beni de suçluyordu. Sokaktan  geçen bir kısım insan biraz durup bakıyor sonra "vah vah" deyip ilerleyip gidiyordu. Sonunda Gazanferin ağlaması hız kesti. Gömleğinin yenleriyle gözlerini ve burnunu sildi. "Ne yapalım kader" dedim. Bana kızgın gözlerle bakarak "tabi kaybolan senin paran değil" dedi.
...
Bilinçsizce beklemeye başladık. Bu arada elinde iri tesbihi, bol şalvarının üzerine beline sardığı kuşağı ile ve şivesinin farklılığı ile doğulu olduğu belli olan bir ihtiyar yavaş yavaş yaklaştı. Yanındaki bir başka kişiye içerideki ağaçları anlatıyordu. İçeriye girdiler. Güney kısımdaki ağaçları incelemeye başladılar. Arkalarından biz de girdik.
Gazanfer "Amca! şuraya ikibuçuk lira param yuvarlanmıştı. Alıversem" dedi. Amca "nerede oğul? göster bakalım" dedi. Gazanfer yerini  gösterdi. Amca "ya bismillah" diyerek ağaçları sağa sola doğru ittirmeye başladı ve sonunda bozuk paraya erişebilecek kadar yaklaşınca Gazanfer eğildi parayı alacağı sırada  gürültüyle tozu dumana katarak bir  karaltı önünden hızla geçip gitti.
Gazanfer olduğu yerde "cinler" diyerek yine dondu kaldı. Ama amca tozu dumana katan gürültünün ardından; "itoğlu it başka sinlenecek yer bulamadın mı?" diye söylenerek elindeki bastonu kapıya doğru fırlattı. Bastonun düştüğü yerden gelen tok sesinin ardından  kuyruğunu kıstırarak acıyla cıyaklaya vıyaklaya kaçan küçük bir köpek kapıda bir an göründü ve kayboldu.
...
Rahatlamıştık. Gazanfer  üstü başı toz içinde olsa da cinin sebebini öğrenmiş, parasını da geri almıştı.
Amca gülümseyerek başımızı okşadı."Hadi bakalım çocuklar bir daha buralara gelmeyin" diyerek bizi gönderdikten sonra içeride kendisini bekleyen müşterisinin yanına gitti
...
O sebeple -altmışa yaklaşan yaşına rağmen- hala ıssız yerlerde, sessiz mekanlarda içini ince bir heyecan sarıverir.(27.08.2019)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...