23 Ağustos 2019 Cuma

Taş Kökü

Daha iyi pişmesi için eti ezmenin uygun olacağını düşünerek, dağlara çıktığında düzgün bir taş bulmak istemişti.
Geçen Cumartesi günü arkadaşıyla beraber dağ yollarında bisiklet gezisi yaparken o düşüncesi birden aklına geldi. Gözü dağ yollarının kenarlarındaki taş birikintilerine takılır oldu bir süre ve sonunda uygun bir taş buldu. Çantasına koydu.  Gezi bittiğinde arkadaşıyla vedalaşarak hızla eve geldi. 
Eşi ve çocukları evde değillerdi. Eşi salça yapmak için annesinin köydeki evine, kızı Mudanyaya, küçük oğlu Foçaya arkadaşının yanına gitmişti. Büyük oğlu Amerikada idi. Evde yalnızdı. 
Akşama doğru midesinde gelen sesler üzerine eşinin küçük poşetlerde dolaba yerleştirdiği  etlerden bir parça kesti. Yeni aldığı döküm tavayı ısıttı ve etleri güzelce tavaya yerleştirdi. Etlerin üzerine daha iyi pişmeleri için önceden temizleyip kuruttuğu dağdan bulduğu taşı yerleştirdi. Cızırtıların ve dumanın artması üzerine set üstü aspiratörü çalıştırdı. Aralıklarla etin pişip pişmediğini kontrol ediyordu. Bazen taşı eliyle bastırıyordu. Çıkan cızırtılardan etin daha iyi piştiğinden kendince emin oluyordu. Etlerin rengi gitgide soğan kızıllığına dönünce artık piştiğine kanaat getirerek ocağı kapattı. 
Sofrayı hazırladı. Etleri tavadan büyükçe bir tabağa aktardı. Tavada birkaç tane küçük parça  kalmıştı. Onları da tabağa aldıktan sonra sofraya besmeleyle oturdu. Çok da iyi pişmediğini farketse de azı dişleriyle eze eze yavaş yavaş yemeğe devam etti.
Bu arada tabağın kenarındaki  koyu kızıl renkteki küçük parçalardan birini ağzına attı. Sertti. Çiğnemeye uğraştı. Azı dişleriyle kıtır tıkır kırdı birkaçını. O anda birden "Neden bu kadar sert ağzımda çiğnemeye çalıştığım etler, neredeyse dişlerimi kıracak" diyerek ağzındakileri çıkardı. Eti ezmek amacıyla kullandığı taşın kırıkları peçetenin içinde sırıtmaktaydı. Taş sıcaktan çatlamış ve küçük parçaları etin yağıyla karışarak kamufle olmuştu.

Hafızasında eski zamanlardan bir hatıra canlandı.
Yıllar önce sanat enstitüsünde öğrenciyken, bir akşam üzeri okuldan eve geldiğinde, akşama kadar ocakbaşında çamaşır kaynatan ve yıkayan annesinin -onca yorgunluğuna rağmen bulup buluşturarak- özenerek yaptığı bir et yemeğini "fazla yağlı" diyerek  beğenmeyince,  Annesi üzülmüş, sinirlenmiş ve halden anlamayan oğluna öfkeyle "taş kökü yiyesin" demişti.
 O da bugün annesinin yemesini istediği o taş kökünü yemişti işte.
"Ya" dedi. "Rahmetli olalı 25 yıla yaklaştığı halde  Annemin bir dileği / bedduası(!) daha tuttu." 
Ama şükür bastırmadan öğütmeye çalıştığından dişlerinde fazla bir harabiyet oluşmamıştı. "Demek ki candan ilenmemiş" dedi.

Kısaca, Bilesiniz! Büyükler ilendiğinde eninde sonunda çıkıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...