14 Kasım 2017 Salı

İşgal ve kölelik üzerine

Saat 11.06 olmuştu. İçeride arkadaşları birbirleriyle sohbet ediyordu. ortalıkta bir ses karmaşası uğultu vardı. Anlatılanları anlamakta zorluk çekiyordu. En iyisi susmak.
Sol kulağındaki çınlama devam ediyordu. 
Yazıya devam etmek için klavyenin tuşlarına dokundukça çıkan sesi dinliyordu bir yandan da. Eski daktiloların harflerinin kağıda geçmesi için parmağıyla hızla ve sert dokunduğunda daktilonun sert metal harfinin kağıda vururken çıkardığı tak sesini hatırladı. 
Ne kadar seri yazılırsa o kadar çok takırtı sıralanırdı. Ses, odanın boş duvarlarından geri dönerek kulaklarında yankılanırdı. Eski büroların kanıksanmış sesleri arasındaydı. Büronun ne kadar iş yükü olduğunu, içerden dışarıya vuran takırtı sesleri belli ederdi. Bu ses nedeniyle bürodan sorumlu olan yetkili, memurun yanına gitmeden uzaktan denetleyebilirdi. Gürültü yoksa "bir şey mi oldu?" diye büroya gelirdi.
Daktiloların bir asra yakın süren işgalinin ardından, bürolar yavaş yavaş  bilgisayarlar ile cırcırları her yeri kuşatan nokta vuruşlu yazıcıların hakimiyetine girdi. Mürekkep püskürtmeli yazıcılar sessizlikleriyle ve lazer yazıcılar hızları ve baskı kaliteleriyle ortaya çıktılar. 
Ancak daktilolardan başlayarak her cihazın üzerinde anlaşılamayan dilde sözcüklerden oluşan markalar vardı.Yabancı dilde  kullanma kılavuzları vardı.Türkçe dışında her dil olurdu bu kitapçıklarda. Garip garip bakılırdı. Eğer şekillerle tarif ediliyorsa deneyerek yanılarak çalıştırmayı başarabilirlerdi. O da ancak anlayabildikleri fonksiyonları kullanabilmelerini sağlardı. Hatta nice kurumda muhtelif cihazlar hiç kullanılamadan depolarda tozlanıp çürüdüğüne gazete haberlerine konu olurdu.
Etiketleri incelendiğinde Türkiyede montaj bile yapılmadan dışarıdan  yurt dışı fabrikalarda üretilerek memleketin  bürolarını doldurduğu anlaşılıyordu. "İşgal sadece bazı düşman devletlerin askerleri ile memleketi zapt-u rapt altına alması mıdır? " diye düşündü. 
Acaba kölelik, efendisinin her direktifini yerine getiren, hiç bir kişisel hakkı olmayan hayatını sadece efendisine adayan insanları tanımlamak için  kullanılan bir tarif midir?
Acaba modern çağlar denilen bu zamanlarda kölelik, gelişmiş ekonomilerin maksimum verim minimum maliyetle seri olarak ürettiği ürünlerini alıp kullanarak kıt kaynakları onların ceplerine aktarmak mıdır?
Acaba Cengiz Aytmatov Rahmetlinin mankurt olarak tarif ettiği, gelişmiş ekonomilerin ( kültürel teknik ekonomik askeri v.s.) her şeyine içtenlikle, hiç hicap (utanç) duymadan (hatta kıvançla) itaat edenler de, köle olarak adlandırılabilir mi? 
Ceket yakalarına takılan ayyıldızlarla, vatan memleket demekle işgal sona erer mi?"

Soruları kafasını meşgul etti bir süre; "Sırbistandan et gelen, Bulgaristandan saman gelen memlekette neler düşünüyorsun !" diyerek kızdı kendine.

Ardından oflayarak tuşlara dokunmayı birakıverdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...