19 Temmuz 2024 Cuma

Bizim Diyar

Amcakızı Güler'in biricik kızının düğünü için  davet edildik. On üç temmuz Cumartesi günü hazırlanarak sabah saat altıda Gediz'e Akçaalan köyüne doğru yola çıktık. Turgutlu, Salihli, Uşak kavşağı, Gediz, Gediz Pazarı derken öğleye doğru köye vasıl olduğumuzda evin anahtarlarını sormak için yengemizi aradığımızda  ısrarla düğün evine çağırıldık. Aracın yönünü düğün evine çevirdik. Karşılamaya çıkmışlar. Bizi görünce sevinçleri memnuniyetleri yüzlerinden okunuyordu. Kahvaltı yaptığımız halde ısrarla sofraya oturtulduk. Sevilen kişiye sevdiğini göstermenin verilen önemin bir göstergesi de sofradır. Allah razı olsun. O şarkı doğruyu söyler. "Ankara'dan Abim geldi evde bir bayram havası" Öyle de oldu. Hepimizde bir hoşnutluk bir bayram havası...

Artık resmi olarak köy değildi mahalle olmuştu ama bizim  köyümüzdü. 1958 yılında belediye iken nüfusu azala azala önce belediyelikten düştü sonra köy ardından mahalle oldu. Köye her ziyarette yaşayan insan sayısının azaldığı evlerin boş olduğu hatta yıkılıp göçtüğü görülüyordu. Yurt dışında yaşayan bir kısmı ise imkanlarının genişliği ile özenerek birkaç katlı evler yaptığı, ancak zamanla ilk günlerdeki gibi gelinemediği binanın her yanını saran tozdan bahçelerdeki çalı çırpıdan anlaşılıyordu. Sokaklarda çoluk çocuk görünmüyordu. Köyün merkezindeki kahvenin üst bölümünde oyun oynayan nisbeten genç emekliler ile alt bahçesinde ağaçların gölgeleri altında oturan yaşı geçkin diğer kısmı ortadaki fıskiyeli havuzu seyrederken bazıları da kısık gözlerle dağları seyrediyor, yanında sohbet ettiği arkadaşının sorularına öylesine cevaplar vererek zamanını dolduruyor. Zaman doldurmak deyince sabah evden çıkarken eşinin kahvaltıya kadar müsaade ettiği sınırlı zaman kastedilmiştir. Öğleden sonra öğle namazı akabinde bir süre uyuduktan sonra ikindi namazını müteakip kahvedeki -eğer boşsa- aynı masada oturup aynı arkadaşı ile sohbetin sabahtan kalan kısmını tamamlamaya başlanıyor. 

Köye geldiğinin ilk sabahında ise eşiyle mezarlığa gitmişti. Evden çıkıp mezara doğru yürürken köy okulunun önündeki yeşil sahanın yanında son günlerin modası bir TOGG otomobilde iki genç sohbet ediyordu. Geçerken selam verdi ama o kadar dalgınmışlar ki selamını duymadılar.(Ya da iplemediler, önemsemediler)  Devam etti. Doğuya mezarlığa  doğru uzayan sokağın sol yanındaki eski harman yerinin toprak yığınlarıyla bozulduğunu, kenarlarında yeni yeni bahçeler  bulunduğunu gördü. Çocukluğunun aklı erdiği zamanlarının başlarında harman yerine doğru ekin taşıyan kağnı gıcırtılarıyla ortalığın çınladığı sıcak yaz aylarını hatırladı. Harman yığınlarını hayal meyal hatırladı. Depremden sonraki ilk yıllar olmalı dedi kendi kendine... Halasının evini,  halaoğullarını, BMC kamyonuyla diyar diyar kömür taşıyan eniştesini.

15 Temmuz sabahı da erken saatlerde eşiyle köyün içini baştan aşağı dolaştı. Uzun yıllardır girmediği bazı sokakları köyün diğer ucunda bulunan evleri yerleri gezdi. Erken kalkarak balkonunda bir şeylerle uğraşan yaşlılarla  kısa sohbetler yaptı. Köşe başlarında kimseler toplamadığı için tüm meyvesini sokağa dökmek zorunda kalan dut ağaçlarının dallarında kalan son taze dutları topladı. Bahçe çitlerinden yola sarkarak belki meyvelerim bir insanoğlunun ağzına girer diye olgunlaşan, ancak kimse gelip toplamadığı için de dut ağaçları gibi küsüp meyvelerini yerlere atan, dallarının altında ezilen çürüyen kokuşan kırmızı renkli meyveleriyle bekleyen nice erik ağacıyla karşılaştı. 

Kimseler geçmediği için yoldaki taşlarını ot bürüyen sokaklardan geçti. Ara ara hafızasına düşen anılarla şimdi zamanı karşılaştırdı. Köyün git gide silinmeye başladığına kanaat getirdi. Dolaşıp gözlemlediği yerlerin ekserisinde bir sessizlik bir yoksulluk bir hüzün yerleştiğini idrak etti. Bu köyde eski günlerin neşesinin canlılığının olmadığına hükmetti. Bir dini bayram (eğer evin büyükleri çoluk çocuğu ikna edebilmişse) bir yakın akraba düğünü bir cenaze anında geçici olarak kalabalıklaşan köyün yıl içindeki günlerinin çok büyük bölümünün bom boş geçtiğine inandı.

Sonra düşündü ve idrak etti ki sadece kendi ata yurdunun hali değildi bu, eğer büyükşehirlerden uzaksa, uzakta bulunan memleketin köylerinin çoğunun benzer sıkıntılar içinde bulunduğunu farketti. Çocukken dağlarını bayırlarını derelerini tepelerini gezip, sokaklarını şenlendirdiği bu yerler sadece çocuk şarkılarında kalan tatlı bir müzik nakaratı olmuştu. 

"Orda bir köy var uzakta . Gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür." 

Evet bizim köyümüzdür.(19.07.2024)

10 Temmuz 2024 Çarşamba

Azim

İnsanoğlu kendisine bahşedilen sonunu bilmediği hayatı içinde nice badirelerden geçiyor. Bu sıkıntılara  karşı cevabını bazen sabırla bazen de öfke ve itirazla veriyor.  Ancak her ne şekilde olursa olsun nihayetinde o sıkıntı hayatın akışı içinde gelip geçiyor. Ve akan zaman içinde andan gitgide uzaklaşıyor. Kişi o anı  sadece o sıkıntıyla karşılaştığında ortaya koyduğu eylemle hatırlıyor. Keşke mantığın imanın beden gücünün oluşturduğu bilgelik içinde en güzel en hayırlı en faydalı olanı (salih ameli) yapabilse.

Bu eylem (ya da  eylemsizlik /sabır)  azim gayret fedakarlık gerektiren bir süreç olduğundan her bünye layıkıyla  uygun şekliyle yerine getiremiyor. 

O zor anda geleceğe umudu yitirmeden yapılması gerekeni sabırla inatla gayretle yerine getirmek daha iyi zamanlara ulaşmak azmi içinde olmak ve bunu başarabilmek  kişiyi yeni bir seviyeye çıkarıyor... Başaranların, aşanların seviyesine...(17.01.2024)

9 Temmuz 2024 Salı

Ses ve koku


Sıcak  yaz gecelerinde evin doğu kısmındaki  pencereler ile batı kısmındaki pencereler hava sirkülasyonu ile serinlemek amacıyla karşılıklı olarak açılır. Bunun gecenin ilk saatlerine pek etkisi olmasa da ilerleyen saatlerde evin nemi ve sıcaklığı gitgide azalır ve uyuyanları rahatlatır. Ancak sokağa bakan batı tarafındaki pencerelerden gelen sokaktan geçen araçların gürültüleri ve insanların konuşma sesleri, gece arttıkça sessizlikte arttığından daha rahatsız edici olur. Açık olan doğu pencereleri de iç kısma baktığından yine sigara içmek için balkona çıkan insanların kendi aralarındaki fısıltılı sesleri bile evinde uyuyanlarca duyulur hale gelir. Bazen de uzak yerlerden gelen misafirleriyle uzun süre görüşemediklerinden özlem gidermek ve içerdeki çocukların uykusunu bozmamak için  sohbetlerine balkonlarında devam ederler. Ancak ne sokaktan geçenler ne de balkonlarında muhabbet edenler yan dairelerde uyumaya çalışanları dikkate alırlar. Bu seslere dayanamayanlarca kibarca ikaz edildiklerinde sessizce odalarına çekilip sohbeti sonlandırabilirler.
Bahsedilen bölgede tüm bu seslerin dışında biteviye, her gece süren bir başka ses ve koku daha vardır ki, iç boşluğa bakan apartmanlarda yaşayanlar için bu sesler ve kokular çevreye yayıldığı halde sanki yok hükmündedir.  İç boşluğun kuzeydoğu köşesinde apartmanın zemininde gece gündüz şehir halkını doyurmak için ekmek üreten fırının imalathanesinde ekmek yapmak için hamuru bankoya çarparak açan ve sonra baston tipi ekmek yapan fırın işçilerinin diğer ismiyle hamurkârların çalışma sesleri ile fırının bacasından çıkan rüzgarın etkisiyle yayılan is kokusudur. 
Kokunun sebebi günün içinde herhangi bir zamanda ters eden rüzgarla birlikte iç boşluğa inen baca dumanıdır. İlk kez hissedenler bir yerlerde yangın mı var endişesiyle tedirgin olsalar da zamanla kanıksanır. 
Gece yarısından sonra şehirdeki sessizliğe dinginliğe eklenmiş olan bu seslerdeki ritim ve intizam, hayatı fırın çevresinde geçenler için alışılageldik bir ritüel halinde beyinlerinin bir köşesinde sürekli devam eder.
Şehir ve insanlar var oldukça gece imalat için, gündüz satış için faaliyette bulunmak zorunda olan fırın ve çalışanlarının çıkardığı sesler, fırın çevresinde yaşayanlarca kanıksansa da, misafir olarak gelenler ve yeni taşınanlar için bu sesler ilk gece uykularını olumsuz etkilemektedir.   
Hamurkârın elleriyle bankoya vura vura genişlettiği ve sonra kıvırarak uzun (baston tipi) ekmek biçimi vererek tahta pasalardaki bezlerin arasına özenle sardığı hamurlar kabarıncaya kadar bekledikten sonra uzun küreklerle sıralı olarak fırına atılır ve piştikten sonra kürekçi tarafından fırından çıkarılarak satılmak üzere istiflenir. 
Doğal olarak sesin ve kokunun insan ruhuna yaptığı olumlu çağrışımlar dışında istenmese de, birlikte yaşamanın getirdiği sorumlulukla fedakarca yapılan faaliyetler sonrasında ortaya bu tür koku ve sesler de çıkmaktadır. İdeal olanı güzel kokularla ve seslerle dolu güzel bir hayat sürmek.
Hakkıyla çalışan ve hakkını aldığına inanan insanlar için çalışmak, aklını kemiren vesveselerden arınmaya vesile olabilir mi? sorusuna cevap olarak; aynı işle uğraşan önündeki işini bir an önce bitirmek için canla başla çalışmak durumunda olan insanların, telaşı/meşgalesi/amacı olmayan insanlara göre daha şanslı olduğuna kanaat getirdi. Çünkü alın teri ve emek kutsaldır.11.06.2024
 

Tedbir ve İntizam

12 Haziran sabahı bloğuna baktığında  29 Şubat günü yazmak niyetiyle açıp da boş bıraktığı blog sayfasının silinmeyip taslak olarak kaydedilmiş olduğunu fark etti. 

O günden bu güne bu boş taslak sayfası yazmasını beklediğine göre geç de olsa yazmadan bırakmak olmazdı. Yazmak not tutmak amacıyla tasarladıkları blog denilen sistemi bulanların emeğine gayretine karşı ayıp olurdu. Yazdığı ve şu an itibarı ile bir faydası da olmayan diğer yüzlerce sayfa dururken yeni bir sayfa daha yazarak sistemin kapasitesini azaltmasa, sistemi meşgul etmese daha mı iyi olurdu? 

Ama dedi içinde bir muhalif ses, bugün değil yıllar sonra zihninden geçenler dilinle ve elinle kayda geçemeyecek hale geldiğinde ya da senden sonra yani göçüp gittiğinde geride kalanlardan  merak edip arayıp bulanlar için hoş, değişik (belki de faydalı)  bir bilgi derlemesi olmaz mıydı? diye düşüncelerini seslendirdi.

Yine ama diyerek izin bile istemeden devam etti içindeki muhalif , yazdıklarının sırası konusu belli değil yazmışsın ancak karmakarışık bir ot yığını gibi, tarayıp düzenlenip konusuna göre sıralanması gerekmez miydi? 

Haklısın dedi. Planlı intizamlı olmak, yaptıklarının yazdıklarının düzenli bulunabilir olması önemli diyerek içinde her zaman su yüzüne çıkmadan mırıldanıp duran ve ne dediği net anlaşılamayan içindeki o muhalifi bu kez net konuştuğu için  takdir etti.

Muhaliflere  de söz hakkı vermek ve dinlemek her zaman ve her yerde faydalı oluyor. Bazen yapılacak iş muhalefet sebebiyle biraz gecikse de muhalifin ifade ettiği kusurlar düzeltilerek daha sağlam daha eksiksiz bir şekilde yolda kalınmadan yola devam edilmesine yararı oluyor diye düşündü.

Çünkü basit bir araçla bile  arızası kusuru  araştırılmadan bakımı yapılmadan yola çıkıldığında yolun en zor kesimlerinde yolda kalma ihtimali artıyor. Erken çıkmak çabuk varmak niyetiyle  tedbirsizlik yüzünden o keyifli yolculuk belki de istenilen yere varamadan bir uçurum dibinde ya da bir hastane koğuşunda bitebiliyor. Bu konuda her iş kolundan, tarihten ve bilimden  nice acı örnek verilebilir.

 (Akıl sonradan ah çekmek için değil, düşünüp tedbir almak içindir. Mevlana)

(Şans tedbirli kişilerin cephesinde savaşır. Euripides) 12.06.2024


ÖMÜR

"Ömür" denen ve -insan hayatının başlangıcından sonuna kadar olan süreci özetleyen kavramın- içinde geçen bir gün daha nihayete eriyordu. Akşam güneşinin şehrin batı ufuklarına yönelip, son ışık hüzmelerini şehrin içine doğru akıttığı ikindi sonrası, pencerelerden yansıyan sarı pırıltılar ve sokak aralarında oraya buraya biriken sarı kuru yapraklarla beraber, yansıyan son ışıklar sonbaharın bitip yaklaşan kışın da habercisiydi. 

Yaşın ilerlemesi nedeniyle kaslarında  azalan kuvvet, dünya meşguliyeti ile ilgili yapacaklarını da sınırlıyordu. Bir nevi hayatın da sonbaharına girdiğini, ağaran saçlarla beraber anlatıyordu.

Çevresinde daha uhrevi, daha sakin, daha durgun, daha eylemsiz bir düzen gelişiyordu. Bu durum hoşuna da gitmiyor değildi.

Artık dostlarıyla eylemin yerine söylemin önde olduğu faaliyetler geliştiriyordu. Gezip dolaşmaktan çok, bir mekanda oturarak devam eden uzun sohbetler, evde ise televizyonda gösterilen her ne ise onları takip etmek - faaliyet olarak-  gününün çoğunu kapsamaya başlamıştı. 08.11.2023

4 Temmuz 2024 Perşembe

Kim bilir?

Sol kulağındaki çınlamaya rağmen, içinde bir köşeye süpürülerek toplanan sıkıntılara birikintilere rağmen, ille de bu sayfaya bir kaç kelime yazmak için kendini zorlamanın ne gereği vardı diyebilir bu yazıyı okuma zahmetine katlanan  bir kısım okuyucu dostumuz.

Ama bazen yazmak içindeki sıkıntının mahiyetini çözmeye yararlı olabiliyor. İçindeki, o açıklanamaz tarif edilemez şey, yazılınca daha müşahhas, görünebilir hale dönüşüyor. Bir heykeltıraşın mermeri işledikçe yapmak istediği şeyin görünür olmaya başlaması gibi denebilir. 

O sebeple belki de yazmak kimileri için bir terapi yöntemidir. Kim bilir. Yazdıklarının o an için bir anlamı tutarlılığı olmasa da , ileriki zamanlarda bir faydası olabilir. En azından boş oturup da yararsız, bir süre sonra unutulabilecek  düşüncelerle zihnini meşgul etmektense, o an için aklına geleni kayda geçmek faydalıdır. "Su uçar yazı kalır" demişler diye düşünüyorum ve o yüzden de saçma da olsa yazıyorum. 23.11.2023

Kuru Meşe

Nereden estiyse Özay Gönlüm'ün gönlüne, yaşadığı memlekette  gördüklerini, işittiklerini, hissettiklerini yazıvermiş, bizlere bir güzel türkü ile aktarıvermişti. 

Sobalarda kuru meşelerin yandığı, boncuklu gelinin ortalıkta döndüğü eski zamanlarda, Mehmet Ağa ise efelerin arasında oturmuş, üşüyerek karlı dağlara baktığı gençlik günlerinde miydi?

(ZOBALARINDA GURU DA MEŞE YANIYOR

ZOBALARINDA GURU DA MEŞE YANIYOR Efem
YANIYOR DA MEMET EFEM DE ÜŞÜMÜŞ DE DONUYOR
BONCUKLU DA GELİN ORTALIKTA DÖNÜYOR DA DÖNÜYOR
ASLANIM DA EFELER VAY VAY

GAR MI YAĞIP BA YARENGÖME'NİN DAĞINA Efem
MEMET AĞAM DA OTURU DA VERMİŞ EFELERİN DE SAĞINA
ÇIKAM HA DEN DER ŞU DAĞLARIN BAŞINA DA BAŞINA
ASLANIM DA EFELER VAY VAY

YAĞIP BA : Yağıyor
YARENGÖME : Tavas'ın eski adı
HADEN : Haydi)

Bu satırları tuşlayan, şimdi ne zaman bu türküyü duysa çocukken kışın soğuk günlerinde çıtır çıtır yanan ve üzerindekini de cızır cızır pişiren sobanın başında soğuktan kızarmış ellerini nasıl ısıttığını hatırlıyordu.

Türküyü duyduğunda yaz da olsa kış da olsa ürperiyordu ve üzülüyordu, boncuklu gelinin  hayalinin sobalarla Mehmet Ağalarla süslü o eski kış odasında ortalıkla hala dönüp durmasına, çileli haline bakıp acıyordu. Neden boncuklu gelin ortalıkta dönüp duruyordu. Ona başka yardım eden yok muydu? Bu sözden ev hanımlarının  meşgalesinin bolluğunu anlıyordu. Boncuklu gelin,  türkünün yakıldığı zamanlardan bu yana  nice dinleyenin hayalinde türküdeki evin bitiremediği  işlerinin arasında bir hayalet gibi dolanıp duruyor. Bu türküde sobalarında yanan kuru meşenin çıtırdaması odada oturanların ısınmasının hayale getirdiği bekleyişin ötesinde, bitmeyen işlere karşı ifade edilmeye çalışılan bir bezginliğin filmlerdeki konu yerleştirme gibi yerleştirilmiş olduğu anlaşılamıyor hissediliyor. Ve bu his de dinleyene bir hüzün veriyor. (Belki de sadece şahsıma mahsus bir duygudur.)

Zobalarında yaktıkları meşe ise,  zaten kupkuru olan ıssız dağ yamaçlarında Allahtan başkasına güvenmeden kendi başına kimseden yardım almadan, yetişmeye gelişmeye tohumlarını saçmaya çalışır. Meşe denilen ağaç türü  yetiştiği coğrafyanın sosyolojisi incelendiğinde bir yönüyle yoksulluğu da betimler. Onun yetiştiği yerlerde başka ne yetişebilir bilinmez. Sadece o soğuğa  sıcağa ve kuraklığa dayanır. Sonunda bir kış günü Mehmet Ağanın zobasında ateşe küle dumana dönüşerek terki dünya eyler. Belki de o kadar zor koşullara rağmen geliştikten sonra yine o dağlarda yaşayan insanoğlu tarafından dallarının budanarak kurutulması, bir kış günü ihtiyaç duyulan bir zobanın içinde yanması onun yaşam döngüsüdür, kaderidir.

Afyon yöresinden başka bir türküsü daha vardır. Bu türküde meşe yeşildir bahardır, gövermiştir. "Meşeler gövermiş varsın göversin. Söyleyin huysuza durmasın gelsin" der türküyü yakan. Doğru söylüyor.  Varsın göversin.. Giden gitsin,  kalan kalsın.  

MEŞELER GÖVERMİŞ VARSIN GÖVERSİN


MEŞELER GÜVERMİŞ VARSIN GÜVERSİN
SÖYLEYİN HUYSUZA DURMASIN GELSİN 
VARMASIN KÖTÜYE ASILSIN ÖLSÜN
AH KÖT'ADAMIN VAR ÖMRÜNÜ YOK EDER 

BEN BİLEMEDİM YAYLANIZIN YOLUNU
SAÇIM UZUN BAĞLASINLAR KOLUMU 
EĞER ANNEN SENİ BANA VERMEZSE
AH YEMİN ETTİM KESECEĞİM YOLUNU

KARASER DERESİ BÜKÜLÜP GİDER
ZİLİFLER GERDANA DÖKÜLÜP GİDER 
BİR YİĞİT DE SEVDİĞİNİ ALMAZSA
AH O YİĞİDİN ÖMRÜ SÖKÜLÜP GİDER 

GÜVERMEK : GÜYERMEK : Yeşermek, yeni yaprak açmak
ZİLİF : Zülüf, şakaklardan sarkan saç lülesi

Kuru meşelerin yandığı soba başlarında duranlara, durmaktan vazgeçmeyenlere, türkülerle dertlerini sevinçlerini çığırmaya devam edenlere  selam olsun...

Çay Bardağı

Çay dağıtan hanımefendi masaya çayı bırakıp gittiğinden beri  çevresini dinlemeyi bırakarak çayı ve tabağı gözlemeye başladı.

Neden niçin demeden hiç sebepsiz başlamıştı gözlemeye. Ama bilinen gözlemleme ciddiyeti ile değil sol yanına koyduğu sıcak çay bardağını sol gözünün ucuyla gözlemlerken bir yandan da klavyede yazılarını tamamlamaya çalışıyordu. Bu arada bir yudum çay içmek için klavyeyi bıraktı ve uzaktaki sağ eliyle  bardağa uzandı. Bardağı kaldırırken yapışan tabak önce ayrılmak istemese de tutunamayınca gürültüyle kendini masaya bırakıverdi. Bir an, acaba tabaktan ayrılmak istemeyen bardak mıydı yapışan diye düşündü kafası karıştı. Çayı yudumladıktan sonra bardağı tabağa bırakarak klavyeye yöneldi.  Bu arada yıllardır etrafı dinleyerek ona çevresi hakkında bilgi aktaran malumatlar veren  sol kulağından beynine doğru ilerleyen çınlamayı fark etti. Önemsemedi, şu an için konu çay bardağı idi. Çayı makul aralıklarla yudumlasa da şekersiz olması nedeniyle kekremsi bir tad bırakarak boğazından midesine doğru akışını vücudundaki hücrelerine tesir eden sıcaklık iziyle takip etti. Bardağın dibindeki son yudumu da içmek için kaldırdığında tabak yine ayrılmak istemedi, ancak yapışma gücü yetersiz olduğundan yine tıngırdayarak masanın zeminine düştü. 

Klavyeyi bırakmadan önce son defa bardağı kontrol etti. Çayın son yudumuna kadar içmek çayı bardakta bırakmamak çocukluğundan beri alışkanlığıydı. Hatta yakınında bardağı yarım bırakanlara müdahale etmek çayınızı bitirin lütfen demek isteği her zaman içinde kıpırdayıp dursa da  çok şükür  şimdiye kadar bu şekilde çocuklar hariç bir müdahalesi olmamıştı. Çocuklara  ikazının  fayda sağlamadığını düşünerek ve  dibinde bulunan çay tortusunun içinde bulunan küçük çay çöplerini de  görmezden gelerek o kadar da olur diyerek bardağın boşaldığına hükmetti. Klavyeyi bırakarak etajerin üst çekmecesini açtı. Çekmecedeki kutudan sarı renkli bir plastik marka alarak çay tabağının yanına bıraktı. Etajer çekmecesinin alt kenarındaki döner rulmanların vırıltı sesini duyarak çekmeceyi kapattı. Boş bardağı çay dağıtım ve boş toplama ve temizlik hizmeti sunanların beklediği dış bankoya götürmek üzere masadan kalkarak odadan çıktı... 

Bu işlem rutin olarak günde altı defa oluyor diye düşündü. Konu olmasa da yazmak için konu uydurduğu gibi, insanların istihdamı için de yüksek yetkililerimiz bazı işler görevler oluşturuyorlar. ( = uyduruyorlar) 

Gelişmeyen, sadece var olan durumu devam ettirmek amacıyla meşgaleler bulunarak  sürdürülüp giden bir hayatın (=düzenin) parçasıyız. Havanda su dövmek bu olsa gerek. Yaş altmış bir olmuş ne yapmışım bu dünyaya  geldiğimden beri iyiye, hayra, faydalıya, güzelliğe doğru gelişime ne katkım olmuş diye düşündü. Bugünlük klavyeyi bıraktı. (31.05.2024-16.55 Manisa)

Örtü

 Birkaç günden bu yana  aşırı sıcak nedeniyle şehrin sokaklarında öğleden itibaren gezmek dolaşmak keyif vermez olmuştu. Ancak önceki deneyimlerinden de biliyordu ki, her ne kadar sol kaval kemiğinden yağmurun yaklaştığına dair bir ikaz/işaret almasa da yakında yağmur kendini sıcak sokaklara bırakacaktı.  Umumiyetle böyle oluyordu.

Perşembe günü sabahtan sükunetle doğan güneş,  öğleye kadar  şehrin üzerine ince bir tül gibi örten sıcak dalgasını yayarken, öğleden itibaren yerini yavaş yavaş  Spil dağının güney batı yönünden gelen bulut kümelerinin şehre ulaşan gölgelerine bıraktı. Ancak bulut kümesi değil de,  sıcak tül  perdesi kaldırılarak  şehre baştan başa daha kalın bir gölgelik, bir güneş perdesi  örtüldü demek daha münasip olur diye düşündü. 

Şehirde güneşin sarı sıcak renklerle tüm eşya üzerinde beliren  hakimiyeti bitmiş, ısısı azalmış fırından süpürülen küllerin renginde bir hafif kurşunilik her yanı sarmıştı.

Atmosfer durgundu. Bekliyordu. Yeni bir talimatla dönüşeceği ana kadar bu şekilde telaşsız bekleyecekti. Telaş bize dedi, alemde telaş yok süreç var. Zamanı gelenin olması var. Olacak olanın olacağı ana kadar bir dinginlik... Bu, şehri sükunetle gözlemleyenler için de ibret alacakları ve belki de hayat prensiplerine  dahil edebilecekleri hoş dersler içeriyordu. ... Saate baktı. İş arkadaşları büroyu terketmeye başladıklarına göre bilgisayarı yarın sabaha kadar kapatma vakti geldi. 06.06.2024-17.31 



Eylemsizlik

Bilmek, bildiğin konuda eyleme geçmedikten sonra ne işe yarar ki? diye bir düşünce geçti içinden. En iyi bildiğini yapmalı insan. Bir konuda olayın yanlış geliştiğini biliyorsan ve düzeltmek için bir girişimde/ etkinlikte/eylemde bulunmuyorsan o zaman ortaya çıkan olumsuz sonuçtan eylemsizliğinin derecesinde sorumlusun diye sorgulamasına devam etti. Zaman geçtikçe o yanlış iyice pekişir ve belki de çözülemez düzelemez hale gelirse bunun böyle olacağını bildiğin halde düzeltme girişiminde bulunmadığın için mesulsün. Nereye kaçarsan kaç ne bahane bulursan bul sorumlusun. Zaten büyük olasılıkla vicdanın içinden gizlice bunu fısıldıyordur. Ve bahanelerin yetersizse vicdan azabını çekmeye de başlamışsındır. 

İnsanı bildiği konuda oluşan hatalara karşı pasif olmasını ne etkiliyor. Cesaretinin yetersizliği eyleme geçince gelişen tepkiler olumsuz olursa kaybetme zarara uğrama riski var. Öyleyse yapılması gereken  bir başka cesur bilen meydana çıkıncaya kadar sükunetle beklemek mi olmalı?   O ana kadar yanlış gelişen sorun olan konunun etrafında dolaşarak kendi halinde  suya sabuna dokunmadan çevreye yayılmış pisliklerden atlaya atlaya eve kaçarak kurtulmak. Ama eve girdiğinde yüzüne sıçrayan bir kaç damla pisliğin paçalarına da  bulaştığını görmeyecek misin? Ve sonra üzerindeki kirleri arıttıktan sonra evinde televizyon karşısında kendini soyutlamış halde dışardayken seyrettiğin durumu içerde de seyretmeye devam edeceksin. Gece uykuya dalmadan önce içini kemiren vicdanının sesini nasıl susturacaksın?

Belki de, insanın iki eli iki ayağı iki gözü iki kulağı olmasının yanında  bir beyni olması Yaratanın bizi yaratırken murat ettiği niyeti de anlatıyor. Huzur ve sükun içinde mutlu bir ortamda yaşamak özlemi içinde sadece bir istek olarak durması seni memnun ediyorsa/ sana yetiyorsa böyle devam etmelisin dedi içindeki kızgın muhalif ...(04.07.2024.12.05)

Bir beyaz örtü

Bu sabah yataktan kalktıktan sonra yatağının yanındaki pencereden dışarıya baktığında mavi gökyüzünü göremedi. Dağları göremedi. Her yanı ka...