On yılı aşan bir zamandan beri mesai saatleri içinde adımladığı binanın orta katındaki orta koridorda bugün de kendi ayak seslerini dinledi. Ayağına giydiği ayakkabısı daha önceki günlerde giydiği plastik tabanlı plastik topuklu ayakkabılarına göre farklı idi. Halis siyah deriden gerçek kösele tabanlı ve tahta topuklu olarak imal edilmişti. Kullanılmamış olarak uzun yıllardır ayakkabı dolabında duruyordu.
Bir kaç ay önce kızının düğün zamanı gelip çattığında dolabında yeni olan ya da kullanılmayan ayakkabılarını gözden geçirmişti. Numarası küçük olduğundan ayağını sıktığı için giymediği bu ayakkabıyı ayakkabı tamircisine götürerek genişletmeyi düşündü. Ayakkabıcı önceki durumuna göre biraz genişletince hemen denedi. Ayakkabıyı daha rahat giyebildiğini, ayağını sıkmadığını anladı. Sevindi. Evde oğlunun amcasının düğününden bu yana uzun süredir giymediği diğer ayakkabıyı da tamirciye getirmişti. Onu da denedi. Her iki ayakkabı da ayağına olmuştu. Böylece araştırma ve yeniden değerlendirme sonucu günlük kullanabileceği iki ayakkabısı daha olmuştu.
Niçin dolabın içinden çıkarmadığını önceki işyerinde teknoloji, bilgisayar, telefon, internet, kablo, modem, iletişim gibi kelimelerin bol bol kullanıldığı bir ortamda kullanılmaya da uygun düşmediğini hatırladı. Hem başkasına vermeye kıyamıyordu. Hem de ayağına giymeye cesaret edemiyordu. Belki de dar geldi sözü bir bahaneydi.
İşte bugün o ayakkabısı ile koridor etrafındaki odalarda çalışan görevlilere koridorda yürüdüğünü fark ettiriyordu.
Ayakkabı, eskilerin faytoncu ayakkabısı dedikleri biraz külhanbeyi giyimini andırsa da rahattı, doğaldı. Bu ayakkabıyı giyenin eline tamamlayıcı parça olarak güzel bir kehribar tesbih yakışırdı. Ancak şehrin en ciddi ve yüksek amirlerinin bulunduğu bu 114 yıllık tarihi binada tahta topuklu ayakkabı giyerek tesbih sallamak yakışık almazdı. O sebeple tesbih sallamayı boş verip sadece ayakkabısının koridordaki tıkırtısının çevresinde oluşturduğu "farkındalık" ile yetinecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder