22 Mart 2016 Salı

Huri Gelin

Manisa'da Haziran sıcakları yeni başlamıştı. Manisa Pamuklu Mensucat Fabrikası iplik kısmında yıllardır vardiyalı işçi olarak çalışan ve yeni emekli olan İğneci Fatmanım'ın evine önce elinde bakır bir tencereyle Bozköylü Emine geldi. Ardından evin mavi kapısı yine gürültüyle açılıp, gürültüyle kapandı.
"Emine,bak Ayşe de geliyor sallana sallana" dedi Fatmanım,-"Pazardan yeni aldığı terlikleri de giymiş"
Bahçeye öğlen sonrasının gölgesi düşmüştü.Asma yapraklarının gölgesi içerisinin sıcaklığına göre daha serindi.
Yere bir kilim serdiler,üzerine sofra bezini yaydılar, altlığı da koyup bakır siniyi üzerine yerleştirdiler. Bozköylü Emine evden getirdiği tencereyi sininin ortasına yerleştirdi. Mutfaktan bir kaba koydukları yaprakları getirdiler.Yapraklar incecikti.Güneşe doğru tuttuğunda açık yeşil bir renge bürünen yapraklardı.Sininin üzerindeki iç tenceresini biraz kenara ittirip yaprak sahanını yerleştirdiler. Elinde yeni pişirdiği çayı getirdiği çaydanlıkla, kapıyı  zorla açıp içeri giren ise Remziye Hanımdı.
Yaprak sarmacılar dörtlüsü tamamlanmıştı.Önce içeriden dört tane minder getirdiler.
"İyi oldu Allah Razı olsun Fatmanım kilime oturmayalım beton çeker" dedi Remziye Hanım oflayarak."Zaten romatizmalarımla uğraşıp duruyorum."
Bozköylü Emine ; "Senelerce yaz demedin kış demedin gidip geldin fabrikaya, çok şükür emekli oldun da rahat rahat dertleşip söyleşebileceğiz" dedi.
Derin bir iç geçirmesiyle Fatmanım ; "Eh ! Siz olmasanız dört çocuğu evde bırakıp gece onbirlerde şehrin taa alt ucundaki fabrikada vardiyaya gitmek kolay mı ? " diyerek cevapladı.
 İşe başladılar. Haşlanmış yaprakları açarak sol parmak uçlarının arasına  yerleştiriyor, bir kaşıkla diğer tencereden içi alıp yaprağın içine döküyor ve ustalıkla yaprağı sarıyorlardı. Erkeklerin tütün tabakasından aldıkları  tütünü sigara kağıdına sarmasına benziyordu.Her birinin farklı bir stili vardi. Kimi ince ve sıkı, kimi kalın, bol içli sarıyordu.Ve sardıkları yaprakları  her birinin kendi önlerindeki bağdaş kurdukları diz aralarına yerleştirdikleri  küçük tencerelere sıralıyorlardı.
Her birinin önündeki sarma tencerelerinin içindeki sarmalara bakarak,sıralamanın biçiminden kadının yapısını anlayabilirsiniz. Gelişigüzel sıralayanın aceleci ve savruk,sicim gibi sarıp,baklava gibi sıralayanın ise titiz ve intizamlı bir karakterde olduğunu sezebilirsiniz.
Bu durum tütün dizenler içinde geçerli olabilir.
Tencereler yavaş yavaş dolmaya başlamıştı.
Kendi dünyalarında kişisel hülyalarına dalıp sessizce yaprak sarmaya devam ederlerken, biraz ötelerinde bulunan  mavi demir kapı tıngırtıyla yine açıldı. Kapıya baktılar ve yüzlerinde bir gülümseme belirdi. Acıma, şefkat ve iyimserliğin harman olduğu bir gülümseme... Gelen İğneci Fatma Hanımın Muş'tan göçen yeni kiracısı Halis 'in karısıydı. Kadın ince zayıf bir yapıdaydı.Yaşı da belli ki onlara göre çok daha gençti. Hatta çocukları yaşındaydı. İçeri yanlarına doğru yürüdü bir şeyler söyledi kısık kısık. Oturdu. İhtiyarlar da bir şeyler söylediler. Konuşmaya anlaşmaya uğraştılar,
İsmini sordular zar zor. Gelin "Mori" dedi. .İhtiyarlar tekrar sordular. Gelin boncuklarını göstererek tekrar "mori" dedi.  Ama "mori" Remziye Hanımın İşkodra'dan Manisa'ya Balkan Harbi zamanında göçen annesinden babasından  duyduğu kadar sanki evsaybine sesleniyordu."Fatmanın seni söylüyor" dedi. Sonra mori ile huri arasında huri de karar kıldılar. Gülümsedi gelin hoşuna gitmişti. "Huri" yi o da biliyordu."Huri Gelin"e yaprak sarmayı öğrettiler.
Ama bir tutukluk vardı yeni gelende. Gurbetin,yalnızlığın,yurdundan yuvasından uzaklaşan kuşların tedirginliği gibi bir tedirginlik. Bakıyor, dinliyor,onların gösterdiği gibi sarmaya çalışıyordu. Ev sahibi ise -kendisi de Balıkesir Savaştepe'den kalkıp öğretmen olan ilk eşiyle Kütahyanın Gediz Kazası Akçaalan Köyündeki günlerini hatırlayıp-yardımcı olmaya çalışıyordu.
"Hay Allah ! Çayı unuttuk. Çaylarımızı soğutmadan içelim bari" dedi. Bozköylü Emine. Fatmanım bardakları almaya gitti , yardımcı olmak için kiracısı da ardından seyirtti mutfağa doğru. Biraz sonra gelin çay tepsisiyle yanlarına geldi ve çayları dağıttı.
Çayları içerken oturdukları duvar arkasında bulunan gelinin evinden gelen bir  ağlama sesi üzerine hemen kalktı gülümsedi ve  giderken Fatmanım uzattı sarmayı Huri geline;
 "yavrum pişince veririm ama,şimdilik şunu  pişmemiş de olsa bir tane al da tadıver, canın çekmesin" dedi.
Gelin sözleri tam anlamasa da uzatılan sarmayı aldı. Çünkü nice korku,tedirginlik,tereddüt içinde bilmediği bir kentte karşılaştığı bu güngörmüş insanların samimiyeti içini ferahlatmıştı. Almasa olmazdı, daha ilk günden üzmüş olurdu belki de. İsteksizce aldı. İhtiyarlar isteksizliğini utangaçlığına yormuşlardı. Sokak kapısına doğru hızla yürüdü.
Bu arada Parmaklarının ucuyla tuttuğu  sarmadan azıcık ısırdı. İlk defa tattığı çiğ sarmanın garip lezzeti nedeniyle boğazı gırtlağı gerilmişti, yüzünde hiç bilmediği bir tadın memnuniyetsizliği vardı. Kapıya yaklaştığında arkasına öylesine baktı. Kadınlar kendi telaşlarındaydı.
Onlar farketmeden kapının sağ tarafında bulunan kömürlüğe doğru fırlatıverdi elindekini...
...
Ben ise 9 yaşlarındaydım. Fatmanım'ın oğlu arkadaşım Muzafferle, avlularında kapı yanında bulunan kömürlüğün kenarındaki zeytin ağacının üstünde kuş avlıyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...