11 Ağustos 2016 Perşembe

Köprüler

Köprüler vardır yolları birbirine bağlayan,
Yolları bağlayan bir uzun köprü,uzak gönülleri de birbirine bağlar.Küçük köprüler de vardır,yakın görülen ama birleşemeyen yolları ve gönülleri birbirine bağlayan.
Köprünün uzunluğu,geçtiği suyun genişliğine bağlıdır. Ve bu tür uzun köprüler uzun emeklerin,çabaların sonucunda iki yakayı birleştirirler. İşte bazen uzak ve birbirinden ayrı gönülleri birleştirmek için de benzer  çabayı  göstermek gerekir.
Kısa köprüler,bazen derin uçurumların,  dibi görünmeyen yarıkların üzerinden iki yakayı bağlarlar.Ve bu köprüleri yaparken oluşacak bir hata köprü inşasında çalışan kişinin / kişlerin derin uçurumlara düşmesine hayatını kaybetmesine yol açar.
Bazı gönüllerin arasında da derin ayrılıklar vardır. En küçük bir hata gönül köprüsünü yapmaya uğraşanın hayatını etkiler.
Yunus Emre ne demiş." Gönüller yapmaya geldim." Çevresindeki insanlarla "köprüleri atmış" kişiler vardır. Kendi kabuğunda herşeye ve herkese uzak kalan, şüpheyle bakan. İşte gönül köprüsü ustaları bu insanların köprülerini tamir etmeye uğraşırlar.
Anadolu bozkırlarının yanık sesi, Rahmetli Neşat ERTAŞ'ta "Köprüden geçti gelin,saç bağı düştü gelin" diye bahseder köprülerden. İçinde hüznün ve özlemin sarmal olduğu bir türküdür bu. Yurdundan, yuvasından uzaklarda gurbetin bitmez derinliklerinde ekmek peşinde koşan,  sıla hasretiyle boğazları düğümlenen bozkır çocuklarının bir isyanını mı terennüm etmekte acaba diye düşündüğüm de olmuştur.
"Malabadi Köprüsü burda başladı bitti şu garibin öyküsü" diye Selçuk Alagüz 1970 yıllarda söylediği bir parça da aklımda kalmış.

Yine fethin coşkusunu veya işgalin hüznünü bağrında saklayan köprüler de vardır. Bence İvo Andriç'in "Drina Köprüsü" romanı köprü konusunda bir başyapıttır.

Şehirlerin kaderini etkileyen nehirlerin şehirlerle nişan yüzüğü gibidir köprüler.  Birbirlerine birleştirir. O yaka ile bu yakayı. 
Her şehrin geçmişten günümüze kadar gelen tarihinde köprülerle ilgili nice acılar, hüzünler, mutluluklar saklıdır. Bazen nehre düşen birine ağıttır, (Şu Fırat'ın suyu akar derindir) Bazen fetih alaylarının davullarla zurnalarla karşılandığı bir duraktır.

Manisa'dan Saruhanlı'ya  doğru giden İzmir İstanbul karayolunun hemen Manisa çıkışında Gediz nehri üzerinde bir demir köprü vardı. Trafiğin az olduğu yıllar boyunca kullanıldı. Yol dar gelmeye başladığında yanına yeni büyük bir beton köprü yapıldı. Fakat eski dar ve alçak  demir köprü de yerinde duruyordu.
Batı Anadolunun İç Anadoluya sınır olduğu yüce dağların başındaki karlar, baharda erimeye başladığında ya da günlerce süren yağmurlardan sonra, önce dereler kabarır. Ardından Gediz Nehri ile  köprünün hemen yanında nehirle birleşen Kemalpaşa dağlarının sularını getiren Nif çayı da yavaş yavaş yükselmeye başlardı. Önce alçakta olan eski  demir köprü tasan sulara teslim olur, ardından su seviyesi yeni beton köprünün hizasına kadar gelirdi. Yoldan köprüden  gelip geçenlerde geçiş anında bir kalp çarpıntısı olurdu. Hızla akan kabarık suyun gücü bir kısım insanları heyecana garkederdi. Hamile kadınların mümkünse biraz daha beklemesini salık verirdi güngörmüş ihtiyarlar. Ne olur ne olmaz derlerdi. Hamile olana fazla heyecan gerekmez.
 Her iki tarafta işlerinden dolayı köprüden yararlanmak zorunda olanlar endişelenir."Gediz yine taşar bu gidişle" diye bağlarına bahçelerine köprüden geçerek gidecek olanları bir tedirginlik sarardı. 
Manisa'nın Karaköy kahvelerinde sobanın etrafına,  ellerinde yiyecek çıkınlarıyla oturmuş bağcılar, budakçılar gelecek at arabasını/aracı beklerken böyle konuşurlardı. Çünkü Gediz taşmışsa işe gidemeyecek ve yevmiyelerinden olacaklardı.
Her ne kadar korkarlarsa korksunlar sonunda korktukları başlarına gelirdi. Bir sabah uyandıklarında köprünün sular altında kaldığını karşıya geçilemeyeceğini görürler ve çaresizce beklemeye başlarlardı. Bu bazen dört bazen altı yedi günü bulurdu. Sadece köprü değil nehrin kenarındaki bağları ovanın çukur (su seviyesine yakın) yerlerini de su basardı. Belli bir süre şehrin gündemi bu olurdu. Bir kısım genç ve dinç meraklılar üşenmeden Ulucami ve daha yukarılardan ovaya bakar ve durumu Karaköy kahvelerinde bekleyen ihtiyar bağcılarla paylaşırlardı. Akşam yeni gelen bilgilerle yeni muhabbetler kurulur, eski bağcılar yine eski zamanlardan kalmış hatıralarını paylaşırlardı.
Günler sonra konu unutulmaya, normalleşmeye başladığı bir sabah "sular çekildi" haberleri doluşurdu kahvelere.Gençlerde bir telaş.  Babalarına gelirler " hadi baba atı arabayı hazırlayalım, ovaya gidelim" derlerdi. Babalar ya da ihtiyarlar hiç istiflerini bozmazlar,"sakin ol oğlum ovaya bir haftadan evvel inilmez, arabaları batırırız, bağların arasında çamurdan dolaşamayız,biraz daha beklemeliyiz" diyerek onları sakinleştirirlerdi. 
Bir yaz günü ikindi sonrası arkadaşlarla istasyondan demir köprüye kadar yürümüş ve aşağıda suya girenleri seyrediyorduk. O sırada At arabasıyla bağından gelen ihtiyar bir amcanın  köprüden geçerken hayıflandığını,kendi kendine söylendiğini kızdığını  farkettim. Başını kızgınlıkla sallayarak "Hala bu demir köprüyü kullanıyoruz,yuh olsun bize" dedi...
Soramadım neden böyle dediğini,yolun darlığına kızdığını düşündüm.

(GEDİZ HAVZASINDA TARİHİ KÖPRÜLER VE FONKSİYONEL ÖZELLİKLERİ Historical Bridges in the Gediz Basin and Their Functional Features Doç. Dr. Mehmet Akif CEYLAN*
http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunidcd/article/viewFile/1021007375/1021006613)










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...