Sanayileşmenin memleketin bereketli
ovalarını fazla etkilemediği eski zamanlarda Manisa Gediz Ovasında Mayıs sıcakları
ile bağlarda çekirdeksiz üzümler yavaş yavaş büyür gelişirdi. Bağ sahipleri üzümün
daha bol bereketli olması için emek verirken, hanımları da onlarla beraber bağa
giderler, ama başka işlerle uğraşırlardı. Yaprak toplama.
Hanımın yakın arkadaşları, ahbap ve
yarenleri veya komşuları tarafından bu yaprakların en ince ve geniş olanları, ilaçlar
atılmadan evvel toplanır, haşlanarak taze taze pişirilir, fazla topladıkları ise
kışın pişirmek üzere salamura yapılırdı.
İlk yapraklardan sarılarak taze pişirilmiş
sarmanın lezzeti ancak tadabilme şansına sahip olanlar tarafından bilinir.
…
Özelleştirmenin bilinmediği o günlerde
devletin tasarrufu altında işletilen Sümerbank Manisa Pamuklu Mensucat
Fabrikası iplik kısmında yıllardır vardiyalı işçi olarak çalışan ve yeni emekli
olan İğneci Fatmanım'ın evine önce elinde -kapağı tıngırdayıp duran- bakır bir
tencereyle Bozköylü Emine geldi. Ardından evin mavi kapısı yine gürültüyle
açılıp, gürültüyle kapandı.
"Emine, bak Ayşe de geliyor sallana
sallana" dedi Fatmanım,-"Pazardan yeni aldığı terlikleri de
giymiş"
Bahçeye öğle sonrasının gölgesi düşmüştü. Güneşe siper olan asma yapraklarının
gölgesi sebebiyle bahçe içeriye göre daha serindi.
Yere bir kilim serdiler, altlığı koyup üzerine
sofra bezini yaydılar ve bakır siniyi üzerine yerleştirdiler. Bozköylü Emine
evden getirdiği sarma içi ile dolu olan tencereyi sininin ortasına yerleştirdi.
Başka bir kaba koydukları haşlanmış, sertliği giderilmiş asma yapraklarını
getirdiler. Sininin üzerindeki iç tenceresini biraz kenara ittirip yaprak
sahanını yerleştirdiler. İncecik, güneşe
doğru tutulunca açık yeşil bir renge bürünen yapraklardı.
Bu arada sokak kapısından gürültüler
geldi. Menteşeleri eğrildiği için alt kısmı eşiğe sürten, bu sebeple zorlanarak
açılan kapıdan içeri giren Remziye Hanımın elinde ise hala dumanı tüten, soğumasın
diye üzeri örtülü çaydanlık vardı.
Yaprak sarmacılar dörtlüsü tamamlanmıştı. Önce
içeriden dört tane minder getirdiler.
"İyi oldu, Allah razı olsun Fatmanım
kilime oturmayalım beton çeker" dedi Remziye Hanım oflayarak, “Zaten
romatizmalarımla uğraşıp duruyorum."
Bozköylü Emine Fatmanın’a hitaben ;
"Senelerce sıcak demedin soğuk
demedin gidip geldin fabrikaya, çok şükür emekli oldun da rahat rahat dertleşip
söyleşebileceğiz" dedi.
Derin bir iç geçirmesiyle Fatmanım ;
"Eh! Siz olmasanız dört çocuğu evde bırakıp gece on birlerde şehrin ta alt
ucundaki fabrikada vardiyaya gitmek kolay mı? " diyerek cevapladı.
İşe başladılar. Haşlanmış yaprakları
açarak sol parmak uçlarının arasına yerleştiriyor, bir kaşıkla diğer
tencereden içi alıp yaprağın içine döküyor ve ustalıkla yaprağı sarıyorlardı.
Erkeklerin tütün tabakasından aldıkları tütünü sigara kâğıdına sarmasına
benziyordu. Her birinin farklı bir stili vardı. Kimi ince ve sıkı, kimi kalın,
bol içli sarıyordu. Ve sardıkları yaprakları bağdaş kurdukları dizlerinin arasına
yerleştirdikleri küçük tencerelere sıralıyorlardı.
Her birinin önündeki tencerelerin içindeki
sarmalara bakarak, sıralamanın biçiminden saranın yapısı karakteri
anlaşılabilirdi. Gelişigüzel sıralayanın aceleci ve savruk, sicim gibi sarıp, baklava
gibi sıralayanın ise titiz ve intizamlı bir karakterde olduğunu dikkatli bir
gözlemci sezebilirdi. Bu durum tütün dizenler için de geçerli olabilir.
Tencereler yavaş yavaş dolmaya başlamıştı.
Çevreye yayılan sıcak ve koku davetsiz
misafirleri de çağırıyordu. Sayısı artan sinekleri kovalamak için yanlarında
bulunan bezi sininin üzerine doğru ara sıra sallıyorlardı.
Serçe, kırlangıç, kumru sesleri ve sinek
vızıltıları arasında, kendi dünyalarında kişisel hülyalarına dalıp sessizce
yaprak sarmaya devam ederlerken, biraz ötelerinde bulunan mavi demir kapı
gıcırtıyla tıngırtıyla yine açıldı. Kapıya baktılar ve yüzlerinde bir gülümseme
belirdi.
Acıma, şefkat ve iyimserliğin harman
olduğu bir gülümseme... Gelen İğneci Fatma Hanımın Muş'tan göçen yeni kiracısı
Halis 'in karısıydı. Kadın ince zayıf bir yapıdaydı. Yaşı da belli ki onlara
göre çok daha gençti. Hatta çocukları yaşındaydı. Yanlarına gelerek bir şeyler
söyledi kısık kısık. Oturdu. İhtiyarlar da bir şeyler söylediler. Konuşmaya
anlaşmaya uğraştılar,
İsmini sordular zar zor. Gelin
"Mori" dedi. İhtiyarlar tekrar sordular. Gelin boynunda sıralanmış boncuklarını
göstererek tekrar "Mori" dedi. Ama "Mori" Remziye
Hanımın İşkodra'dan Manisa'ya Balkan Harbi zamanında göçen annesinden babasından duyduğu kadar sanki evsaybine
(sahibine) sesleniyordu. “Fatmanım seni söylüyor" dedi. Sonra mori ile
huri arasında huri de karar kıldılar. Gülümsedi gelinin hoşuna gitmişti.
"Huri" yi o da biliyordu. "Huri Gelin’e de yaprak sarmayı öğretmeye
çalıştılar.
Ama bir tutukluk vardı yeni gelende.
Gurbetin, yalnızlığın, yurdundan yuvasından uzaklaşan kuşların tedirginliği
gibi bir tedirginlik. Bakıyor, dinliyor, acemiliğinin verdiği güvensizlikle titreyen
elleriyle onların gösterdiği gibi sarmaya çalışsa da, işi bilen ihtiyarlar ise
şöyle tut kızım böyle tut kızım dese de, o anladığı değil gözlemlediği
kadarıyla sarmaya çalışıyordu.
Ev sahibi Fatmanım ise gülümseyen yüzünün
mimiklerinde kısa bir an görünüp kaybolan hüzün ile acaba memleketi olan Balıkesir
Savaştepe Köy Enstitüsünde okurken tanışıp evlendiği, mezun olunca öğretmen olarak
doğup büyüdüğü yerdeki okuluna tayini çıkan ve genç yaşta rahmetli olan ilk
eşiyle Kütahya’nın Gediz köylerinde geçen günlerini mi hatırlıyordu.
"Hay Allah! Çayı unuttuk. Demlenmiştir
artık. Çaylarımızı soğutmadan içelim
bari" dedi. Bozköylü Emine. Fatmanım bardakları almaya gitti, yardımcı
olmak için kiracısı da ardından seyirtti mutfağa doğru. Biraz sonra Huri Gelin
çay tepsisiyle yanlarına geldi ve çayları dağıttı.
Çayları içerken oturdukları hayatın batı
duvarı arkasında bulunan evinden gelen bir ağlama sesi üzerine gelin, pitik
pitik diyerek hemen kalktı, gülümsedi. Ancak giderken Fatmanım elinde
son sardığı sarmayı tenceresine koymadan uzattı Huri geline;
"Yavrum pişince veririm ama şimdilik şunu pişmemiş de olsa bir
tane al da tadıver, canın çekmesin" dedi.
Gelin sözleri tam anlamasa da uzatılan
sarmayı aldı. Çünkü nice korku, tedirginlik, tereddüt içinde bilmediği bir
kentte karşılaştığı bu güngörmüş insanların samimiyeti içini ferahlatmıştı.
Almazsa olmazdı, daha ilk günden üzmüş olurdu belki de. İsteksizce aldı.
İhtiyarlar isteksizliğini utangaçlığına yormuşlardı. Sokak kapısına doğru hızla
yürüdü.
Kapıya doğru yürürken parmaklarının
ucuyla tuttuğu sarmadan azıcık ısırdı. İlk defa tattığı çiğ sarmanın
garip lezzeti nedeniyle boğazı, gırtlağı gerilmiş, yüzü buruşmuştu. Suratında
hiç bilmediği ekşi kekremsi bir tadın memnuniyetsizliği vardı. Kapıya
yaklaştığında arkasına öylesine baktı. Kadınlar kendi telaşlarındaydı.
Onlar fark etmeden sokak kapısının sağ
tarafında bulunan zeytin ağacına doğru fırlatıverdi elindekini.
...
O ise 9 yaşlarındaydı. Fatmanım'ın oğlu
arkadaşı Muzafferle avlularında kapı yanında bulunan zeytin ağacının üstünde
kuş avlıyordu. Ağlayan bebeğin sesi dikkatini çekmiş aşağıya bakıyordu.
Zeytin ağacının altından hızla geçen
kadının sağ elindeki sarmayı fırlatışını
-gayri ihtiyari- görmüştü.
…
(Bu hatıranın yaklaşık kırk beş yıl sonra Gökmaviye
konu olacağını nereden bilecekti.) ( Düzeltme trh. 04.02.2020)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder