15 Haziran 2023 Perşembe

Huri Gelin Gökmaviye giden (04.02.2020 )


Sanayileşmenin memleketin bereketli ovalarını fazla etkilemediği eski zamanlarda Manisa Gediz Ovasında Mayıs sıcakları ile bağlarda çekirdeksiz üzümler yavaş yavaş büyür gelişirdi. Bağ sahipleri üzümün daha bol bereketli olması için emek verirken, hanımları da onlarla beraber bağa giderler, ama başka işlerle uğraşırlardı. Yaprak toplama.
Hanımın yakın arkadaşları, ahbap ve yarenleri veya komşuları tarafından bu yaprakların en ince ve geniş olanları, ilaçlar atılmadan evvel toplanır, haşlanarak taze taze pişirilir, fazla topladıkları ise kışın pişirmek üzere salamura yapılırdı.
İlk yapraklardan sarılarak taze pişirilmiş sarmanın lezzeti ancak tadabilme şansına sahip olanlar tarafından bilinir.
Özelleştirmenin bilinmediği o günlerde devletin tasarrufu altında işletilen Sümerbank Manisa Pamuklu Mensucat Fabrikası iplik kısmında yıllardır vardiyalı işçi olarak çalışan ve yeni emekli olan İğneci Fatmanım'ın evine önce elinde -kapağı tıngırdayıp duran- bakır bir tencereyle Bozköylü Emine geldi. Ardından evin mavi kapısı yine gürültüyle açılıp, gürültüyle kapandı.
"Emine, bak Ayşe de geliyor sallana sallana" dedi Fatmanım,-"Pazardan yeni aldığı terlikleri de giymiş"

Bahçeye öğle sonrasının gölgesi düşmüştü. Güneşe siper olan asma yapraklarının gölgesi sebebiyle bahçe içeriye göre daha serindi.
Yere bir kilim serdiler, altlığı koyup üzerine sofra bezini yaydılar ve bakır siniyi üzerine yerleştirdiler. Bozköylü Emine evden getirdiği sarma içi ile dolu olan tencereyi sininin ortasına yerleştirdi. Başka bir kaba koydukları haşlanmış, sertliği giderilmiş asma yapraklarını getirdiler. Sininin üzerindeki iç tenceresini biraz kenara ittirip yaprak sahanını yerleştirdiler. İncecik, güneşe doğru tutulunca açık yeşil bir renge bürünen yapraklardı.
Bu arada sokak kapısından gürültüler geldi. Menteşeleri eğrildiği için alt kısmı eşiğe sürten, bu sebeple zorlanarak açılan kapıdan içeri giren Remziye Hanımın elinde ise hala dumanı tüten, soğumasın diye üzeri örtülü çaydanlık vardı.
Yaprak sarmacılar dörtlüsü tamamlanmıştı. Önce içeriden dört tane minder getirdiler.
"İyi oldu, Allah razı olsun Fatmanım kilime oturmayalım beton çeker" dedi Remziye Hanım oflayarak, “Zaten romatizmalarımla uğraşıp duruyorum."
Bozköylü Emine Fatmanın’a hitaben ; "Senelerce sıcak demedin soğuk demedin gidip geldin fabrikaya, çok şükür emekli oldun da rahat rahat dertleşip söyleşebileceğiz" dedi.
Derin bir iç geçirmesiyle Fatmanım ; "Eh! Siz olmasanız dört çocuğu evde bırakıp gece on birlerde şehrin ta alt ucundaki fabrikada vardiyaya gitmek kolay mı? " diyerek cevapladı.
İşe başladılar. Haşlanmış yaprakları açarak sol parmak uçlarının arasına  yerleştiriyor, bir kaşıkla diğer tencereden içi alıp yaprağın içine döküyor ve ustalıkla yaprağı sarıyorlardı. Erkeklerin tütün tabakasından aldıkları  tütünü sigara kâğıdına sarmasına benziyordu. Her birinin farklı bir stili vardı. Kimi ince ve sıkı, kimi kalın, bol içli sarıyordu. Ve sardıkları yaprakları bağdaş kurdukları dizlerinin arasına yerleştirdikleri  küçük tencerelere sıralıyorlardı.
Her birinin önündeki tencerelerin içindeki sarmalara bakarak, sıralamanın biçiminden saranın yapısı karakteri anlaşılabilirdi. Gelişigüzel sıralayanın aceleci ve savruk, sicim gibi sarıp, baklava gibi sıralayanın ise titiz ve intizamlı bir karakterde olduğunu dikkatli bir gözlemci sezebilirdi. Bu durum tütün dizenler için de geçerli olabilir.
Tencereler yavaş yavaş dolmaya başlamıştı.
Çevreye yayılan sıcak ve koku davetsiz misafirleri de çağırıyordu. Sayısı artan sinekleri kovalamak için yanlarında bulunan bezi sininin üzerine doğru ara sıra sallıyorlardı.
Serçe, kırlangıç, kumru sesleri ve sinek vızıltıları arasında, kendi dünyalarında kişisel hülyalarına dalıp sessizce yaprak sarmaya devam ederlerken, biraz ötelerinde bulunan  mavi demir kapı gıcırtıyla tıngırtıyla yine açıldı. Kapıya baktılar ve yüzlerinde bir gülümseme belirdi.
Acıma, şefkat ve iyimserliğin harman olduğu bir gülümseme... Gelen İğneci Fatma Hanımın Muş'tan göçen yeni kiracısı Halis 'in karısıydı. Kadın ince zayıf bir yapıdaydı. Yaşı da belli ki onlara göre çok daha gençti. Hatta çocukları yaşındaydı. Yanlarına gelerek bir şeyler söyledi kısık kısık. Oturdu. İhtiyarlar da bir şeyler söylediler. Konuşmaya anlaşmaya uğraştılar,
İsmini sordular zar zor. Gelin "Mori" dedi. İhtiyarlar tekrar sordular. Gelin boynunda sıralanmış boncuklarını göstererek tekrar "Mori" dedi.  Ama "Mori" Remziye Hanımın İşkodra'dan Manisa'ya Balkan Harbi zamanında göçen annesinden babasından  duyduğu kadar sanki evsaybine (sahibine) sesleniyordu. “Fatmanım seni söylüyor" dedi. Sonra mori ile huri arasında huri de karar kıldılar. Gülümsedi gelinin hoşuna gitmişti. "Huri" yi o da biliyordu. "Huri Gelin’e de yaprak sarmayı öğretmeye çalıştılar.
Ama bir tutukluk vardı yeni gelende. Gurbetin, yalnızlığın, yurdundan yuvasından uzaklaşan kuşların tedirginliği gibi bir tedirginlik. Bakıyor, dinliyor, acemiliğinin verdiği güvensizlikle titreyen elleriyle onların gösterdiği gibi sarmaya çalışsa da, işi bilen ihtiyarlar ise şöyle tut kızım böyle tut kızım dese de, o anladığı değil gözlemlediği kadarıyla sarmaya çalışıyordu.

Ev sahibi Fatmanım ise gülümseyen yüzünün mimiklerinde kısa bir an görünüp kaybolan hüzün ile acaba memleketi olan Balıkesir Savaştepe Köy Enstitüsünde okurken tanışıp evlendiği, mezun olunca öğretmen olarak doğup büyüdüğü yerdeki okuluna tayini çıkan ve genç yaşta rahmetli olan ilk eşiyle Kütahya’nın Gediz köylerinde geçen günlerini mi hatırlıyordu.
"Hay Allah! Çayı unuttuk. Demlenmiştir artık. Çaylarımızı soğutmadan içelim bari" dedi. Bozköylü Emine. Fatmanım bardakları almaya gitti, yardımcı olmak için kiracısı da ardından seyirtti mutfağa doğru. Biraz sonra Huri Gelin çay tepsisiyle yanlarına geldi ve çayları dağıttı.
Çayları içerken oturdukları hayatın batı duvarı arkasında bulunan evinden gelen bir  ağlama sesi üzerine gelin, pitik pitik diyerek hemen kalktı, gülümsedi. Ancak giderken Fatmanım elinde son sardığı sarmayı tenceresine koymadan uzattı Huri geline;
 "Yavrum pişince veririm ama şimdilik şunu  pişmemiş de olsa bir tane al da tadıver, canın çekmesin" dedi.
Gelin sözleri tam anlamasa da uzatılan sarmayı aldı. Çünkü nice korku, tedirginlik, tereddüt içinde bilmediği bir kentte karşılaştığı bu güngörmüş insanların samimiyeti içini ferahlatmıştı. Almazsa olmazdı, daha ilk günden üzmüş olurdu belki de. İsteksizce aldı. İhtiyarlar isteksizliğini utangaçlığına yormuşlardı. Sokak kapısına doğru hızla yürüdü.
Kapıya doğru yürürken parmaklarının ucuyla tuttuğu  sarmadan azıcık ısırdı. İlk defa tattığı çiğ sarmanın garip lezzeti nedeniyle boğazı, gırtlağı gerilmiş, yüzü buruşmuştu. Suratında hiç bilmediği ekşi kekremsi bir tadın memnuniyetsizliği vardı. Kapıya yaklaştığında arkasına öylesine baktı. Kadınlar kendi telaşlarındaydı.
Onlar fark etmeden sokak kapısının sağ tarafında bulunan zeytin ağacına doğru fırlatıverdi elindekini.
...
O ise 9 yaşlarındaydı. Fatmanım'ın oğlu arkadaşı Muzafferle avlularında kapı yanında bulunan zeytin ağacının üstünde kuş avlıyordu. Ağlayan bebeğin sesi dikkatini çekmiş aşağıya bakıyordu.
Zeytin ağacının altından hızla geçen kadının sağ elindeki sarmayı fırlatışını  -gayri ihtiyari- görmüştü.
(Bu hatıranın yaklaşık kırk beş yıl sonra Gökmaviye konu olacağını nereden bilecekti.) ( Düzeltme trh. 04.02.2020)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...