14 Kasım 2018 Çarşamba

İzin

Pazartesi izin dönüşünün ilk günü idi. Yaklaşık iki haftalık izin sürecinin ardından göreve başladığı ilk gün değil ikinci hatta üçüncü günde dahi hala izin modunda olduğu dıştan gözlemleyen arkadaşlarınca farkedilip şakayla karışık ifade edilir olmuştu. Ama ne yapabilirdi ki içindeki devinimsizliği devinime çevirebilecek bir gücü kalmadıysa, oturup düşünmek ve çevreyi dinlemekten başka ne yapılabilirdi?  
Çalışma masasının önündeki dar koridorda olurlar, ifadeler, son gün, mahkeme, yazı gelmedi sözlerinin geçtiği telaşlı konuşmalar içinde odadan  odaya  koşuşturanların arasına günün belirli vakitlerinde elindeki çay tepsisiyle içeri giren -bezgin yüz ifadeli- 4/C sıfatlı tekel mağduru hademeler ise ortalığa biraz olsun sükunet serpiyorlardı. 
Çalıştığı yer şehrin en yetkili resmi müessesesi idi. Ve bu müessesede en alçak boylu olan, en çok telaş ve panik üreten (telaş makinası olan) bir şahıs ise çalıştığı birimin sorumlusu olarak görev yapmaktaydı. Onu gördükçe tersine kendisinin daha da sakinlediğini, sakinliğin ne güzel bir insani haslet olduğunun farkına varıyordu. 
Ve birim sorumlusu yetkilinin kendi şahsına yönelen övücü sitayişkar ifadelerin samimiyetine dair hiç kuşku duymadan hemen inanarak dakikalık  hatta saniyelik bir süre içinde o samimi havaya (!) dalması benimsemesi bir harikaydı. Daha da harika olanı ise, bir kaç dakika sonra odasına giren diğer bir misafir ile bir önceki hakkında eleştirilerini hiç sıkılmadan yine aynı içtenlikle yeni gelene ifade edebilmesiydi. Bu özellik o yüksek yetkili müessesede hiç kimsede bulunmadığı gibi, kendisi de belki bu özelliğinin bilincinde değildi. Bu onun içtengelen doğal karakteristik  bir hususiyetiydi.  
Ancak yine de hakkını yememek lazımdı. Kendi dünyası içinde şahsından bizzat yardım destek isteyenlere hiç bir gocunmaya girmeden pervasızca yardım etmeye çalıştığı da bir başka gerçekti. Sadece onun varlığı ve ehemmiyetini kabul ederek bilgi ve deneyimine güvendiğini uygun dille ifade edebilenlere  sınırsız destek vermesi onun çevresindekilerce tam anlaşılamayan bir başka özelliğiydi...
Anlaşılamıyordu, çünkü uzun yaşam süresi içinde biriktirdiği olumlu olumsuz nice hayat deneyiminin onu getirdiği mecra (aslında herkeste de böyledir.) herkesten farklı bir yer idi. Nasıl ki yüksek dağlardan akıp denizin kıyısında deltaya yayılan milli çamurlu toprak, geldiği dağların farklı yerlerine yağan yağmur ve sellerden ötürü farklı renk ve özellikte oluyorsa; İnsan da öyledir. 
O da Doğu Anadolunun yüksek zirvelerle karlı dağlarla çevrili yaylalarından kıvrıla kıvrıla akıp giden çaylar gibi aka aka kendini bu şehirde bulmuştu. tabii ki getirdiği miller kumlar ve çamurlar da diğerlerinden farklıydı. 
Bu nedenle -kimse kabul etmese de- kendince  haklıydı. Ve yine bu nedenle kim ne düşünürse düşünsün kendi dünyasında mutluydu.
Dedesinin yanında İşviçrenin Alp dağlarında yaşayan, etrafındaki her olayı olumlu yönden gören ve yoran iyi niyetli, yetim Polyannanın hikayesini  okumasa bile, çocukluğunun acıları içinde -Anadolunun doğusundaki karlı dağlarda- yüreğinde bir nevi kendi Polyannasını geliştirmişti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...