Hava sıkıntılı biz de sıkıntılıyız. Dünyanın sıkıntılı havası iç dünyamızı da sıkıntılara duçar ediyor.
Gerçekten hava o canlı mavisini yitirmiş.
Güneşini kaybetmiş akşam ışıklarının, bulutların altından yansıyan gölgesi tavanı yeni boyanmış odaya vurduğunda tavan rengi beyazdan açık kurşuniye nasıl dönüşüyorsa, gökyüzü de bir süredir o renkte hareketsiz ve durgun. İş yerinin kuzey penceresinden bakıldığında koca meydanın üstünde bir uçtan bir uca donatılmış bayrakların esintiyle dalgalanışı ve çam dallarının kımıldanışı göze çarpıyor.
Güneşini kaybetmiş akşam ışıklarının, bulutların altından yansıyan gölgesi tavanı yeni boyanmış odaya vurduğunda tavan rengi beyazdan açık kurşuniye nasıl dönüşüyorsa, gökyüzü de bir süredir o renkte hareketsiz ve durgun. İş yerinin kuzey penceresinden bakıldığında koca meydanın üstünde bir uçtan bir uca donatılmış bayrakların esintiyle dalgalanışı ve çam dallarının kımıldanışı göze çarpıyor.
Ama yağmur öncesi bir sükunet olduğu hissediliyor. "Hava yağacak galiba" dedi hayatı ovalarda geçmiş bir genç arkadaş. O demişse doğrudur diyerek sözü bitirdik.
...
Bu arada büro kapısı gıcırtıyla açıldı. İçeriye, sipariş edilen üç fincanı yerleştirdiği kahve tepsisiyle odacı bayan girdi. fincanda hala dumanı tüttüğünden cezveden yeni döküldüğünü belli eden , etrafa hoş kokular dağıtan ve içince gırtlakta buruk, kekremsi bir tad bırakan kahveler geldi önümüze.
Bu arada büro kapısı gıcırtıyla açıldı. İçeriye, sipariş edilen üç fincanı yerleştirdiği kahve tepsisiyle odacı bayan girdi. fincanda hala dumanı tüttüğünden cezveden yeni döküldüğünü belli eden , etrafa hoş kokular dağıtan ve içince gırtlakta buruk, kekremsi bir tad bırakan kahveler geldi önümüze.
Yavaşça yudumlayarak içtik. Bitirince, -dibinde telvesi, tam da kahve falcılarının aradığı karmaşıklıkta bir kaosla bezenmiş- fincanı masanın yan tarafına bıraktık. Ancak boğazımızda ve dahi gırtlağımızda o enfes tad, burnumuzda o hoş koku bekleyip duruyor. Ne zamana kadar bekler bilinmez. Yeni bir konu, yeni bir meşgale çıkıp da unutuncaya kadar azalarımızda, dilimizde, burnumuzda, gırtlağımızda o tadı hissedip duracağız.
Kahve; ne şerbet gibi tatlı, ne de limonata ve boza gibi ekşi tatlı karışımı bir içecek değil. Kanaatimce kökeninde acılık var .
Nereden alışkanlık edinildiği üzerine bir fikir yürütmek istenirse;
Nereden alışkanlık edinildiği üzerine bir fikir yürütmek istenirse;
Acaba, Yemen ellerinde kalan yiğitlerimizin, atalarımızın ebelerimizin genç yaşında Yemen ellerine gönderdikleri ve haber alamadıkları eşlerinin yavuklularının acılarını içselleştirmek için mi? O acılarla empati kurabilmek için mi ? Boğazımızda o acı ile, gözümüzde yaşlar, gırtlağımızda acı kahve tadı ile karışık yutkunmalar oluşurken, bir hüzünlü yemen türküsü mırıldanabilmek için mi? Bu alışkanlığı geliştirdi atalarımız ? Bilinmez.
Yalnız dünyanın bir çok yerinde -sebebini bilmeden de olsa- nice insan bu kahveyi keyifle höpürdetiyor.
Yalnız dünyanın bir çok yerinde -sebebini bilmeden de olsa- nice insan bu kahveyi keyifle höpürdetiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder