3 Ağustos 2017 Perşembe

Yorgunluk

Yılların yorgunluğunu gönlümde hissetmesem de vücudumdaki azalarda hissettiriyor kırgınlıklarım. Sabahları işyerinin kırk kırkbeş adım olduğunu tahmin ettiğim yüz yirmi yıllık mermer merdivenlerini çıkarken daha iyi anlıyorum yorgunluğumu. 

Bir de eski günlerde çevik bir panter gibi her olaya atıldığım gibi atılmıyorum. Önce bakınıyorum, etrafı süzüyorum. Olayı düşünüp yorumluyorum. Harekete geçmemin faydası olacağına kanaat getirirsem eyleme geçiyorum. Yani gücümü daha rasyonel kullanıyorum. Çünkü azaldı.

İşyerine benim çalışmam için tahsis edilen masanın yanında bulunan koltuğa oturduktan sonra ihtiyacım olmasa akşama kadar kalkmayacağım.

Suratımdaki gülümsemeye yarayan kaslar gitgide işlevini yitiriyor, yukarıya doğru gerilemediği için asık suratlı bir şahıs olarak algılanıyorum beni tanımayanlarca. Ama öyle değil desem kim inanacak, bir gülümsemeye bile bahaneler bulan benim gibi bezgin birine.
İçimden bir ses biraz daha sık dişini diyor. Biraz daha. Sanki ne değişecekse. 

Cengiz Aytmatov Rahmetlinin Gülsarı romanında baş kahraman yaptığı "Gülsarı" isimli ihtiyar atın karlı tipili soğuk bir kış günü at arabasını zorla çekerken, sahibinin de arabayı arkadan iterken atının eski günlerini hatırlaması gibi, o yorgun ata benzetiyorum kendimi. Ama o at doru bir kısrakken başkaldırmış, zincirlerini kırmış zaptedilememiş ve Aytmatov'un romanına baş kahraman olmuş.  Ben öylemiydim de kendimi özdeştiriyorum.

Ama ne olursa olsun nefes alıyorum ve tuşlara basacak gücü kendimde buluyorum. 

Buna da şükür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...