31 Aralık 2015 Perşembe

DESTANCI

Başlık atmadan da yazılır mıymış diye düşünenler olabilir. Başlık bir yazının özünü belirtir. Planlı kurallı düzenli kişilerin yaptığı budur.

Ancak şahsım gibi kendini planlamakta zorluk çekenler ise eskilerin deyimiyle "çala kalem" başlayıverip devam eder giderler.

Doğru olan düzenli yazmaktır. Okuyana derdini akıcı olarak anlatabilmektir. Başlık yazı sona erdiğinde yazanın konuyu en can alıcı anlatan ifadeyi seçmesidir.

Ama yazısı içinde can alıcı bir ifade bulamadığında yazı ne kadar güzel olursa olsun, ilk bakışta okuyucuyu avlayamaz. Başlık okuyucu avlamak için bir reklam cümlesi olarak ta tanımlanabilir öyleyse...

Bir ilk sunumdur. Pazarda malına müşteri çekmeye çalışan satıcının seslenişidir. Köy kahvelerinde bir hikaye anlatmadan, bir destan okumadan önce aşığın sazına ilk dokunduğunda herkesi cezbeden tınılarıdır. Bebeğin annesini yanına çekmek için çığırdığıdır.
...
Çocukluğumda pazar yerlerinde aralarda  seyyar satıcılık yaparken,özellikle yol ağızlarının birleştiği noktalarda beklerdim. Buralardan daha çok insan geçerdi. Ancak sadece ben değil başka satıcılarda doluşurdu ve bazen pazar yerinde alışveriş yapanlar geçmekte zorlanırlardı. Bekleyenlerden birini hatırlıyorum. Omuzundan diğer kolunun altına çapraz takılmış eski kemer ve içinde siyah beyaz baskılı şiirlerin ağıtların yazıldığı bir tomar kağıt. Diğer tarafında kasetçalar. Çalan kaset, kağıt tomarında satmaya çalıştığı şiirlerin sazla söylenmesi. Defalarca çalınmasından ötürü sesi boğuklaşmış. Acıklı,hüzünlü ezgiler,sesler...Kısaca destancı...

Acıklı ezgilerin etkisinde seyyar destan satıcısının arkasında boğazımda bir hüzün yumağı ile destancıya belli etmeden takip ederdim. Ama sonuna kadar dinleyemezdim. Bir müşteri gelir onunla haşır neşirken destancı uzaklaşıverirdi. Destan kağıtları elli kuruştu. Daha önemli masraflarım olduğu için paraya kıyıp alamazdım.

Okuması yazması olmayan dedeler, amcalar, dayılar çalan müziğin etkisiyle konuyu kavrarlar ve torunlarına okutarak iyice anlamak üzere birer tane alırlardı. Şehrin kıyılarında oturan ve memleketten haber alamayıp eski günleri özleyenlerdi bunlar  genellikle. Köyden pazara gelenler,köy kahvelerinde okunmak üzere birer tane alırlardı.

Destancılar, gezdikleri gördükleri olayları genellikle acıları  bunu yakan bir aşıkla anlaşarak aşığın sazla söylediklerini yazıya / kağıda  dökerek mi işlerini yaparlardı.Yoksa kendileri mi yakarlardı. Ağırlıklı olan kanaatim aşıkların sözlerinden kağıda aktarmaları. O zaman sattıkları destanların altlarında kaynak yazılıyor muydu ? Bilmiyorum.
Bildiğim ve emin olduğum acı gerçek; Ne destancılar kaldı ne de türkü, ağıt yakan aşıklar...Modern çağın yuttuklarına karıştılar. Hayvan otlatan çobanların dahi ellerinde son sistem iphoneler ve bu cihazların içinden çıkan modern tınılar sarmış o ıssız dağ başlarını bile... Eski zamanlarda kaldı kavallarla koyun güden üstadları...Sırtında çapraz takılmış sazı ile köyden köy obadan obaya dolaşıp köy odalarında,hanlarda yanık türküler çığıran ozanlar... Yakaın zamanda Türkü yakılamayacak mı artık...
...
Bu kadar yazdıktan sonra ne başlık atayım diye düşünmeye başladım.

"Destancı" olur mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...