15 Mayıs 2013 Çarşamba

12 Eylül 1980 Manisa (Fırında Çıraklık Günlerim)

11 Eylül 1980 günü saat 23.30 sıralarında dış mahalle tarafından fırının önüne yeşil renkli bir binek renault otomobil yanaştı. İçinden yine yeşil üniforması  ile rütbeleri çok olan kıdemli bir astsubay telaşla indi.
-Ekmek var mı ? dedi.
-Var dedik.
-Kaç tane var?

Manisa Karaköy "Yeni Doğan Fırını" diğer ismiyle "Çifte Yani Fırını "nda mesaimizin ilk saatleriydi. Fırın yeni hazırlanmış,hamur yeni mayalanmış,(Maya değil,maya akşam ezanından sonraki saatlerde hazırlanırdı. Gece boyunca önceden hazırlanan bu mayadan bir miktar alır yeni karılan hamura katardık.Bu işleme mayalanma denirdi.) İlk posta ekmeği yeni çıkarmıştık.
Mis gibi kokan,dumanı üstünde ellerimi yakan sıcak ekmekleri fırının camekanlarının altına dizmiştim. Fırınımız kara fırındı, küçüktü. Sabaha kadar ancak 1000-1200 ekmek çıkarabiliyorduk. Batı kışladan gelen astsubayın sorduğu saatte ancak 100 civarında ekmek vardı tezgahta.
-Daha başka yok mu.dedi.
-Hepsi bu dedik.
-Tamam arabanın bagajına gazetelerin üzerine sıralayıverin. dedi.
 Saydık ve dumanı üstünce sıcacık ekmekleri  sıraladık bagaja. Astsubay dört buçuk  liradan 90 küsür ekmeğin parasını peşin ödeyip yeşil renault sivil plakalı aracına bindi. Lastiklerini gıcırdatarak yeniden batı kışla tarafına dönerek hızla uzaklaştı.
Manisa'nın Karaköy Semtinden geçen İzmir Caddesi yeniden  sessizleşti.

Patron Ramiz Abi daha gelmemişti.
Ben,Hamza Abi,Sertif ve İbrahim vardık fırında.
(Sertif güreşçiydi. Manisa Sanat okulunu bitirdikten sonra İzmir Tekel Güreş Kulübü vasıtası ile İzmir Tekel e girmiş olduğunu duydum. İbrahim liseyi bitirdikten sonra astsubay oldu.Belki de emekli olmuştur.Hamza Kurtoğlu çınarlı kahvenin altında oturuyorlardı. Abilerinin kamyonları vardı. Kum çekiyorlardı. Hamza Abi şu an nerelerde bilmiyorum.)

Birbirimize baktık.Parayı kasaya attık.Erken peşin satışa memnun olmuştuk.Ama sebebi hakkında fazla düşünmedik."Askeriyede  bilmediğimiz bir sebepten  acil ekmek gereksinimi varmış ve bizden tedarik ettikleri için para kazanmıştık." diye düşünerek her gece yaptığımız mutad işlere döndük.

Hamza Abi,Sertif ve İbrahim yukarıda hamur karıyorlar,bekletiyorlar. Kesme teknesine indiriyorlar,terazide ölçerek yuvarlatıyorlar ve Sertif baston yapıyordu. (Baston ekmeğin yuvarlatılmış halden uzun hale getirilmesi işlemine verdiğimiz addı.) Baston yaparken tak tuk diye sesler çıkıyordu . Bu sese / gürültüye komşu evlerde yaşayanlar alışmıştı.

(Komşu evler Yüncü Mehmet Meyreli,Bakkal Abdullah Meyreli, Amcalar,Anneleri ve aileleri en yakındakilerdi.Gündüzleri Tüpçü Gani Abi batı komşumuz,Bakkal Cemil Abi ile lastikçi Bahri Abi uzak batı konşumuzdu.Bakkal Abdullah Amca ise doğu tarafındaki köşede idi.İki katlı bakkalın üst katında tek odalı küçük evde annesi oturuyordu.)

Ekmek hamurları ince uzun bezlerin bulunduğu pasalara döşeniyordu.
(Pasa bizim kullandığımız ismi idi.Başka yerde başka isimle anılıyor olabilir.Yaklaşık iki metre uzunluk 15 cm yükseklik ve 40 cm genişlikte boyutları olan ,ortasında tutmak için el girecek kadar açılmış(sapı) bir yeri bulunan tahtadan bir hamur taşıma aletiydi.)

Bu pasalar üstkat zemininde bulunan -hamurhane görülmesin diye- bir perde ile kapatılmış küçük pencereden altta bulunan bana uzatılıyor ve altkatta omuzum hizasındaki bu delikten gelen pasaları üstüste diziyordum. Bir süre bekliyor ve hamurların kabardığı, fırının derecesinin geldiği anlaşılınca ilk gelen ilk pişer tekniği ile küreğin başında bulunan Ramiz Abi nin elinin uzanacağı kadar yakınına yerleştiriyordum. Ramiz Abi sol eliyle pasa içinde yanyana sıralanmış hamurları ayıran bezi tutup çekerken sağ eliyle de ekmek hamurunu avucuna alıyor ve küreğin üzerine tek tek diziyordu. Fırının kapağını açarak lamba ile içeriye bakıyor. Boş olan tarafa küreği iterek hamurları bırakıyordu. İçerde bulunan yerin özelliğine göre bazen geniş,bazen dar küreği, uzun küreği, fırın doldukça sapı kısa küreği, duruma en uygun hangisi ise onu alıyor ve kullanıyordu. Bu arada pişenler varsa kürekle alıyor ve dışarı çıkarıyordu. Ben de sıcak ekmekleri tezgaha sıralıyordum. Hemen sıralamazsam diğer ekmekleri çıkarırken kürek çarpıyor,ya da tezgah dolarak ezilebiliyorlardı.

Fırının ısısı azaldığında Rahmetli Ramiz Abi "odun at" derdi. Yan tarafta bulunan külhan kısmındaki alt kapaktan odun atardım. Fırının odunlarını arka arsada bulunan depodan getirmekte benim görevimdi. Odunlar azalınca gidip kucaklayıp getiriyordum. Odunlar azaldığında ya da uygun fiyattan odun bulunduğunda arsaya kamyonlarla,at arabalarıyla,eşek yükleriyle yıkılırdı.
(yıkmak; eşeğin semerinin iki yanına sıkıca bağlanmış odun destelerinin ikisinin birden aynı anda yere bırakılmasıydı.Eğer biri sonra indirilmek istenirse eşeğin kendisi diğer taraftaki yükle beraber yere yıkılır ya da semer dönerdi.Eşeğe yük sarmak gibi eşeği yıkmakta ustalık/tecrübe  isteyen işlerdendi.Eğer sepet v.s. indirilecek ise her iki tarafa iki kişi sepetleri tutar birisi ipi çözer dengeli olarak indirilirdi.)

Belli zamanlarda yayladan at eşek yükleriyle motorcu Şeronun abileri de odun getirirlerdi. Bu işler sabah 06-07 sıraları olurdu. Yayladan gece inişi geçer, sabah erkenden şehre girilir.Fırının önüne ya da arka arsadaki odun deposuna yıkılırdı odunlar.(Neden?Çünkü gündüz ormancı tehlikesi vardı.)
Kışın yağmur altında ıslanan odunların yakması zor olduğundan kuruması için bir iki günlük odun ihtiyacı külhana istiflenirdi.

11 Eylülü 12 Eylül 1980 bağlayan gece boyunca her günkü işimize devam ettik.

Her gün sabah saat 06.30 sularında Manisa Pamuklu Mensucat Fabrikasında çalışanlar  sabah postası için otobüs durağına toplanırlardı.

O günlerde Manisa Belediyesinin mavi renkli Bussing marka otobüslerinin çalıştığı, saat 06.30 Meteorolojiden hareket eden ilk sefer ile fabrikaya giderlerdi.
(Bu Bussing otobüsler Alman malıydı sanırım.Kapılar otomatik açılıp kapanırdı.Bu sistemi inceler dururduk otobüse bindiğimizde.Perçinlenerek ya da vidalanarak kapının üstüne monte edilmiş "Dikkat otomotik kapu çarpar" ikazı yazılı alimünyum küçük uyarı yazıları vardı.Dışarda monte edildiğini kapu kelimesinden tahmin etmiştim.)

Her nedense o gün grup halinde yavaş yavaş geri dönüyorlardı.
Fırının önünden geçerken
-"hayrola" dedik."Neden geri dönüyorsunuz?"
 -"ihtilal olmuş, asker yönetime el koymuş,sokağa çıkma yasağı başlamış,radyo söylüyor,otobüs gelmeyecekmiş,biz de eve dönüyoruz"dediler.

Heyecanlandık.

Fırındaki, fişi takınca hemen çalışmayan ,üç beş dakika sonra ısındıkça ses gelmeye başlayan lambalı radyoyu açtık.Yine cızırtılar içinde bir şey anlaşılamıyordu. Meraklıydık. Ne oluyordu memlekette ? Belki de şehir halkından ihtilali ilk duyan sivillerdendik. Belki de bir şeyler  yapmalı mıydık .

Telaşla eve gittim.( Donunun uçkurunu düzeltmeyi beceremeyen bizler sanki ne yapacaksak.Yaş on yedi, on sekiz, derdimiz ekmek derdi.Kavgayla  sağ solla ilgimiz olmayan bizler ne yapacaktık ki.) 

Evden radyomu getirdim.- bir solukta koşarak ulaşabileceğim yakınlıktaydı evimiz- . (Çok pil harcadığından arkasına iki büyük pil bağladığım üzeri deri kılıflı standar(d) marka idi radyom).
Radyoya 20 Temmuz Kıbrıs Harekatında olduğu gibi kahramanlık türküleri çalıyordu. Yine "Hasan Mutlucan'ın davudi sesinden coşturan,heyecana getiren türküler ardı ardına çalıyordu. Arada askerin yönetime el koyduğu anonsları veriliyordu. (Saat;07.00 civarı)

Fırının hemen altındaki sokakta eski mezarlıkta bulunan Maliye Muhasebe Yüksek Okulunda gece bekçiliği yapan Muradiyeli Şaban Abi geceleri yanımıza uğrar, sohbet ederdi.Aklıma ona haber vermek geldi. Koşa koşa gittim okula. Seslendim,seslendim. Uykulu uykulu kapıda göründü, "Abi ihtilal olmuş haberin olsun."deyince şaşırdı,heyecan içinde; "Eyvah,kimler yapmış acaba" dedi. "Askerler yapmış" cevabını verdim.

Yeniden fırına geldiğimde, hala ortalık sakindi.Saat sekize doğru, ortalık iyice hareketlendi. Fırının önünde ekmek kuyrukları olmaya başladı. Polis araçları dolaşmaya başladı.Polisler sokağa çıkma yasağı var evden  çıkmayın anonsu yapıyordu.Fırın önünde bekleşenler polis aracını görünce yan sokaklara saklanıyor.Polis geçtikten sonra tekrar fırına koşuyorlardı. Sonra bir revo kamyon yanaştı fırına içinden bir piyade çavuş elinde kırıkkale tüfeğiyle kapıda beklemeye  ve ekmek almak için kapıya yığılanları sıraya sokmaya başladı.Sıradakiler üçten fazla ekmek alamıyordu. Daha sonra bir başka revo her 30 metrede yolun iki tarafına asker indirmeye başladı.

En son ekmeği de pişirip sattıktan sonra fırını kapattık.Eve geldim. Cuma günü idi. Abdestimi aldım. Tekrar İzmir caddesine indim.Cuma selası okunmaya başlamıştı. Askere "Abi Cumaya gidecek ama sokağa çıkma yasağı var,ne yapayım ?" diye sorduğumda. "Bize görünmeden arka sokaklarda camiye gidebilirsin" cevabını verdi.

Gece fırına gidip çalışacağımdan eve gelip uyudum. Saat  16.00 sıraları Ramiz Abi eve gelmiş beni çağırıyordu."Hemen gel.Komutanlar ekmek çıkarmamız gerektiğini söylediler.Kimseye ulaşamadım.En azından fırında bulunalım az da olsa ekmek yapalım.Fırının çalıştığını görsünler komutanlar" dedi. Bu arada babamda Tekstil Fabrikasında gece vardiyasında olduğundan evdeydi. Babama "Enver sen de gel bir şeyler yapalım.Vatandaşlar da fırının önünde toplanmaya başladılar."dedi.

O gün Babamla beraber fırıncılık yaptık ve Manisa Karaköy halkının aç kalmaması için çalıştık.

Hatıralarımda kalan bilgilere göre 12 Eylül 1980 Cuma günü böyle geçti.

...
(Aklıma geldikçe devam ederim.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...