13 Mayıs 2013 Pazartesi

Bici Dede (1966-1969)

Tozlu akşamüstüler...Akşam güneşinin son ışıklarının tozlarla dansı...Batıdan gelen koyu sarı, açık kahverengi bir ışık demeti ...

Saruhanbey ilkokulunun batı kapısından  sola döndüğünüzde soldaki ilk kapı Kulalı Berber Muammer Amcaların evidir. Bu kapının önünde hem sola yukarıya taşlı dar bir sokak , hem de batıya doğru dışmahalle Şeyh Fenari Camisine / Çınarlı Kahveye doğru giden yol başlar.Okul kapısından sağa bakınca  yaklaşık 70 metre ilerde İzmir Caddesinin, İzmir den Anadolu ya, İstanbul a gidip gelen otobüslerle kamyonlarla vızır vızır işleyen bir parçası görünür gözünüze.

(Bu cadde o yıllarda İzmir'i Anadolu'ya ve İstanbul'a bağlayan  önemli bir yoldu. Gece gündüz vızır vızır işlerdi. Eski Manisa garajı da  Sultan Camiinin ilerisinde bitpazarının güneyindeydi.Garajın bulunduğu bölge çok hareketliydi.Ve İzmir Caddesi boyunca da hareketlilik vardı.Karaköy'de bakkal Abdullah Amcanın dükkanının köşesindeki beyaz taşa oturur İzmire giden otobüsleri birimiz,İzmirden gelen otobüsleri diğerimiz sayarak yarışırdık.Konyaya giden hala gönlümde hoş bir yer tutan magırus marka otobüslerden kurulu,havalı apollo servisler mi,İstanbul'a giden önünde Gazanfer Bilge'nin resmi bulunan Gazanfer Bilge otobüsler mi, İnanöz Turizm,Hakiki Koç v.s)

İlerleyip caddenin köşesine geldiğinizde sağınızdaki köşede yola yakın sadece yerden çıkan demir boru üzerine takılmış musluktan ibaret soğuksu dediğimiz bir çeşme gerçekten soğuktu suyu,arkasında tam köşede manav dükkanı bulunmaktadır.

( Evdeki görevlerimizden birisi de aliminyum sürahilere yemeklerden önce soğuksu'dan su doldurmaktı. Buzdolabi iğneci Fatma Teyzenin evi ile Bakkal Abdullah Amcanın dükkanı dışında kimsede yoktu.)

Soldaki karşı köşede Mustafa (Gürcü ) Amcanın bakkal dükkanı vardır.

Okul kapısında sola yukarıya gitmeye karar verdiyseniz iki eşeğin bile yan yana geçemeyeceği darlıktaki bu sokaktan  güneye doğru Arapalanına çıkan diğer çocuklarla çanta tokuştura tokuştura ilerlersiniz. Daracık sokaktaki evlerin yüksek duvarlarla çevrili  bahçelerinden yola doğru uzanmış nar ağaçlarının dalları ve yapraklarının  gölgeleri, yılın en sıcak günlerinde bile size güneş ışığının ulaşmasını engeller.

Yapımında kerpiç, taş ve kırık kiremit parçalarının kullanıldığı duvarlarda yerden 70 santim ile 120 santim arasındaki yükseklikteki kısımda çocukların okuldan çıkıp evlerine giderken can sıkıntısından ellerine geçirdikleri bir dal parçası ya da taş parçası ile duvarları çize çize yaptıkları derin çizgiler,oşuklar vardır.(oşmak kazımak, kazıyarak bir boşluk oluşturmak anlamında kullanırdık)

Duvarların bazı yerlerinde özellikle 120 santimden daha yukarıdaki bölümde badanalı kısımlar bulunurdu.kat kat badananın evrimini anlayabilirdiniz.Ev sahiplerinin renk zevklerini anlayabilirdiniz.Çünkü üstüste herbir boya tabakası farklı renkleri gösterirdi bize.Genellikle beyaz,sarı,çivit mavi  ama kırmızıya kesinlikle rastlamazdık.Kırmızı duvarın alt kısımlarında 50-60 santimlik kısımda kuşak olarak evin dış duvarlarını dolaşırdı.

Dün akşam Regaip Kandili gecesi Babamı ziyarete gittim.Sordum.Babamın anlattığına göre 1955-1968 lı yıllara kadar bu sokakta köyden arkadaşları, köydeki usülle floş dokuyorlarmış.Bir çok evde bulunan ayakla çalışan dokuma tezgahlarında köyde de yaptıkları işi dokumacılık işini yapıyorlarmış.Sonra 1960 ta fabrika açılınca bir kısmı fabrikaya girmiş.

"Soğuksu'nun karşısında da Babadağlı bir tüccar vardı.O tüccara çalışıyorlardı"dedi.
Babadağlının şimdiki çınarlı kahvenin olduğu yerde büyük bir dokuma atölyesi varmış.Acaba çocukken ismini duyduğum büyüklerimin saygıyla bahsettikleri Sofu İbrahim Bey, Babamın bahsettiği Babadağlı mı idi. Babam sanki o dedi. Bundan emin değilim. En iyisi Nejat Abiye sormak.

Dış mahallede Belediye Haydar Barçın Çocuk Kütüphanesinin bulunduğu alanda beyaz badanalı uzun bir ev vardı. Evin bahçesinde ve etrafında  uzun beyaz kumaşlar çamaşır iplerine serilir kurutulurdu.Onu hatırladığımı söyledim.O kumaşların floş olduğunu çekmesin diye yıkandığını söyledi Babam. 

Arkadaşlarıyla okuldan çıkıp eve giderken yeni boyanmış pırıl pırıl bir duvarın kazınması ise ayrı bir üstünlük verirdi kazıyana. Ancak bir büyük görürse bir tokat,ardından akşam evde babasından ikinci bir tokatı göze almak herkesin harcı değildi.Ve daha sonraki günlerde arkadaşlarının arasında aynı yerden geçerken duvarı çizilmiş kazınmış teyzenin okul çıkışı kapıda bekleyip -o kimmiş gösterin bakayım sözü üzerine arkadaşlarının  parmakları faili işaret ederken ne yapacağını,
Teyzenin;
"- Ne zorun vardı yavrum.Neden yaptın yavrum. Hiç utanma yok mu sende."  eleştirilerini ve sorularını doğru  cevaplayabilmeyi,rezil olmayı düşünmekte ayrı bir cesaretti.

Bu dar sokağın sonunda küçük bir meydana ulaşırsınız. Meydanın sağ tarafında ismini şu an hatırlamadığım çatılı,önünde hayvanların sulanması için su aharı (ahar kelimesi eskiden kağıtçılıkta kullanılan bir kelime fakat biz çocukken eski çeşmelerin önünde akan suyun biriktiği ve artanın da kenarında dökülerek akıp gittiği 50-60 cm yüksekliğinde 1-1,5 metre uzunluk 60-70 cm genişlikte su havuzu diyebilirim.)  bulunan kubbemsi yapılı heybetli eski bir çeşme, (bu çeşme şimdi yok) boyunuz biraz uzunsa daha ileride Haydar deresini aşarak Hakibaba ya giden küçük köprü ile üstünden  geçenleri ve derenin çağıldayışını duyarsınız. Ama güneye doğru ilerleyecekseniz sol tarafta çift kanatlı boyasız bir kapıya rastlarsınız.

Bu Bici Dede nin evidir. Kim niçin, neden  Bici Dede demiştir. Bilinmez. Dedenin meydana akşam üstüleri at arabası ile bağından geldiğinde tombul vücudundan umulmayan bir kıvraklıkla arabasından inişini ve etrafında sevinçle bekleyen çocuklara neşeyle, gülümseyerek kuru incir dağıtışını hayal meyal hatırlıyorum. Ben de o incirlerden sevinerek alan ve yiyen mutlu çocuklardandım.
Hatıralarımın harman olduğu,yarım asırlık zihnimde bazen parlayıp bazen silinen silik resimler,film şeritleri gibi renkli coşkulu bir mutlu an.
Kaç yaşındaydım? Yalnız heybetli üç oğlu olduğunu hatırlıyorum.(Büyüğü Muzaffer Abi,küçüğü Nuri Abi olabilir,diğerini hatırlayamadım.) Beraber gelirlerdi bağdan. Onlar eşyaları indirirken ,atı, arabayı çözerken Bici Dede bizlerle ilgilenirdi.

Küçük sokaktaki evimizden batıya doğru ilerleyerek Osman Amcanın kırmızı çift kanatlı kapısından sağa aşağıya döndüğünüzde de bu meydana  varabilirdiniz.O taraftan gelince Bici Dedenin evi sağda,çeşme karşıda,dar sokak ikisinin arasında kalırdı.

Küçük Sokaktaki evimizin karşısında açık mavi ya da açık yeşil renkte yine çift kanatlı bir kapı daha vardı. Haydar Amcaların  evi. Haydar Amca  dediğime bakmayın esasında Dedemizdi bizim. Biz anne ve babalarımızın ifadesini kopyalayarak kullandığımız,düşüncelerimizin gelişmediği çağlardaydık.Haydar Amcamızın bizden büyük torunları vardı.Onun akşam üstleri işten gelişini de özlemle beklerdik.Önce Haydar  Amcayı sokağımıza hoşgeldin töreni için beklerdik.Sonra biraz oyun oynar,güneş biraz daha batıya yaklaştığında akşam ezanı okunmasına az bir zaman kala Bici Dedenin meydanına koşardık...

Haydar Dede, Bici Dedenin aksine zayıftı.Biraz öne eğik yürürdü.Elinde bastonu var mıydı.Tam hatırlamıyorum. Ama  Manisa Belediyesinde nikah memuru idi. İş çıkışında biriktirdiği şekerleri bizlere dağıtırdı. Her akşamüstü ceplerinde rengarenk kağıtlara sarılı tatlı şekerler olurdu. (Acaba tüm şekerleri bizlere dağıtırmıydı yoksa bizlerle yaşıt olan küçük torunları Cüneyt ve Özden e de ayırırmıydı? Bilmiyorum.Torunlarına sormalı.)

Bici Dede, Haydar Amca ile eşi, komşumuz bakkal İsmail Amca ve eşi, şu an isimlerini hatırlayamadığım anamadığım komşularımız Güzel hatıralar bırakarak,Rahmetli oldular.

(İyi ki o yıllarda o Küçük Sokak ta bulunmuşum.)

Onlardan devam edip gelen nice güzel nesiller Manisa da hâlâ var.

(Her ne kadar hayatın meşgaleleri bizi farklı yerlere yönlendirmiş olsa da karşılaşamasak,görüşemesek de...)

İnanıyorum.
Manisada atalarının gönlümüzde bıraktığı güzel izler gibi izler bırakmaya devam ettiklerine inanıyorum.

Cümlesine Allah Rahmet Eylesin.

Vatan Türküsü

(Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Dalgalanır bayrak,
Dalgalanır fatihâlar bayrakta.
Siz tâ Orta Asya'dan beri
Uyursunuz, uyanırsınız,
Siz düşünürsünüz bu toprakta.

Yaprak yeşilindeyken, su mavisindeyken gücünüz
Memleket sizden çoğalmakta.
Yükselmemiş midir göğe karşı,
Kelime-i şahadetler yer yer,
Bütün soluğunuz bu toprakta.

Sizin aldığınız rüzgâr, sizin verdiğiniz sessizlik
Kırmızıda, akta.
Çalışmanızın
Ölümsüzlüğünüzün kımıldanışı
Buğday buğday, bu toprakta.

Allah bir nefes gibi yakın
Gökyüzü bir nefes kadar uzakta.
Gidecektir kâinatın son zerresine dek
Hürriyetiniz, bu toprakta.

Gidecektir kuvvetli soyunuzla, sonsuz nesillerden,
Şerefte, fazilette, hakta,
Hizmetiniz
Varlığınız
Can can aksedecek bu toprakta.

Adınız tek.
Adınız bir milletle ayakta.
Kimi vatan der
Kimi Mehmetçik,
Yaşamanız bu toprakta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...