Dönüp durduğu yatağından dönmekten sıkılarak gecenin bir vakti kalktı. Kalkmadan önce uykuya dalabilmesine yararı olur düşüncesiyle Gediz çayının kenarında elinde bir olta ile balık avladığını, oltasına takılacak balığı beklediğini hayal ediyordu. Su çamur rengi bir duru bulanıklık içinde sessizce akıyordu. Güneş zevali aşmış, saatler öğleden sonraya ait sıcak zamanları gösteriyordu. Oltanın kargısını kenardaki nemli kumlara batırmış suyu seyrediyordu. Su biraz aşağıda önce köprünün gölgesine ardından altına ulaşarak batıya, Menemen boğazına doğru yoluna devam ediyordu. Su, ona yük olmadığı belli olan dal parçalarını da üzerine bindirmiş hızla götürüyordu. Bu dallardan Murat dağlarından beri taşıdığı sürüklediği şu kuru meşe dalını vefasızca bırakıp akmaya devam edecekti. Bunu ne dal ne nehrin duru çamurlu suyu ne de hayal eden biliyordu. İstese niyet etse suyun üzerinde suyla beraber sürüklenen dalı da bir yerlerde durdurabilirdi. Hayal onun hayaliydi. Tamam dedi. Muradiye kasabası kuzeyindeki köprüden geçerken Kayıkçıgillerin bağlarının kenarına bıraktırayım. Dal Halit Abi onu görürse alıp yaksın diye Yuntdağına giden yol üzerindeki köprüyü geçtikten sonra sol tarafa. Muradiye tarafına bırakayım da bu mesele kapansın. Dedi kendince... Bu yaz günü zaten çayın suyu da iyice azalmıştı belki de daha oraya varamadan Karacaahmet türbesine yakın bir yerde de kalabilir, kenara suya eğilmiş söğüt dallarına da takılabilir...Yeniden hayalen nehrin Manisa Akhisar yolunu kestiği yere eski demir köprü yerine yapılan yeni beton köprünün doğusunda bıraktığı oltanın yanına döndü. Öğlen güneşinin yakmadığını kıyılarda bir hayli uzamış söğüt gölgelerinin güneşe karşı ona siper oldukları anladı. Olta sessizce akan suyun içinde, akıntı yönüne doğru gerilmişti. Ama bu oltaya takılan balığın asılması gibi bir gerginlik değildi. Nehir akıntısının etkisiydi. Sağ tarafına baktığında uzaktaki köprüden gelip geçen araçların cinsine modeline göre çıkardıkları kulağına kadar gelebilen gürültülerini dinledi. Araçların gürültüsü çok olsaydı suyun şıpırtısını duyamazdı. Sudan gelen şıpırtının sebebi söğüt dallarının sudaki hareketleriydi. Bazen su içmeye gelen kuşların suya inerken ya da suyunu içip kalkarken kanat çırpmalarının pır pır eden kanat seslerini de duyuyordu. Ama ortama hakim olan sessizlikti... Sanki uzaktaki köprüden araçlar sık geçmemeye başlamıştı... Acaba her hangi bir sebepten yol kapanmış mıydı. Bazen trafik kazası bazen bakım onarım sebebiyle trafik kesilebiliyordu. Acil iş olan şoförlerin alternatif yollarını düşündü. Acaba Muradiye köprüsü mü olurdu. Muradiye'den sonra ilerden yol Osmancalı Üçpınar sapağına geldiğinde Üçpınara dönecek kıvrıla kıvrıla bir kaç köy geçecek Tilki köyden sonra sağa sapıp Saruhanlı yoluna yeniden çıkabilecek. Bu yol bir hayli uzundu. Belki de kapalı yol kısa sürede açılabilirdi. Beklemek daha uygun olabilirdi...
Gediz nehrini, geçtiği güzergahları, suladığı yöreleri düşündü. Bir de ata yurdu Gediz'i düşündü. Adını Gediz ilçesinden alan nehir, sularını da almış ismini de almış ama ne vermişti memleketine diye düşündü. Bir de akıp döküldüğü yerlerde hemşehrilerine ırgatlık yapabilmeleri için iş imkanı sunmuştu. O da ovaya inersen, suyu takip edersen. Dedelerim ve babalarım öyle yapmışlar. Dedem Salihli ye kadar, Babam Manisa'ya kadar gelmiş. Biz ise sonraki kuşak Manisa'ya çakılmışız.. Her neyse...
...
On beş Nisanın ilk saatleri, beşi on geçiyordu. Hayallerini yazsa da hâlâ uykusu gelmemişti. Üç saat sonra işe gidecekti.Bu gün işinde verimli olabilecek miydi? Dikkat ederim...dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder