Suriye,Irak Lübnan, Ürdün, Arabistan, Mısır, İsrail, Arap Emirlikleri, Kuveyt, Yemen... Bu devletlerin bazıları Osmanlı coğrafyasının emperyalistler tarafından parçalanması sonucunda ortaya çıkmış suni oluşumlar.
19 yy da dünyayı çeşitli yöntemlerle sömürerek zenginleşen ve sanayi devrimiyle gücünü arttıran batı dünyası emperyal niyetleri ve doymak bilmeyen iştahlarıyla yeni sömürü alanları bulmak ve böylece daha da büyümek için yol ve yöntemler aramaya devam ediyorlardı. Ancak yeni keşfettikleri Afrika doğu Asya ve Güney Amerikayı yıkıp sömürmeleri ve kanlı pençelerinde parçalamaları yetmemiş ve sanayi devriminin getirdiği enerji açlığıyla keşfettikleri petrol bölgeleri üzerinde yeni senaryolar uygulamaya başlamışlardı. Bu senaryoların odak noktası Osmanlı coğrafyası idi. Hem batıya yakın hem de petrol ve diğer yer üstü ve yeraltı kaynakları ve ürettiklerini pazarlama imkanları ile çok verimliydi. Osmanlı, duraklama ve gerileme dönemlerinin ardından batı ile rekabette geri kalmış eski gücünü yitirmişti. Her ne kadar ıslahat fermanlarıyla, reformlarla ve batıyı taklit ederek ayakta kalmaya çalışsa da, uzak görüşlü yöneticilerinin olmaması ya da olmasına rağmen güç bulup Devleti Ali Osmaniyi toparlayamaması gibi nedenlerle gitgide çöküş ve yıkılışa yaklaşıyordu. Dünya dengelerini okuyamayan, devletin imkanlarını yıkılışı durduracak önceliklere ayıramayanların sorumlu mevkilere gelmesi bu yıkılışı hızlandırdı. Avrupa coğrafyası, Balkanlar derken birinci dünya savaşı sonrasında Sevr ile tüm ülke elden çıkma noktasına gelmişti. Bu dönemde emperyallerin Sikos Pikot anlaşmasında olduğu gibi cetvellerle çizdikleri yeni ülke ve devletleri kendi çıkarlarına göre kurgulamaları, onların kendi bakış açılarını göre Ortadoğu olarak adlandırdıkları bölgeyi gelecekte yani bugünlerde yeni ateş çemberlerinin içine atmış oluyordu. Tek otoritenin yüzyılların deneyimi ile kurduğu denge ve ona bağlı huzur ortamı - girdikleri her yerde olduğu gibi- bozuluyordu. İslam coğrafyasındaki toplumlara yeni ve bitmeyen bir ateş çemberi içinde kanı, göz yaşını ve acıyı getiriyordu. Ancak bu kadim coğrafyanın kadim Devleti Osmanlı'nın yıkılışının içinden emperyal işgale karşı yeni bir direnç yeni bir mücadelenin ateşinin yükseleceği son Osmanlı Meclisi Mebusanın " Misakı Milli" kararı ile müjdeleniyordu. Her şeye rağmen bu kararın ardında canları pahasına durup direnen mücadele eden ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu tamamlayan fedakar yiğit vatanseverler bulunacaktı. Ancak bu mücadele ve ezilen ülkelerin emperyalistlere zaferini müjdeleyen ilk örnek olan bu ülke, kurucusu Gazi Mustafa Kemal den sonra aşama aşama emperyalistlerle olan mücadelesinden uzaklaşmaya, konjonktür ve koşullar denilerek git gide emperyallerle işbirliği geliştirilmeye başlanıldı. Bu da milli mücadelenin hedefinden uzaklaştığı düşüncesinde olan bir kısım genci yeni yollar aramaya itti. Bir kısmı kuzeyden ve uzak doğudan örneklerle kurtuluşu, bir kısmı başka coğrafyalardan bulduklarını savunmaya ve zamanla esas mücadele etmeleri gerekenlerden çok kendilerini yıkmaya yok etmeye başladılar. Ancak her şeye rağmen ve halk farkına varamasa da, gerçek emperyalizmin ülkede yaptıkları ve yapmak istediklerinin bilincinde olarak, gerçekçi mücadele yöntemleri ortaya koyarak yeniden milli mücadele gayretinde olanlar da vardır. Önemli olan, nerede ve ne şekilde olursa olsun bu düşüncedekilerin milli mücadele yıllarında olduğu gibi "mevzu vatansa gerisi teferruattır" diyerek bir araya gelebilmelerini sağlayabilmektir.
Bunun gerçekleşmesi ile gelecek daha aydınlık olacaktır.