3 Mayıs 2017 Çarşamba

Kağnı.

Çocukken yaz tatillerinde Kütahya Gediz İlçesine yakın olan köyümüze giderdim. Temmuz ayının kavuran sıcakları geldiğinde tarlalarında biçilen ekinleri  yükledikleri, önde iki öküzün yavaş yavaş çektiği tekerlekleri gıcırdayan ve gıcırtıları uzaklardan bile duyulan kağnılar dikkatimi çekerdi. Gece gündüz harmanyerine  taşırlar, ardından harmanyerinde işibiten dövülen ayıklanan buğdayları ve samanları ambarlara taşırlardı. Günler geçtikçe o seslerle yaşamaya alışır, her an kulağımıza gelen ağlamaklı iniltileri kanıksar ve dikkate almaz farketmez olurduk....

Büyük iki tekerlekli, yapımında sadece ağacın kullanıldığı el yapımı araçlardı. Yokluktan, ihmalden ya da beceriksizlikten yağlanması geciktirilen tekerlekler bağlantı noktasındaki ağaca sürttükçe, yağı azaldıkça gıcırtısı artardı. 
...
İlkokul üçüncü sınıftaydım. Öğretmenimiz Hasan Hoca Türkçe dersinde  bir konuyu okutuyordu. Biz de hem dinliyor hem de kitaptan takip ediyorduk. "Millet malıdır" başlıklı ders konusu kısa yazıyı sınıfa okuyan arkadaşım bir ara yutkundu sustu nefes aldı ve yeniden okumaya başladı,  Ancak sesinde bir burukluk oluştuğunu farkedince yakınında olduğumdan parmağımı kaldırdım. Okuyan sıra arkadaşımdaki değişikliği öğretmenimiz de farketmişti ve hemen bana eliyle sen devam et diyerek işaret etti. Arkadaşıma  dokunarak durdurdum ve  hemen kaldığı yerden devam ettim. Fakat konunun içine dalarak o kadar etkilenmişim ki biraz sonra aynı boğukluk bana da sirayet etti.  Sesim tıkanmaya başlarken, bu defa öğretmenin diğer sıradaki kız arkadaşa okutmaya başladı.

Kitabı okuyan kız arkadaşıma bakarken bir ara sınıf öğretmenimizle göz göze geldik. Gözlerinin altındaki yeni kabarmaya başlamış, damlamaya hazırlanan pırıltılar vardı. Sınıfta arka sırada oturan haylazlar grubu bile susmuştu. 

Hepimiz etkilenmiştik.
Şerife Bacının Kağnısı ve bacının çocuğunun soğuktan titremesini anlatan bir kitaptan alıntılanan  kısa bölümdü. Ama hepimiz o soğuğu, çaresizliği,vatan için yapılan fedakarlığı hissetmiştik.

(..."Şerife Bacı, Kurtuluş Savaşı'nda yaşlı kadın ve erkekler ile birlikte İnebolu'da bulunan cephaneleri Ankara'ya götürülmesinde çocuğu ve kağnısıyla yer alırken kış şartları nedeniyle Aralık 1921'de donarak öldü... Anlatılan odur ki, cephane ıslanmasın diye battaniyesini cephaneye sarmış bebeğine de sarılıp onun donmaması için uğraş vermiştir...


http://fotogezi.blogspot.com.tr/2011/02/kurtulus-savasnn-kadn-kahramanlar_16.html")


1919-1920-1921- 1922- 1923 ardı ardına yazılan bu rakamların o günleri bire bir yaşayan Anadolu için büyük önemi,anlamı vardı. İstila - İşgal - Zulüm - Birlik - Mücadele - Azim / Gayret - Kurtuluş - Zafer ve  Cumhuriyet kelimelerinin de...
...
1973 yılı idi ve  Cumhuriyetin ellinci yılının 29 Ekimini Hükümetle Hatuniye Camisinin arasındaki tören alanında (şimdi park) yeni kutlamıştık. Aylar öncesinde şiirler şarkılar belletmişti öğretmenimiz. Hasan Hocamız 1928 doğumlu idi, ama seneler boyu çektikleri yüz hatlarındaki derin çizgilerle belli oluyordu. Ve bu bayrama hazırlığı diğer bayramlara göre daha farklıydı. Daha telaşlı, daha yerinde duramaz, daha heyecanlıydı. "Müjdeler var yurdumun toprağına taşına,  erdi  Cumhuriyetim elli şeref yaşına" diye başlayıp devam eden marşlar ezberlemiştik günlerce.

Ve o beklenen  gün geldiğinde şehrin tüm okullarının pırıl pırıl siyah önlüklü öğrencileri ve en güzel elbiselerini giymiş  öğretmenleri ile alanın doğu tarafında sağ eli havada üzerinde takım elbisesiyle bize bakan Atatürk heykelinin karşısında sıradaydık. Öğretmenler uzakta kendi aralarında muhabbetteyken yem bulmuş serçe sürüleri gibi cıvıldaşıp duruyorduk.
Büyükler kürsüye çıkıp uzun nutuklar çekiyorlardı. Biz ise durmaktan, ayakta beklemekten sıkılıyorduk. 

Bir ara okul müdürümüz öğretmenleri çağırdı. Öğretmenlere birer paket verdi. Telaşla sınıflarının yanına koşuşturdular. Öğretmenimiz de sınıf başkanını çağırarak bir şeyler tembihledi ve elindeki paketi verdi. Başkan en öndeki öğrencileri elindekileri paylaştırdı. Öndeki öğrenciler geriye doğru tek tek dolaşmaya başladılar. Merakla sıranın bize gelmesini bekliyoruz ama sıradan çıkmaya da çekiniyoruz. Çünlü öğretmen gözetliyor. Bizi daha okuldayken uyarmıştı. Alanda şımarmak yok yoksa cezalandırırım demişti. Oynayamıyoruz. Sonunda elindekilerle başkan bizim sıraya geldi.Sağ elinde bir iğne, sol elinde  kırmızı beyaz renkli bir kağıdı  siyah önlüğümün sağ üst cebinin üzerine tutturuverdi. İçe dönük beş ayın içinde bulunan tek yıldızlı bir arma, kağıt rozet. 

Cumhuriyet Bayramı kutlamaları -çocuklarımın katıldığı törenler hariç- daha heyecansız idi.  Zaman geçtikçe kuruluşun ve kurtuluş heyecanı da azalıyor mu acaba?

Çocukluğumuzda Kurtuluş Savaşını yaşayan büyüklerimiz vardı etrafımızda. Konu açıldığında anlatırlardı. Masal havasında dinliyor olsak da ilk kaynaktan yaşananları dinlemek ve kitaptan da okumak pekiştiriyordu.

Şehrin kurtuluş günü  olan 8  Eylül de şenliklerle kutlanırdı, 

Fener alayı düzenlenirdi. Ellerinde yanan meşalelerle askeri birlikler uygun adım yürüyüşle batı kışladan İzmir caddesinden kırmızı köprüden Mesir camisinin önünden geçerek hükümet alanına doğru şehri dolanırdı.
Meşale; bir metrelik sopanın üzerine tek bir çivi ile çakılmış küçük bir teneke konserve kutusuna kül doldurulur ve içine gaz dökülerek yakılır.Aynı hizadaki askerler sağ elleriyle tutarlardı.
Ellerindeki meşalelerle ve coşkulu marşlarla, uygun adım rap rap yere vuran postal ritmiyle, gecenin karanlığında az aydınlatılmış İzmir caddesi üzerinde  yürüyen askerleri seyreden halk kurtuluşu daha iyi idrak ederdi.

Özellikle uzaktan trompetlerin o düzenli ve davulun sıralı vuruşunu duyunca, anneler babalar evde kim varsa apar topar evlerden caddeye koşmaya başlardık.

Gaz dökülerek yakıldığından ateşle beraber kara bir duman da çıkaran meşalelerin uzaktan görüntüsü ateşin kızıllığı, askerin marşları, uygun adım yürürken postal sesleri ve askeri bando/ trompet takımının katıldığı marşların şatafatını inşallah birgün sizlerde görürsünüz. O zaman ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.

Tören kıtasında yürüyen askerler yanımıza geldiğinde  yer sarsılırdı, titrerdi. Ve o an biz kopardık. İçimizdeki çoşku ayyuka çıkardı. Tren geçerken demiryolunun yakında bulundu iseniz o sarsıntıya benzer sarsıntıyı bilirsiniz.

Şimdi birkaç film, açık oturum, bir kaç basit tören ile iş geçiştiriliyor sanki. 
O heyecan ve coşkuyu -ne yalan söyleyeyim- arıyorum.

Ama -yok-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...