13 Ocak 2012 Cuma

Ocak Soğuğu

Birkaç gündür hava kapalı.Medyada havaların daha da soğuyacağı bildirildiğinden hazırlıklıyız.
Önce yağmur ardından dağlara kar yağmaya başladı.Spil dağının eteklerine kadar indi kar.Küçük oğlum baba dağa çıkalım diyor. Ben ise arabayı kaydırırım korkusuyla peki diyemiyorum.
Yaya çıkabilsek diye düşünüyorum.Tehlikeli olabilir düşüncesiyle vazgeçiyorum.
Günler geçtikçe ve karlar eskidikçe karda oynamanın tadı da kayboluyor. İlk yağan taze karda eğlenmekle kırçıllaşmış karla oynamak bir olmaz demek istiyorum,diyemiyorum.
İşim çok,araba arızası bahaneleriyle erteliyorum. Ama bir yandan bende gitmek istiyorum...

Dağdaki beyazın, ayazı düşüyor aşağıda olanların üzerine.Soğukla,ayazla beraber şehir sokaklarındaki insan sayısı da azaldı. Sadece mecbur olanlar dışarıda. İşini bitiren tekrar içeriye sobanın ya da kaloriferin yanına yerleşiyor. Esnafın kapı önü muhabbetleri havalar ısınıncaya kadar dükkan içlerine taşınıyor. Sabahları güneşin ilk ışıkları sislerin arasından zorlukla iniyor şehrin üzerine.
Güneşin gün içindeki yansımaları da farklı oluyor. Akşam üzeri güneş voltajı düşmüş bir akkor lambanın sarımtırak ışığını gönderiyor aşağıya. Kış mevsiminde sonbaharın hüzünlü renklerini yakalayabiliyor son ışıklarda meraklılar. Fotoğraf meraklılarının hoşlanacağı bir renk harmonisi oluşuyor. Uygun zaman,uygun mekan, uygun ışık ve uygun bir açıdan bakabilirse o anı betimleyen güzel,özgün bir fotoğraf oluşabilir.Ya da ressamın kabiliyetine bağlı hoş bir resim.

Akşam olduğunda evi ve düzeni olanlar acele adımlarla evlerine gidiyorlar.Evde yemekten  sonra tv karşısında uyuklamak ve eşiyle sıradan bir kaç konuşma yapmak,ardından televizyonda haberlere dalmak .

Akşam eskiyi getirdi aklıma. Çocukluğumuzun ilk zamanlarında elektrik ve televizyon yoktu.Uzun kış gecelerinde gaz lambasının ışığı altında annemin elişi yaparken dinlediği 6 büyük pilli bir radyoyu hatırlıyorum.

Yine akşamları misafirliğe gittiğimiz komşu evlerinde ihtiyar bir dededen ya da nineden dinlemeye başladığımız masalların heyecanına öyle kaptırırdık ki kendimizi, ağzından çıkan kelimeleri sanki yutacakmış gibi bir heyecan içinde nefeslerimizi tutar, beklerdik. Kaçırmayalım, sonra ne olacak acaba diyerek. Göz kapaklarınıza uykunun ağırlığı yavaşça çökerken masal dünyasının içine girip baş kahramanın ardına takılır giderdik..

O günler geride kaldı. Öyle masal anlatanlarda. Çocuklarım büyüdüğünde torunlarıma ne anlatacağım? Çocukların kafasını meşgul eden o kadar eğlence varken. Her türlü dijital eğlence ve çeşit çeşit çocuk filmleri varken zaten bizi dinlemezler. Boş ver. Eski günler gibi olmaz artık.
İçimden bir ses "boş ver" diyor "teslim ol akıntıya."

Başka bir ses ise : " Boş vermemeli, teslim olmamalı son nefese kadar uğraşmalı elden ve dilden ne geliyorsa yapılmalı " diyor. Ben bu sese uyacağım.

Bu konuda destek olabilecek masal kitapları da var. Anadolunun bağrından derlenmiş masalları okuruz bizde.  Her ne kadar canlı bir anlatıcının kabiliyeti kadar olmasa da okuruz,öğreniriz, anlatırız, anlattıkça gelişiriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...