31 Temmuz 2025 Perşembe

On Saatlik Ara

29 Temmuz sabahı  Teyzesinin kızı Rahmetli Fadik Ablasının eşi Süleyman aradı. babasının (Ahmet Amcanın) vefat ettiğini cenazenin köyden kalkacağını bu nedenle şehirde yakınlara tanıdıklara haber vermesini istedi. O da çevresini bilgilendirdi. Öğleye doğru küçük kardeşi arayarak cenazeye katılmak isteyip istemediğini sordu. Net cevap veremedi. Bir süre sonra aracın ayarlandığını araçta yer olduğunu izin alabilirse gelmesini istediğini bildirince izin alıp katılacağını söyledi. Yıllar sonra üç kardeş ve damatla beraber yine köy yollarındaydılar. Kardeşinin yeni aldığı ve uzun yolda kullanmadığı fiat egea cross marka benzinli araçla yola çıktılar. Yolda bazen aracın özelliklerinden bazen ekonomik sıkıntılardan konuşarak yolu tamamladılar.

Uşaktan Gediz yönüne dönüldükten sonra yol üzerinde bulunan ara sıra durup dinlendikleri Yenikent kasabasına mola vermeye niyetlendiler. Ancak kasaba yeni yapılan yolun uzağında kaldığından ana yoldan biraz uzaklaştılar. Kasabaya girdiklerinde fark ettiler ki  sanki üzerine ölü toprağı dökülmüş gibi sessizleşmişti. Ana yolun kasabadan uzaklaşması canlığını yitirmesine yol açmış eski ana yol boyunca sıra sıra işyerleri ve evler boşalmış bazıları harap halini saklayamayacak duruma gelmişti. Öğle sıcağından mı başka sebepten mi bilemediği bir sessizlik hakimdi, ortada çok az insan vardı. Gölgesi bol olan bir kahveye oturdular. Yolda gördükleriyle kahvede oturanlarla selamlaştılar. Dışarıdan gelen sadece onlardı. Bir zamanlar vızır vızır işleyen yolda ne gelen ne de giden bir araç vardı. O anda yıllar önce izlediği arabalar çizgi filmi aklına geldi. Filmdeki radyatör kasabasının haline benziyordu. Bu kasaba da bizim radyatör kasabamızdı. Ancak dünyanın bir çok yerinde benzer manzaralar vardı. O nedenle kendince ders çıkardı. Her şey fani. Uzun soluklu sürdürebilir bir düzen için geçici kaynaklara bel bağlamamak gerektiğini düşündü. Geçici de olsa gelen kaynakları, fırsatları uzun soluklu sürdürülebilir daha kalıcı hale getirmek gerektiğini bir kez daha anlamış oldu.

Ardından ikindi namazından sonra defnedilecek cenaze törenine yetişmek için yine yola çıktılar. Yenikent, Abide derken Yeni Gediz, Eski Gediz ve ata yurdu Akçaalan'a ulaştılar. 

Yol kenarlarının doğalgaz çalışması sebebiyle kazılı olduğunu gördüler. Köye doğalgaz geliyordu. Artık kışları köyün nüfusu azalmaz diye düşündü. Cenaze merasimi ve defin boyunca bir çok köylüyle görüştü. Eskiler  babasına benzediği için simasından çıkarıyordu. Bazısı çok uzun zamandan beri görmediği halde ismiyle hitap ediyordu. Nereden hatırladığını sorunca sosyal medyadan ismi soy isim ve fotoğraflarını takip ettiğini, akraba olduklarını anlatıyordu. Bir yandan şaşırıyor öte yandan seviniyordu.

Köy mezarlığı ise Cengiz Aytmatov'un romanlarında geçen ayrıntılı olarak tarif ettiği ata beyit mezarlığı gibi köye hakim yüksek bir tepede idi. Kendisi öyle düşünüyordu. O romanı  okuyan ve bu mezarlığı gören başka bir kişi  olsa idi ve onun da fikrini almak daha uygun olurdu. 

Köye geldiklerinde araçlarını her zaman rahmetli amcalarının evlerinin önüne bırakırlardı. Yine öyle oldu. Cenazeden sonra araç başına geldiklerinde yengelerini  kardeşleriyle oturmuş sohbet ederken buldular. Sevindiler. Israrla ikram ettiklerini afiyetle yediler ve vedalaşarak helalleşerek yola çıktılar.

Kendilerine tahsis edilen zaman diliminde yapmak zorunda oldukları mücadeleye  kaldığı yerden devam etmek üzere yine aynı yollardan geçerek hayatlarını sürdürdükleri şehre saat 23.00 sıralarında vardılar. 

Bir süre uzak kaldıkları yalnız bıraktıkları eş dost ahbaplarıyla rakipleriyle buluşmak üzere yaklaşık on saatlik bir ayrılığın sonunda Manisa'ya girmiş oldular. 

14 Temmuz 2025 Pazartesi

On Dört Temmuz

On dört temmuz saat 15.00 bir süredir ekrana bakıyordu. Belki aklına bir şeyler gelirde yazmaya başlayabilirdi. Ama ne yazık ki yazmaya başlamasına sebep olacak bir şeyin aklına gelmemesini yazmaktan başka bir sebep bulamadı. Sebepsiz bahanesiz konusuz hedefsiz bir durumda  yazmaya gayret ediyordu. Yazdıklarının sonucunda okuyanlar ne gibi bir fayda sağlayacaktı. Okuyucunun fayda sağlaması amacı mıydı? Yoksa öylesine zaman doldurmak mı?

Dokuz yıl önce bu günden bir günden sonraki gün akşam üzeri ortalık daha kızışmamış iken, işten döndükten sonra eşiyle beraber akşam  Teksas'ta San Antonio'da olan kızının durumunu merak edip üzülmüşler sonra da birbirlerini teselli etmişlerdi.  Kızları iyi ki  arkadaşı ile gitmişti o uzak ve sıcak diyarlara. Yanında arkadaşının olması onları teskin ediyordu.

Dokuz yıl önceki bu günün fırtına öncesi sessizliğin yaşandığı bir gün olabileceği akla gelmiyordu.  Temmuz sıcaklarının her yanı istila ettiği imkan bulanların klimaların altından hiç ayrılmamak istediği günlerdi. Ağustos böcekleri cırıltılarıyla her yanı inletirken şehirde sıcaklarla boğuşanlar bu seslere aşina olmuşlardı. Cırıltılar onları rahatsız etmiyordu. Kanıksamışlardı. Ama o klimalardan rahatsız olduğundan sıcak da olsa başka serinleme yöntemleri arıyordu. Yılda dört ay görev yapan, arızalı parçalarını tamir ederek çalıştırdığı kutu vantilatörü ile serinliyordu. Buzdolabında sıralanmış soğuk su şişelerini de kullanmıyordu. Soğuk su midesini ve boğazını rahatsız ediyordu. Soğuk suyu ılıtarak içiyordu. 

Dokuz yıl sonra şu an ki halini incelediğinde hala benzer alışkanlıkların devam ettiğini, kızının evlenerek Kanada'ya gittiğini, küçük oğlunun İstanbul'da iş bularak orada yaşamaya başladığını, büyük oğlunun yanlarında düzen kurma gayreti içinde olduğunu düşündü.

Evde baş başa kaldıklarında eşinin bu oğlanların hali ne olacak diyerek kaygılandığını, çocukların hallerine çözüm olacak çareler ürettiğini, ancak kendisinin bu konuda hızlı hareket edemediğini fark etti. Bunu sadece kendisi değil eşi ve çocuklar da fark ettiğinden çözüme yönelik adımlar atmadığından zaman zaman sorgulanarak suçlandığını biliyordu. Ve olmayan olamayanların sorumlusunun kendisi olduğunu yeri geldiğinde yüzüne söylediklerinde öfkeleniyordu, susuyordu. 

Bulacağı çözümün o konuda sonradan gelebilecek daha iyi fırsatların önünü keseceği, yeni fırsatları kaçırabileceği  korkusu ile yapması gereken eylemlerini erteliyor muydu? Önemli kararlar vermekten çekiniyor muydu? Bu onun huyu muydu? Bilemiyordu. Sadece  bekliyordu. 

Ancak dokuz yıl önce bu tür meseleleri yoktu. Her geçen zaman yenilikler/yeni fırsatlar/ yeni sorunlar getiriyordu. Çocuklar büyüdükçe ihtiyaçlar değişiyordu. Değişen isteklere ve ihtiyaçlara yeni mantıklı çareler bulabilmeliydi. Çare bulmak zorunda mıydı? Yoksa iyi niyeti suistimal mi ediliyordu?

Ne yaşarsa yaşasın günler günlere eklenerek devam eden ömrünün bilmediği bir vakitte biteceğini idrak etse de, Rabbinden, kalan ömrünün en güzel şekilde  tamamlanmasını diledi.

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Manisa da Bir Pazar İkindisi

Dün akşamüzeri eşinin teklifiyle kısa bir şehir turu yapmaya karar verdiler. Önce Ulucami'ye uğrayacaklar ardından mezarlığa uğrayarak babasını ve annesini ziyaret edecekler  ve Alaybey yolundan Seyfettin Bey caddesinden ilerleyerek  hükümet konağına varmadan önce sol tarafta bulunan kuru bakliyat mağazasında ihtiyaçlarını alacaklardı. 

Saat 18.30'u gösterirken evden çıktılar. Otomobile binerek Tevfikiye Mahallesinden boyahane köprüsüne doğru ilerlediler. Boyahane köprüsüne (artık burada köprü olsa da dere kapatıldığından köprü işlevini yitirmiştir. Ancak eskiyi bilenler tarafından hala boyahane köprüsü olarak hatırlanır.) geldiklerinde sağa doğru dönerek   üzeri  kapatılarak yeşillendirilen   eski derenin kenarında bulunan yol boyundan kırmızı köprüye doğru ilerlediler. Kırmızı köprünün aşağısında dere üstü kapatılarak yeşil alana dönüştürülmüş olup, üst yanı dağ tarafı ise açıktır. İhtiyar çınar ağaçları dağa doğru dere boyunca gölgelerini ve serinliklerini dallarının altında sandalyelerinde oturan sohbet edenlere çaylarını yudumlayanlara sunarlar.

Kırmızı köprüde kırmızı trafik ışıklarında beklediler. Işıklar yeşile dönünce güneye doğru Spil dağına aracı sürmeye devam ettiler. İvaz paşa camisi yol ayrımına geldiğinde sola kıvrılarak hafif sağ yaptılar. Böylece rahmetli  Ertuğrul Dayıoğlu belediye başkanı iken 1985 li yıllarda açılan Ulucami yoluna giriş yaptılar. Bu yol şehirdeki en kötü yollardan biridir. Sultan camisinden istasyona kadar yollarda döşeli duran kesme taşlar bu bölgeden sökülerek yerine  asfalt dökülmüştü. Daha sonra Ulucami yolu yapılmaya başlanınca yeni açılan yola bu kesme taşlar döşendi. Hala kesme taşlı olarak kullanılmaya devam eden yol bakımsız araçların sarsıntıdan vida döktüğü , yolcuyu rahatsız eden konforsuz bir yoldur. Şehrin içinde iken de sarsıntıları rahatsız ederdi ama daha düzgün bir taş işçiliği ile döşendiğinden estetik olarak intizamlı dururdu. Karaköy'ü Ulucami'ye bağlayan bu yol İvaz Paşa camisinden itibaren eğri büğrü inişli çıkışlı bir yol olmasına rağmen, şehrin aşağıda kalan yollarına göre daha sakin olduğundan şehri bilen ve Turgutlu istikametine veya Alaybey'e bir an önce gitmek isteyen şoförler tarafından kullanılıyor. İşte bu yolda sarsıla sarsıla ilerlediler. Sağ tarafta yedi kızlar türbesini uzaktan gördüler. Sol tarafta 1974 yılında geçici ortaokul binası yapıldığı için bir yıl orta bir öğrencisi olarak okuduğu İstiklal İlkokulunu gördüler, yine eski çocuk kütüphanesini de geçtikten sonra Ulucami göründü. Düze çıkınca aracı sağa yanaştırıp  bagajdaki bidonları alarak Ulucami önündeki merdivenlerden tırmanmaya başladılar. Çıktıkları merdivenin bitiminde önlerini kesen yoldan sonra başlayan Ulucami'nin  merdiveni ve heybetli giriş kapısı karşılarındaydı. Sağ yanlarında ise  eski saat kulesi bakımsız gövdesine vuran akşam güneşinin merdivene düşen  gölgesiyle kaderin onu sürükleyeceği sonunu bekliyordu. 

Kuleyi görmezden gelerek ileride sürekli akan Ulucami suyuna ilerlediler. Sırayla bidonları doldurdular. Temmuz sıcağında içlerine ferahlık veren serin sudan içtiler. Bidonlar ellerinde araca doğru inerlerken Ulucami'nin taş duvarlarına vuran akşam güneşinin ışıltısı gözlerini kamaştırsa da beklemediler.  
Doğuya doğru inişe geçtiler. Dağ eteklerindeki gecekondular yıkılarak kentsel dönüşüm yapılmış. İleride mahalledeki her haneyi içine alacak büyüklükte biçimsiz  kübik bir bina inşaatı yükseliyor. Devam ettiler. Sağ tarafta yeni açılan İmam Hatip Okulunu ve eski ilk okulu gördüler. Alaybey Camisine geldiklerinde yol  onları sağa dönerek Çatal mezarlığının eski duvarları ve uzun selvileriyle buluşturdu. Sağ yanlarındaki İl Jandarmanın önünden yavaşlayarak geçtiler. Doğu Kışla'nın yoldan görünmesini perdeleyen yolun iki yanındaki yüksek duvarlı koridoru da aşınca ileride kırmızı ışıkları yanan kavşağa geldiklerinde biraz bekleyerek Kırtık mezarlığına , Spil dağı tarafına döndüler. 
Üç dört yıl öncesine kadar anne ve babasının mezarlarının yanına kadar aracıyla ilerleyebiliyordu. Ancak yollara yeni mezarlar kazıldığından artık aracını mezarlığın kenarına bırakıyordu. Araçtan inerek eşiyle beraber anne babasının mezarına ilerlediler. Mezar kenarlarında büyümüş, gölgeleri çevreye loşluk ve serinlik veren ağaçların arasında yürürken eşine,  "...dünyanın hırslarından kurtulmak için buralara daha sık gelmeli.." dedi.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

Yap o zaman

Sorunların ya da çözülmesi gereken düğümlerin üzerine cesaretle gidebilmek nedense her insanda bulunmayan bir haslet. Keşke kendisinde de bu haslet olsaydı diye düşünerek hayıflandı. Hayatı boyunca olayların içinde sorunların çözümünde bulunamadığı düşündü. Sanki hep saha kenarından belki de seyircilerin oturduğu  en arka sıraları seçerek oturarak maç seyreden suya sabuna fazla dokun(a)mayan özelliklere sahip seyircilerdendi. Hayata, ona bahşedilen sınırlı süre içinde çevresinde olanları pasifçe  seyretmek için mi gelmişti.

Yapacağı yapması gereken ya da yaptığı işleri genellikle uzaktan ellerini olayın içine fazla sokmadan çözme gayretindeydi. Neden böyle olduğunu düşünüp bu pasifliğine bir çare bulmalıydı. Ama ne yazık ki bu konuda görünür adımlar atamıyordu. Sadece klavye üzerine düşüncelerini aktarmakla yetiniyordu. Sanki klavyeler aracılığıyla aktardıklarıyla bir nevi günah çıkarıyordu. 

Sanki içinden bir ses "dur fazla girme var olanı da daha beter hale getirerek sorunu sorun olmaktan felaket olmaya doğru genişletirsin" diyordu. Ve bu ses onu engelliyordu. Öyleyse felakete yol açmamak için karışmamak yapılması gereken en mantıklı olanıydı. 

Böyle düşüne düşüne eylemsizliği kendisine hayat düsturu yaparak nice sorunlara, sıkıntılara belki de girişerek bulacağı kendine özgü çözümlerle yeni fırsatlara yol bulabilme ihtimali olmasına rağmen hiç bir şey yapamadan hayatının bu günlerine geldi. Bu günlerde de aynı şekilde hayatında büyük kararlara girişmekten çekinmek onun değiştiremediklerinden oldu.

Ama nefes aldığı her an yol ayırımında yapacağı  sadece küçük bir hareket hala onu yeni ufuklara götürebilirdi. Vereceği akıllı kararlar yeni yollara dönmesini şimdiye kadar girmediği noktalara gidebilmesi fırsatını yaratabilirdi.

"Yap o zaman" dedi içindeki hocası. 02.07.2025/ 16.45

1 Temmuz 2025 Salı

Bezginlik

Bezginlik, dünyanın keşmekeşi içinde bir şeyler yapmaya çekinmek, başladığı işin düzgün olamayacağı korkusu ve çöküklüğü ile yeni bir işe başlayamamak. Var olan iş ve işlemlerini de iş olsun diye öylesine yapıvermek.. Çevresinde bulunanların başarısızlıkları beceriksizliklerinin kendisine etkisiydi. Moral ve motivasyon yetersizliği, modunun düşmesiydi... Sanki çevresindekileri kendisi ile özdeşleştiriyor. Onları kendisi olarak benimsiyordu.  Bu benimseme onların durumlarıyla hemhal olmasına yol açıyordu. Bu ise hayatının içinde bir şekilde nüfuz ediyor. Hayatının her anını zehirleyen bir duman gibi her yanını, her hareketini etkiliyordu. Çözüm bulmak ise zorlaşıyordu. Çözüm, içine girdiğin durumdan sıyrılabilerek dışardan da gözetlemekle bağlantılıydı. Hem içten hem de dıştan gözlemlemek soruna çok daha etkin çareler bulunmasına yol açabilirdi. 

Bezginliğin getirdiği en önemli davranış biçimi kayıtsızca beklemek eylemiydi. Önüne gelen ve geçen olaylara fırsatlara bakmaktan başka bir şey yap(a)mamaktı. bu durumdan kurtulunabilinir miydi? Tabii ki kurtulunabilinir. Biraz üzerine doğru gidip ucundan tutuvermek ya da gerekiyorsa duruma göre ardından itivermek, raydan çıkanları rayına sokuvermek. Eğer raydan çıkacağı farkedilmişse önlem almak. Raydan çıkanı raya yerleştirmek ne kadar gecikirse yeniden rayına oturtmak o kadar meşakkatli olabilir.

Her neyse ilk aşama bir şeyler yapmak yani harekete geçmek gerekir. Bu bile bezginlik sislerinin dağılmasına fayda eder.

İnsanoğlunun ruhuna çöreklenen bezginliğini dağıtmak için  kendini motive edecek bir şeyler bulmalıdır Vesselam.

Tevekkül


Kaygılar, endişeler. İnsanın madden ve manen güç yetiremeyeceği halde çevresinde olanların kendi iyi bildiği durumdan kendisine göre olumsuz olan bir noktaya ilerlememesi adına aklından geçirdiği olumsuz düşünceler.  

Her nedense özellikle gecenin bir yerinde aniden aklına gelen ve gecesini ve uykusunu bölen bu düşüncelerden nasıl kurtulunur. Gecenin bir yerinde aklına gelmesinin sebebi ise artık zihninin gündüz zamanları kadar meşgul olmaması, gündüz aklına takılan ve sonraya ötelediği bazı endişeler kaygılar -çalkantılı suyun içindeki zeytinyağının çalkantı durunca yüzeyde toplanması gibi- uykunun bir aşamasında  yüzeye çıkıyor olması. 

Eğer aşırıya kaçarsa sakinleştirici ilaçların yararı olduğu söylense de, hayatın içinde kendi düşüncenize göre her şeyi yönlendiremeyeceğini kabul etmek, zihni bu konuda zorlamalı. Eskilerin  hayatlarındaki endişelere karşı bir savunma mekanizması olarak tevekkül diyerek tanımladıkları hayatın içinde güç yetiremediklerine razı olup kabullenmeyi, bizi zora sokan düşüncelere karşı panzehir olarak insan kendi zihnine  zerk etmeli.  

İnsan sınırları olan bir varlık. Tanrısının ona bahşettiği hayatın, gücün, imkanların sınırlı süresi içinde yapılması gerekenleri yapabilip yapamadığından sorumlu. O nedenle fani olduğunu kabul edip bir fani gibi düşünmeli. Baki olan Allah'tır. 

Bu da geçer ya hu / in niz beguzered /‘k’afto ta perasi )

Ertele

Nice zamandır önünde bulunan klavyeye  bakıp duruyordu. Sistemde var olan işlerini çoktan bitirmişti. Radyosunu açmıştı. Bir yandan radyosunda TRT Türküde arka arkaya çalan türküleri  dinliyordu. Bir yandan da klavyeye harfleri sıralıyordu. bu harfler aklından geçenler ve parmak uçları arasında oluşan koordinasyon sonucu düzenlenerek ekrandaki dijital sayfada beliriyordu. Hızlı yazdığından oluşan hataları denetlemek için durup yazılarını okuyor, hatalı olanları düzeltiyor ve bu arada alnına biriken terleri de siliyordu.

Şehirde kuzeyden esen rüzgarlı hava zaman zaman fırtınayı andırsa da, sıcaklara karşı faydası oluyordu.  Ancak şehrin kuzeydoğusunda Akhisar tarafında uzaktan görülen duman tabakası o bölgede esen rüzgarın yaz yangınlarını felaket derecesinde arttırdığını ispatlıyordu. Buna karşın her ne kadar uyarılar yapılsa da bazı kendini bilmezler bir şekilde yangın denen felaketin ortaya çıkmasına zemin sağlıyorlardı. 

Bir yandan da şehirde haziran sonu ve temmuz başının getirdiği baskın sıcaklar dönemine hazırlıklar da imkanı olanların hızlı bir şekilde aldığı tedbirlerle devam ediyordu. 

Tedbirler kapsamında sıcakların getireceği satış yoğunluğunu tahmin eden bir kısım hava ve su soğutucusu satıcıları ise sabırla bekliyorlardı. Herkesin dönem dönem işleri mevsimsel olarak artabilir ve azalabilirdi.  Bunu öngörerek pozisyon alabilenler kazanan tarafta yer alabiliyorlardı.

Hayatın zorlukları içinde zaten kavrulmuş olan halkın geneli ise, yeniden yaz sıcakları ile kavrulmaya sadece kaderine razı olmuş canlıların sükuneti ile kayıtsızca bakıyordu.  Ancak bu kayıtsız kitlenin içinde de sıcaklara dayanamayanlar vardı ve onlar da  hayatlarındaki öncelikleri yeniden sıralayarak serinlemenin yollarını arıyorlardı.

Belki de doğru olan onların yaptığıydı. Çünkü hiç birimiz için yarının ne getireceği belli değildi. Belki de yarın bizim için yoktu. Öyleyse bugünün ihtiyacını bugün karşılamalılar ve serinlemenin keyfini çıkarmalıydılar.

Her ne kadar yukardaki düşünceleri klavyenin tuşlarına basıp yazsa da kendisi de genellikle bir sonraki zamanı düşünenlerdendi. O nedenle ihtiyaçlarını hep bir sonraki zamana ertelemek, tehir etmek artık onun değişmeyen bir huyu olmuştu.

Bu huyunun zararlarını kaç kez görse yaşasa da öyle yapıyordu.

On Saatlik Ara

29 Temmuz sabahı  Teyzesinin kızı Rahmetli Fadik Ablasının eşi Süleyman aradı. babasının (Ahmet Amcanın) vefat ettiğini cenazenin köyden kal...