Sanat okulunu yeni bitirmiştim. Hemen bir iş bulma imkanı yoktu. Bu arada önceki yaz çalıştığım kara fırından işe devam etmemi istediler. Boş durmaktansa çalışmak kazanmak iyiydi. Haziran sonunda çalışmaya başladım. Ben dahil beş kişiydik. Patron kürekte, Sertif, Hamza Abi ve İbrahim hamurhanede çalışıyorlardı.Tezgahtan ekmek satmak, kabarmış mayalanmış ekmek hamurlarını aşağıya indirmek, fırın ağzına yerleştirmek ve pişen ekmekler fırından çıktığında camekana sıralamak, fırına depodan odun getirmek, ateşi takip etmek ve yakın bakkallara ekmek götürmek ise bana ait görevlerdendi.
Patron hariç hepimiz yirmi yaşından küçüktük. Fırının sadece üç hamurcusunun girdiği hamurhanesinin sıvaları dökülmüş ve un tozlarına bulanmış duvarlarında, gazetelerden kesilerek hamurla yapıştırılmış değişik nahoş resimler mevcuttu. Bu resimlerin fırına uygun olmadığını söylesem de Hamza Abiyi aşamıyordum.
Günlerden bir gün Hamza Abinin askerliği çıktı. İşten ayrıldı. Askere gitti. Artık fırında dört kişiydik. Onun gittiği günün ertesinde eleman yetersizliğindenzaman zaman hamuru tartıp yuvarlayarak ekmek hazırlamaya da yardım etmeye başladım. Artık hamurhaneye girme imkanım olduğundan hemen duvardaki nahoş resimleri söktüm.
Bayrak dergisinin ilk sayılarının çıktığı o günlerde yakınımızda bulunan bir işyerinde (Anakoç Gıda Pazarı) Yeniden Milli Mücadele Dergisinin eski sayılarını görmüştüm. Her sayıdan birer tane seçerek tartmış, yerine aynı ağırlıkta eski gazete vermiştim.
Vakit buldukça söktüğüm resimlerin yerlerine eski (özür-tarih olarak fikir olarak değil) Yeniden Milli Mücadele dergilerden beğendiğim kapak resimlerini A3 boyutunda kopyalayarak yapıştırmaya başladım. Nahoş resimlerin yerine yapıştırdığım yeni yazılar, şekiller resimler, grafiklere çalışanlardan hiç kimse bir şey demedi. Teşvik eden de olmadı. Sükut ikrardan mıydı? Her yeni gün bir kaç resimle geliyor, hamurla duvara yeni kopyaladığım resimleri yapıştırıyordum.
Hatırladığım ve kopyalayıp yapıştırdığım bir slogan; "Milli Harp Sanayii Savsaklanamaz" ve altında daire içinde bir tank resmi bulunan kapak. Buna benzer kopyaladığım nice dergi kapağı sıra sıra duvarları dolduruyordu.
Günlerim yeni günleri kovalayıp dururken, bir gece fırının önüne saat 23.30 sıraları şehrin batı tarafından hızla gelen yeşil renkli Renault otomobil yanaştı. İçinden telaşı her halinden belli olan yaşlı bir astsubay indi. Fırında ne kadar ekmek olduğunu sordu. Söyledik. Ücretini ödeyerek acele bagaja yerleştirmemizi istedi. Yerleştirdik. U dönüşüyle geriye batı kışlaya doğru hızla uzaklaşıp gitti.
...
Her zamanki mutad işlerimizle uğraşırken sabah oldu. Cuma sabahıydı. Şehirde hareket başlamamıştı. Saat 06.30 sularında Babamın da çalıştığı Pamuklu Mensucat Fabrikasına sabah vardiyasına gidecek işçilerin otobüs durağından geriye doğru geldiklerini gördük. "İhtilal olmuş o sebeple otobüs gelmeyecek biz de evimize gidiyoruz" dediler.
Fırına fazla uzak olmayan eve aceleyle giderek küçük pilli cep radyomu aldım. Radyoda Hasan Mutlucan kahramanlık türküleri söylüyordu. O anda 1974 Kıbrıs Harekatı zamanlarını hatırladık. İhtilal olduğuna kanaat getirmiştik.
...
12 Eylül harekatı birinci haftasını doldurmuştu. İlk geceden itibaren fırına askeri cemse ile nöbetçi bırakılmaya başlanmıştı. İki saatlik nöbet bitince bir araç gelir önceki nöbetçiyi alır yerine elinde kırıkkale tüfeğiyle başka bir nöbetçi bırakırdı.
Sabah nöbet değişimine gelen araçta, araç komutanı olan sarışın ufak tefek genç teğmen cemseden indiğinde patron bir çay tutuşturdu eline.
O sırada göz kapaklarına kadar un tozuna bulanmış iki genç fırının üst katındaki hamurhaneden güle oynaya aşağıya çay içmeye iniyordu. Dışarıya çıkıp ellerine aldıkları süpürge ile birbirlerinin tozlarını bir kenarda silkeledikten sonra çaylarını aldılar.
Teğmen, iki gencin indiği beyaz un tozları bürümüş hamurhanenin kapısına doğru baktı. Merdiveni tırmandı ve fırının hamurhanesini merakla incelemeye başladı.
Aradaki boşluktan hamurhanedeki teğmeni takip ediyordum. Duvardaki resimlerin üzerine doğru eğiliyor tek tek inceliyordu. Sanki bir resim galerisinde dolaşıyormuş gibi her şeklin, ifadenin, resmin, yazının önünde duruyor, bakıyor, düşünüyor ve bir sonrakine geçiyordu. Bir ara yanına gittim." Kim yaptı bunları?" dedi. "Ben yaptım" dedim.
Duvarları resimlerle bezeyen olarak, ihtilalin sıcak zamanlarında yapılan incelemenin nasıl bir sonla biteceğini heyecanla beklemeye başladım.
Yaklaşık on beş dakika geçmesine rağmen gergin beklemenin stresiyle, çok uzun gibi gelen bir süreden sonra, teğmen elinde soğumuş çay bardağı ile aşağıya indi, şöyle bir gözlerime baktı. Çaya teşekkür ederek cemseye bindi gitti.
17 yaşında bir genç olarak yeni bir heyecana, yeni bir riske giremezdim.
Sergimi güçlü ileri ve mutlu bir Türkiye de açmak üzere kapattım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder