7 Mart 2018 Çarşamba

Düşman Yeniden Gelirse.

"Düşman gelirse, önce  sizi ben vururum."(*) 
Böyle diyormuş. Eşimin ömrünün son zamanlarını Manisa Hacıhaliller köyünde geçiren büyük dedesi.
Sadece yakınındakilerin anlayabileceği düzeyde mırıltılarla anlatırmış derdini. Köyün sokaklarını  başı önünde dalgın adımlarken düşündüklerini  -o anda aklına gelen her ne ise-   kendi kendine mırıldandığı, kendi kendisiyle konuştuğu, belki de önceki zamanlarda yaptıkları ya da yapamadıkları hakkında çevresine açıklayamadığı meseleleri çözmeye çalışırmış. Bilinmez.
...
1910 lu yıllara kadar yaşadıkları Selanik Serez Nevrakop bölgesi, Balkan harbinden sonra  ikiye ayrılıp Bulgar ve Yunan ellerinde kalınca, Balkan ellerinden kalkan göç kafilesinin bir kısmı Sındırgı'da kalmış, bir kısmını da Manisa Gediz Ovasının doğusunda Gediz nehri yakınında bir köye sürüklemiş.

Yunan sonunda Manisa'ya da gelip dayanınca çeteye katılmış. İşgalci Yunana karşı, Manisa'da cezaevindeki mahkumları yemin ettirerek direniş çetesi kuran eski gardiyan, hemşerisi Serezli Parti Pehlivan'ın kızanı olarak önceleri Çerkez Ethemle beraberlerken daha sonra Kuvayı Milliye adına Demirci Akıncılarıyla beraber Manisa'nın, İzmir'in, Balıkesir'in, Kütahya'nın dağlarında Yunanla çarpışmış.
O günlerde gördüğü vahşetler ve yaşadığı acılar, zihninde unutulmayan travmalar oluşturduğundan işgal yıllarının acı darbelerini Milleti kurtarmak gayesiyle karşılayan vücudu ve psikolojisi, (yoksulluğun da getirdiği bitkinlik içinde)  günden güne  tükenmiş.
...
Teyzelerinin küçüklüklüklerinde köyde elektriğin televizyonun radyonun internetin(!) olmadığı eski zamanlarda, camlarının üst kısmı isli gaz lambasının verdiği yetersiz ışık altında kurulan yer sofrasında yenen akşam yemeğinden sonra, ocak başında otururlarken konu bazı günlerde dönüp dolaşıp İstiklal Harbine gelirmiş. Çünkü, öksüz yetim çocukların perişan halleri, eşlerini harp yıllarında kaybetmiş kadınların ah-u vahları, yanık kokusu kalmamış olsa da acı günlerin izlerini taşıyan yanık çatılar, yıkılmış yer ile yeksan olmuş hanüman  kalıntıları,  o tarihte dahi işgalin izleri, hatırlatıcıları olarak, hâlâ şehirde ve muhtelif sokaklarda  göze çarparmış.

Dede, çocuklarının ve  torunlarının anlattığı, bir bölümü doğru ama bir kısmı da abartma, yanlış, uydurma olan Kurtuluş Savaşı ile ilgili sohbeti oturduğu yerden sessizce dinler, çocukları seyredermiş. Ancak kendi yaşadığı ve gözlemlediği / şahit olduğu bir noktaya gelince düzeltmek için  söz alır, sanki o dehşeti yeniden yaşıyormuşcasına bir heyecan içinde uzun uzun anlatmaya başlarmış. Elindeki baston, anlattığı ve etkilendiği konunun  heyecanıyla bağlantılı olarak kah ileriye kah havaya kalkarken, bazen de zemine tak tak vurdukça hasırı zedeler, zemindeki toz tabakasını havalandırırmış. Odadakiler, dedelerini dikkatle dinlemek istediklerinden zaten mırıldar gibi çıkan sesi yüzünden iyice yanına sokulduklarından hareketlenen bastondan dolayı tedirgin olurlarmış.  
Teyzesinin anlattığına göre, dede kolları yorulup nefesi kesilir gibi olduğunda, bastonu bacaklarının arasına alıp,  konuyu kapatmak için diline pelesenk olan hep aynı sözü söylermiş;

-Allah o günleri bir daha göstermesin! Ama düşman yeniden gelirse sizi onlara bırakmamak için onlardan önce  sizi ben kendi ellerimle vururum.  diyerek sözünü tamamlar, torunlarının şaşkınlıkla açılan gözlerindeki derin endişeyi, korkuyu farketmeden oturduğu yerden yakınında bulunanların yardımıyla kalkar, uyumak için bastonuna dayana dayana yatağının bulunduğu odaya doğru gidermiş. Torunları (merak etseler de); -neden vuracaktın bizi, bizi vuracak kadar mı korkunçtu?  diyemezlermiş.

Ama bir gece, torunların içinde biraz daha yaşı olan büyük dayısı dayanamamış;
-Dede, "düşmanın bir daha  gelmemesi için ne yapacağız."  deyince, torununun başını şefkatle okşayarak, kısık sesiyle;

Vücuda mikrop girince hastalık meydana gelir tehlike başlar, tedavi zor olur. 
Düşman da milletin içine giren mikroptur, Düşman geldi mi çıkarmak söküp atmak çok zordur, İşte benim hayatım, işte halim. O yüzden düşman gelmesin diye çalışın, gayret edin, tedbir alın, uyanık olun, yani mücadeleyi baştan  yapın, sağlam yapın. diyerek yavaş yavaş odasına yürüyüvermiş.

Gerçekten tedbir alıyormuyuz?
Yoksa "müstevlilerin siyasi emellerini" görmezden gelerek ekonomik, kültürel, stratejik isbirliği mi yapıyoruz? Gerçekten hakimiyet kayıtsız şartsız Milletin mi?
Cevabı, en azından bilgilerin/istatistiklerin mukayesesi ile bulunabilir.


(*)Yazar Zeki Sarıhan'ın   Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Akıncı'nın Demirci Akıncıları hakkındaki hatıralarından derlediği "Düşman eline geçmektense" başlıklı yazısında; 6 Mart 1922 günü akıncılardan beş kişilik bir keşif kolu Bigadiç bucağının Bozyük köyünde Yunanla çarpışınca yerleri belli olur ve etrafları çevrilir. Akıncılar ve aileleri düşmana teslim olmamak için düşünürlerken Parti Pehlivan’ın kayınbabası:“Böyle bir durumda kızımı önce ben öldüreceğim! Siz merak etmeyin,” diye konuşur. İşin tuhafı bu konuşmayı duyan kadın ve çocukların da: “Gâvura teslim etmektense bizi siz öldürün!” diye yalvarmalarıdır.(İbrahim Ethem Akıncı, yayına hazırlayan Baki Vandemir., Demirci Akıncıları, Ankara, 1978, Türk Tarih Kurumu Yayınları) 
Bu ifade ile yazıda anlatılan dedenin sözü birbirini teyit etmektedir. Onun Demirci Akıncılarına bağlı Parti Pehlivanla beraber çarpıştığı anlaşılmaktadır. ( Cümlesini Allah Rahmet Eylesin.)







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arkadaş

Uzun yıllardan beri tanıdığı, ne zaman rastlasa yüzünden tebessümü eksik olmayan  nazik naif bir insandı. Gençlik yıllarından beri içinde ya...